Kurtuluş gerçekleşmişti; sıra, Osmanlı yangınının küllerinden çıkacak yeni bir ülkenin yeniden kuruluşundaydı.
Kuruluş işleri, son derece zorlu olduğu kadar karmaşıktı.
"Muasır medeniyet seviyesine" ulaşmayı hedeflemiş, "tek dil, tek din, tek ulus, tek parti, tek lider" yönetimiyle yukarıdan idari yöntemler kullanarak kuruluşu sağlayabileceğine inanan güçlü ve otokrat bir liderlik vardı.
Tüm bu aşılması güç engelleri içeren icraatları gerçekleştirmek için uluslararası meşruiyete ihtiyaç vardı.
Lozan beklenecek, Lozan'a hazırlanılacaktı.
İkinci Meclis seçimleri 28 Haziran 1923'te yapılacak ve tam da Mustafa Kemal'in kuruluş düşüncesine uygun olarak, kendi ifadesiyle "kız gibi meclis seçilecekti."
Bu nedenle, Birinci Meclis'in tüm mebus üyeleri İkinci Meclis'te yer almayacak, topyekûn tasfiye edilecekti.
30 Ocak 1923'te Türk-Yunan Mübadelesi gerçekleşti.
29 Ekim 1923'te cumhuriyet ilan edildi.
15-21 Şubat 1923 tarihleri arasında düzenlenen İzmir İktisat Kongresi'nde, Batı kapitalizmine, özellikle İngiltere'ye, kapitalist kalkınma yoluyla açık olma ve yabancı sermayeye izin verme; bu bağlamda Sovyetler Birliği'ne ise mesafe koyma tercihi benimsendi.
1 Kasım 1922'de halifelik ve saltanat birbirinden ayrıldı; ancak önce saltanat kaldırıldı.
En çok sıkıntı yaratacak olan halifelikti...
1 Mart 1924'te halifelik de kaldırıldı.
24 Nisan 1924'te 1924 Anayasası kabul edildi.
Bu anayasada "dinsel hükümlerin yerine getirilmesi" maddesi çıkarılarak devlet laikliğe doğru yönelmiş oldu.
Ancak Anayasa'da hâlâ yer alan "Devletin dini İslamdır" hükmü, 10 Nisan 1928'de kaldırıldı; laiklik ilkesi ise ancak 1937'de Anayasa'ya resmen girdi.
Lozan sonrası
24 Temmuz 1924'te Lozan Barış Antlaşması imzalandı.
Lozan'da belli bir uluslararası meşruiyet sağlanınca, Mustafa Kemal'in Talat Paşa'ya yazdığı mektupta geçen "Sulh sonrası tavır ve hareket" programını uygulamak için eli rahatladı.
Lozan'da, "dış güçlere karşı birlik" oyununa kapılan bazı Kürt ileri gelenlerinin iyi niyetleri istismar edilerek, sözde "ortak mutabakat"ın öngördüğü biçimde "Türkler ve Kürtler asli kurucu yurttaş" diyenler, Lozan'ın imzalanmasının ardından, İttihatçı iktidar döneminde başlayan ve I. Dünya Savaşı yenilgisi nedeniyle yarım kalan Türkleştirme programı kapsamında tasfiye edilmeyi bekliyordu.
Sadece onlar mı?
Farklılıklarını sürdürmek isteyenler, itiraz edenler; ulusal, inançsal, sınıfsal ve siyasal toplumsal katmanlar da genel olarak İstiklal Mahkemeleri, Takrir-i Sükûn Yasası, Şark Islahat Planı, İskân Kanunu ve Tunceli Kanunu gibi uygulamalarla yasaklar, hapis ve darağacıyla karşı karşıya kaldı.
Ülkenin yeni sosyal, siyasal ve sınıfsal yapısı, cumhuriyet idaresi altında Türk, Sünni ve kapitalizm üçlüsüne dayanıyordu.
Elbette en üstte, cumhuriyet kabuğuyla sarılmış "otokrat" bir liderlik vardı.
Düğmeler "eksik" iliklenince...
İlk dönem filozoