Bu yazıda Londra merkezli yayın yapan Suudi Arabistan dergisi El Mecelle'nin Suriye, Lübnan ve Amerikan arşivlerinden derlediği tarihi ve aynı zamanda güncel bir olayı ele alacağım.
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri Yaser Arafat'ın İsrail ve Amerikan dayatmasıyla Lübnan'ın başkenti Beyrut'tan zorla çıkarılmasının perde arkasına ışık tutacağım.
Beyrut Kuşatması nedir?
İsrail işgal ordusunun 1982 yılında Lübnan'ın güneyinden başlattığı operasyon Beyrut kuşatmasıyla zirveye çıkmıştı.
Vikipedi ansiklopedisinin dayandığı kaynakları esas alarak bu hususun tarihi arka planını vermeye çalışacağım:
Bahse konu savaş, 6 Haziran 1982'de İsrail kuvvetlerinin Güney Lübnan'ı işgal etmesiyle başladı. Askeri operasyon, Arafat liderliğindeki El Fetih'ten ayrılan Abu Nidal'ın örgütüne mensup silahlı kişilerin İsrail'in İngiltere Büyükelçisi Şlomo Argov'a suikast girişiminde bulunmasının ardından başlatılmıştır.
İsrail ordusu FKÖ'nün yanı sıra Suriye'ye, solcu ve İslamcı Lübnan güçleri ile PKK ve ASALA'ya saldırdıktan sonra, Hıristiyan Marunî müttefikleri ve Özgür Lübnan Devleti (güneyde kurulan İsrail uydusu yapay devletçiği) ile işbirliği içinde Güney Lübnan'ı işgal ederek FKÖ'yü kuşattı.
Batı Beyrut'ta kuşatılmış halde ağır bombardımana maruz kalan FKÖ güçleri ile müttefikleri, Suriye askeri yetkilileriyle ABD'nin Özel Elçisi Philip Habib'in yardımıyla ve uluslararası barış güçlerinin koruması eşliğinde Lübnan'dan çıkış müzakerelerini yürüttü.
Yaser Arafat başkanlığındaki FKÖ, Haziran 1982'de karargâhını (Sünni yoğunluklu) Trablus'a taşımıştı.
İsrail; FKÖ'yü ihraç edip Suriye'nin Lübnan üzerindeki nüfuzunu ortadan kaldırarak Falanjist (El Ketaib) Beşir Cümeyyil başkanlığındaki İsrail yanlısı bir Maruni Hıristiyan hükûmet (daha sonra devrildi) kurmak suretiyle bir anlaşma imzalamayı umuyordu.
İlerleyen süreçte savaşın yerini, Lübnan'daki iç çatışmalar aldı; ardından tampon Güney Lübnan Devleti sona erdi ve İsrail Kuvvetleri geri çekildi. Lübnan İç Savaşı, Suriye'nin Lübnan üzerinde tam hâkimiyet kurduğu 1990 yılına kadar devam etti.
Arafat direniyor ama tehdit ediliyor
Suriye Başkanı Hafız Esad ile Dürzi lider ve ABD-İsrail destekli gerici Hıristiyan güçlere karşı Müslümanların (Sünni, Şii, Dürzi) sözcülüğünü yapan Kemal Canbulat arasındaki çekişmeyi ve Müslüman kesimlerin yanı sıra Filistinli direnişçiler ile Arap milliyetçilerinin çatısı altında birlik kuran İlerici Güçler Cephesi'nin, ABD ile anlaşan Hafız Esad'ın Lübnan'a müdahalesine karşı çıktıklarını bir önceki yazımda belirtmiştim.
Bu dönemde Hafız Esad, bu cephenin iki itirazcı önderi sayılan Kemal Canbulat ile Yaser Arafat'ı kendine boyun eğmeye zorlamıştı.
Buna karşı çıkan Canbulat, Suriye istihbaratınca öldürüldü.
Arafat ise yine Suriye'nin kirli oyunu sonucu birbirine silah çeken Filistinliler arasındaki çatışma neticesinde fiziki olarak tasfiye edilmek isteniyordu.
Dönemin aşırı sağcı İsrail Başbakanı Menahim Begin ile Savunma Bakanı Ariel Şaron, kuşatma altındaki Beyrut'tan çıkıp başka bir ülkeye gitmesi için FKÖ lideri Arafat ile komuta kademesine tehdit üstüne tehdit yağdırıyordu.
Ancak Arafat Lübnan'daki İlerici Cephe'nin hem İsrail ordusuna hem de işbirlikçisi Hıristiyanlara karşı direnmesi noktasında ısrar ediyordu.
ABD ile mutabakatı gereği Hıristiyanların yenilmesini istemeyen Suriye Başkanı Esad, Amerikan yönetimiyle anlaşan Sovyet yetkilileri de devreye girdikten sonra işini sağlama alarak Arafat'a baskı yapmaya başladı.
Kendisini ortadan kaldırmakla tehdit etti.
Esad, Arafat ile görüşmesinde, şöyle bir teklif yaptı:
Direnişi bırakıp Beyrut'tan ayrılırsan örgütündeki savaşçıların bir kısmının Suriye'ye geçip orada kalmasına izin veririm. Lübnan'daki askeri varlığımızın esas nedeni asayiş ve disiplini sağlamaktır. Bu noktada asla taviz vermem.
Arafat onu sert sözlerle yanıtladı:
Beni, İlyas Serkis (Suriye sayesinde cumhurbaşkanı olan Lübnanlı Hıristiyan şahsiyet) ve Kral Hüseyin (Ürdün) ile karıştırma! Höttt deyince senden korkmam ve geri adım atmam!
Başkan Esad küplere binmişti.
Yine de Sovyet destekli Filistin liderine bir şey yapamadı.
Sadece FKÖ bünyesindeki bazı direnişçilerle ittifakının kapsamını genişletti; bir kısmını Arafat'a karşı kışkırttı; Filistinliler arası çatışma trajik bir hal aldı.
Kendi savaşçılarına "6 ay daha direnişe devam edeceğiz!" sözü veren Arafat, ABD-İsrail-Sovyet-Suriye baskısı sonucu 29 Ağustos 1983 tarihinde Beyrut'tan ayrıldı. Fedailerini ise Suriye üzerinden değil, Beyrut limanından gemilere bindirerek tahliye etti ve karargâhını Tunus'a taşıdı.
Esad-Arafat arasındaki söz düellosu
Esad ile Arafat ve temsilcileri arasındaki gerginlik, bir süre sonra söz düellosuna dönüştü.
Arşiv belgelerine de yansıyan sözlü kavga, sataşma ve karşılıklı ithamları Esad'ın sağ kolu sayılan Dışişleri Bakanı Abdulhalim Haddam'ın notlarından öğreniyoruz.
Bu arada belirtmek gerekir ki Haddam Suriye'nin Lübnan Özel temsilcisi olarak olmadık siyasi oyunlar çevirmekte ve hasımlarını birbirine düşürmekte son derece yetenekli biriydi.
Bu yüzden anı kabilindeki notlarını ihtiyatla karşılamakta yarar var.
Notlarının özetini aktarıyorum:
Başta Arafat olmak üzere Filistinli direnişçilerin Beyrut'tan çıkarılması sürecinde ABD'nin Lübnan'daki temsilcisi diplomatik görüşmeleri sürdürürken Arafat ile arkadaşları, Suriye yönetimi ve ordusuna karşı amansız bir sözlü saldırı ve karalama kampanyası başlattılar.
İşte bazı örnekleri: a-Suriye devleti Lübnan'da işgalci İsrail'e karşı savaşmıyor. b-Suriye ordusu, İsrail kuşatması altındaki Filistinlileri yüzüstü bırakmıştır. c-Suriye ordusunun savunma mevzilerini terk etmesi sayesinde İsrail Beyrut'u kuşatma altına alabilmiştir.
Arafat'ın yurtdışındaki bazı temsilcileri Suriye'ye yönelik karalama ve iftira kampanyalarını giderek tırmandırdılar. Hâlbuki o sırada Beyrut kapılarında, dağlık bölgede ve Bekaa vadisinde direnen Suriyeli askerlerin paramparça olmuş cesetleri bombalama neticesinde havada uçuşup dört bir yana dağılmaktaydı. Daha da kötüsü Filistinliler savunma mevzilerini bırakıp tabana kuvvet kaçmayı düşünüyorlardı.
Filistinlilerin bu karalama hamleleri üzerine A. Haddam, Şam'daki El Fetih temsilcisi Muhammed Ganim ile görüşüp şunları söylemişti:
Bay Arafat ile yandaşları kullandıkları bu kirli dili sürdürürken Suriye, Arap dünyasının suskunluğuna rağmen çatışma ve savaşa devam ederek, herkesin yükünü taşımak durumunda kalmıştır.
FKÖ'nün Çin'deki temsilcisi Tayyib Abdulrahim, bizzat Suriye Devlet Başkanı'nı hedef alarak ithamlarında aşırıya kaçıyordu.
Öyle ki Fransız basınına verdiği demecinde "Esad, bize yönelik emirlerini İsrail Başbakanı Menahim Begin'den alıyor" bile diyebilmişti.
Haddam'ın serzeniş ve uyarısını Arafat'a ulaştıran temsilcisi Muhammed Ganim, kendisinden bu tür karalama ve iftiraların durdurulmasını istedi.
Ancak Arafat, kendine aktarılan bu talebi reddetti.
Üstüne de Suriye ile olan ilişkilerini tamamen kopardı.
Oysaki bizim askerlerimiz onu ölümüne korurken ve Arafat ölmemek için sürekli bir evden diğerine kaçıp sığınırken, bizi hepten ihmal etmişti. İsrailli, Lübnanlı ve Amerikalı yetkililerle görüşmelerini bizimle paylaşmadı. Görüşmelerde neler olup bittiğini sadece Lübnan Cumhurbaşkanı İlyas Serkis ve Beyrut'taki istihbarat elemanlarımız vasıtasıyla öğrenebiliyorduk.
Arafat ile üst düzey temsilcilerini susturamayan Haddam, bu sefer de "böl-yönet" taktiğine başvurarak FKÖ bünyesinde Suriye'ye sempati duyan örgüt sorumlularıyla konuşup, bir kısmını kendi tarafına çekmeyi başardı.
Bu taktik, Filistinli-Filistinli çatışmasına yol açtı; amansız kardeş kavgasının kurbanı yine Filistinli direnişçiler oldu.
Amerikan-Suriye-Lübnan mutabakatı
Arafat'ın Beyrut'tan çıkmayı kabul etmesi sürecine bağlı olarak Suriye Dışişleri Bakanı Abdulhalim Haddam, Arap ülkeleri ve New York'taki diplomatik görüşmeler sonrası Lübnan'daki iç savaş ve FKÖ'nün durumuna ilişkin planını devreye soktu.
Buna göre:
- FKÖ komuta kademesi ile savaşçıları, Beyrut'tan ayrılıp kendilerini kabul edecek olan ülkelere gidecek.
- Savaşçılar yanlarında kişisel hafif silahlarını da götürebilecek. Buna karşılık ağır silahlar ile cephaneler Lübnan ordusuna teslim edilecek.
- Mayınlar Lübnan Ordusu, Arap Caydırıcı Gücü ile Birleşmiş Milletler Barış Gücüne verilecek.
- Lübnan, Suriye ve Filistinli resmi birimler bu süreçte sıkı koruma tedbirleri alacak.
Fransız, İtalyan ve Amerikan askerleri de ortak güvenlik tedbirleri alarak Lübnan ordusunun asayişi temin etmesine yardımcı olacak. - Savaş sırasında hayatını kaybeden İsrail askerleri, Kızılhaç aracılığıyla kendi hükümet yetkililerine teslim edilecek.
- Filistinli direnişçilerden hayatını kaybedenlerin cesetleri ile esirler, Lübnan kuvvetlerince teslim alınacak.
- Böylece ülkedeki bütün yabancı askeri güçler, geri çekilecektir.
- Lübnan iç savaşında çatışan taraflar arasındaki ateşkese herkes riayet edecektir.
- Çekilen silahlı birimlerin yerini BM teşkilatına bağlı askerler alacaktır.
- Bu plan, aynı zamanda Lübnan hükümetinin hedefleri doğrultusunda hayata geçirilecektir.
Son söz: Kimi zaman tarih kendisini tekrar eder.
Marks, bu durumu ironik bir dille tanımlamıştır:
Tekerrür eden tarihi olay ilkinde trajedi, ikincisinde komedidir!
Filistinli direnişçiler Ürdün'den Lübnan'a Eylül 1970'te, bu ülkeden Tunus-Cezayir-Güney Yemen'e 1982'de göçertilmişti.
Ekim 2023'ten itibarense İsrail ile çatışan Hamas ve müttefiki direnişçilere ilaveten Filistin halkının da Gazze'den çıkarılacakları kesin gibidir. Lakin gidecekleri yer henüz belli değildir.
1948'den günümüze toplamda dört tehcire-sürgüne maruz kalan Filistin halkının yüzü ne yazık ki hiç gülmedi ve tarihin tekrarı komediden ziyade birbirinden daha ağır trajediler dizisi haline geldi.
Gazze'de yaşanan ve dünyayı ayağa kaldıran son açlık ve kıtlığın yol açtığı ölümler bunun bariz örnekleridir.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish