İki devletli çözümden kaçışın, yönetilebilir düşmanlar stratejisinin ve siyasi statükonun anatomisi
Açlık, tanıma ve tereddüt
Gazze'de çocuklar artık sadece bombalardan değil, açlıktan da ölüyor.
Birleşmiş Milletler'e göre, kuzey Gazze'de yaşayan insanların yüzde 70'i "felaket düzeyinde" gıda güvensizliğiyle karşı karşıya.
Bebekler süt bulamıyor, anneler yiyecek için çöpleri karıştırıyor.
Bu görüntüler bir yandan insani bir trajediyi, diğer yandan uluslararası sistemin, savaş sırasında bile işlemesi gereken en temel ilkelerinin de çöküşünü temsil ediyor.
Uluslararası medya, BM ve insani yardım kuruluşları, Gazze'de kıtlığın resmi olarak başladığını duyurdu.
Buna rağmen, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hâlâ, "Gazze'de kıtlık yok" iddiasını sürdürüyor.
Bu yıkımın ortasında, Avrupa'dan gecikmeli de olsa bazı diplomatik tepkiler gelmeye başladı.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, geçen haftalarda ülkesinin Filistin devletini resmen tanıyacağını ilan etti.
Bu karar, Gazze'de yaşananlara karşı ahlaki bir duruş sergilemenin ötesinde, iki devletli çözüm fikrine verilen sembolik bir destek anlamına geliyordu.
Diğer Avrupa ülkelerinin de benzer adımlar atması bekleniyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Dikkat çekici bir gelişme daha yaşandı: Almanya.
Berlin yönetimi, geleneksel olarak İsrail'in en sadık savunucularından biri olmasına rağmen, son aylarda İsrail'e yönelik eleştirilerini arttırdı.
Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Tel Aviv'e yaptığı ziyarette, Gazze'ye insani yardımın engellenmesinin "kabul edilemez" olduğunu söyledi.
Almanya'daki kamuoyu da 7 Ekim sonrası koşulsuz destek politikasının sorgulanması gerektiği yönünde bir eğilim gösteriyor.
Tüm bu gelişmeler, şu soruyu daha da yakıcı hale getiriyor:
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, gerçekten Hamas'ı ortadan kaldırmak mı istiyor?
Yoksa Hamas gibi bir yapının varlığı, onun için çok daha işlevsel bir siyasi araç mı?
Resmi hedef: "Hamas'ı yok etmek"
Netanyahu hükümeti, 7 Ekim 2023'teki saldırıların ardından başlattığı savaşı, "Hamas'ı yok etme savaşı" olarak tanımladı.
Gazze Şeridi'nin kuzeyinden güneyine, tüm bölgede örgütün askeri ve idari varlığının ortadan kaldırılacağı ilan edildi.
ABD ve bazı Batılı ülkeler de bu hedefe koşullu destek verdiler.
İsrail ordusu (IDF), aralıklarla yaptığı açıklamalarda Hamas'ın yüzlerce tünelini yok ettiğini, lider kadrosuna yönelik suikastlar gerçekleştirdiğini ve bazı taburlarını dağıttığını iddia etti.
Ancak savaşın ikinci yılında, Hamas'ın hâlâ silahlı saldırılar düzenleyebildiği, tünel ağını kullanmaya devam ettiği görülüyor.
İsrail'in 7 Ekim sonrası askeri operasyonları, kısa vadede "cezalandırma" hedefini gerçekleştirmiş olabilir.
Ancak "yok etme" hedefinin hâlâ oldukça uzak olduğu ve belki de hiçbir zaman gerçek bir stratejik hedef olmadığı yönünde artan bir kanaat mevcut.
Kontrol edilebilir bir düşman olarak Hamas
Hamas, İsrail'in güvenlik doktrininde paradoksal bir yere sahiptir: Hem tehdit olarak tanımlanır hem de varlığı siyasi bir işlev görür.
Bu çelişkinin kökeni, Netanyahu'nun 2009'dan beri (kısa kesintiler hariç) sürdürdüğü başbakanlık döneminde giderek belirginleşmiştir.
Hamas, Filistin siyasetinde El Fetih'e karşıt bir kutup olarak var oldukça, Filistin halkı arasında birlik ihtimali zayıflamakta, bu da İsrail açısından ciddi bir stratejik avantaj doğurmaktadır.
Çünkü Filistinlilerin ortak bir siyasi iradeye kavuşması, uluslararası toplum nezdinde "barışa hazır bir muhatap" oluşturabilir ve bu durum, İsrail üzerindeki iki devletli çözüm baskısını artırabilir.
Bu nedenle Netanyahu için, Hamas'ın yönetilebilir ancak yok edilemez bir düşman olarak varlığını sürdürmesi, ideal dengeyi oluşturabilir.
Batı Şeria'daki statükonun korunması
Netanyahu hükümeti, Batı Şeria'daki işgalin sürmesini yalnızca güvenlik gerekçeleriyle açıklamıyor.
Aynı zamanda ideolojik ve dini gerekçeler de devreye giriyor.
Likud ve koalisyon ortaklarının büyük bölümü, Batı Şeria'nın (Yahudiye ve Samiriye olarak anılır) İsrail'in "tarihî hakkı" olduğuna inanıyor.
Bu inanç, siyasi programlara da yansımış durumda:
Yerleşimlerin artırılması, bölgenin askeri kontrolünün genişletilmesi ve Filistin yönetiminin zayıflatılması gibi adımlar atılıyor.
Hamas gibi radikal bir yapının varlığı, bu politikaların gerekçelendirilmesinde hayati bir rol oynuyor.
"Eğer İsrail çekilirse, Hamas Batı Şeria'da da kontrolü ele geçirir" argümanı, Batı'daki birçok karar vericiyi İsrail'in işgal politikalarına göz yummaya ikna edebiliyor.
İsrail sağının siyasi rkonomisi: Düşman gerekir
Netanyahu, iktidarını "tehditlere karşı bizi sadece biz koruruz" söylemine dayandırıyor.
Bu söylem, radikal sağın yükselmesini sağlayan ana damar oldu.
Itamar Ben-Gvir, Bezalel Smotrich gibi isimlerin oluşturduğu koalisyon bloku, sadece Hamas'la değil, tüm Filistin varlığıyla ideolojik bir çatışma içindeler.
Bu bağlamda, Hamas'ın varlığı, bu siyasetin devamlılığı için neredeyse zaruri bir bileşen haline geldi.
İsrail'deki iç siyaset göz önüne alındığında, radikal sağın artan etkisiyle birlikte barışçıl çözümler değil, tehdit anlatıları seçim kazandıran temel unsur haline gelmiş durumda.
Koalisyon dengesi ve savaşın iç siyasi getirisi
Netanyahu'nun koalisyonu, Ben-Gvir ve Smotrich gibi radikal sağcı figürlerin desteğine dayanıyor.
Bu kişiler, Hamas'a karşı "mutlak zafer" sağlanmadan hiçbir ateşkese yanaşılmaması gerektiğini savunuyor.
Bu nedenle Netanyahu, hükümette kalmak için savaşın sürmesini göze alıyor.
Aynı zamanda bu süreç, hakkındaki yolsuzluk davalarını da gölgede bırakıyor.
Gazze'deki savaş hem dikkat dağıtıcı hem de koalisyon tutkalı işlevi görüyor.
Savaş uzadıkça Netanyahu, hem iç siyasette alan kazanıyor hem de uluslararası baskıya "müzakere edilemeyen bir düşmanla savaşıyoruz" diyerek cevap verebiliyor.
Hamas'a zımni destek: Geçmişe dönük veriler
Birçok uzman, Netanyahu hükümetlerinin geçmişte Hamas'ın zayıflatılmasına yönelik ciddi ve sürekli bir strateji yürütmediğini belirtiyor.
Hatta bazı uygulamalar, dolaylı olarak Hamas'ın güçlenmesine katkı sağladı.
Örnekler:
- Katar parası (2018–2021): İsrail, Katar'ın Gazze'ye gönderdiği yüz milyonlarca dolarlık nakit yardımın geçişine izin verdi. Bu fonların önemli kısmı Hamas'ın yönettiği altyapılara harcandı.
- Gazze'de El Fetih'in güçsüzleştirilmesi: İsrail, Gazze'de Mahmud Abbas'ın kontrolünü yeniden tesis etmesine yardımcı olabilecek adımlar atmaktan kaçındı.
- Ateşkes politikaları: Hamas'la dolaylı ateşkesler, örgütün toparlanmasına ve yeni saldırılar için güç biriktirmesine imkân tanıdı.
Tüm bunlar, Netanyahu'nun aslında Hamas'ı "idare edilebilir" bir tehdit olarak tuttuğu ve bu tehdidi iç politikada işlevselleştirdiğini gösteriyor.
Alternatifsizlik sarmalı: Gazze sonrası kim yönetecek?
Netanyahu'nun Hamas sonrası Gazze için net bir planı yok. İsrail'in askeri yetkilileri bile, "Kim yönetecek?" sorusunun cevabını veremediklerini açıkça dile getiriyor.
El Fetih'in Gazze'ye dönmesine İsrail sağ kanadı karşı, teknokratik bir Arap yönetimi önerisi ise şu ana kadar siyasi destek görmedi.
Bu durum, Gazze'nin "yönetsel boşluk" içinde bırakılmasına, kaotik bir zeminde radikalleşmenin yeniden filizlenmesine ve Hamas gibi yapıların yeniden türemesine zemin hazırlıyor.
Bu da ironik bir biçimde, Netanyahu'nun "Hamas'ı yok etme" vaadinin kendini imha eden bir stratejiye
dönüşmesine neden olabilir.
Gerçekten bitirmek mi, sonsuza dek kullanmak mı?
Binyamin Netanyahu'nun Hamas politikasını anlamak için askeri değil, siyasi perspektiften bakmak gerekiyor.
Hamas'ın yokluğu, İsrail'in Batı Şeria'daki politikalarını ve uluslararası meşruiyetini tehdit ederken; varlığı ise iç politikada korkuya dayalı bir istikrar sağlıyor.
Netayahu için Hamas, bir düşmandan çok bir stratejik argüman işlevi görüyor:
Barışsız bir barış süreci, sonsuza dek uzatılmış bir işgal ve Batı'daki ikircikli destekler bu sayede sürdürülebiliyor.
Bu argüman sayesinde:
- Filistin siyasal birliği engelleniyor,
- Batı Şeria'daki işgal devam ettiriliyor,
- Uluslararası barış baskısı savuşturuluyor,
- İç politikadaki aşırı sağcı ortaklar tatmin ediliyor,
- Netanyahu liderliği sürdürülebiliyor.
Bu denklemde en ağır bedeli ise ne yazık ki Gazze'de açlıkla sınanan çocuklar, geleceksiz bırakılan nesiller ve çözümsüzlüğe mahkûm edilen bir halk ödüyor.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish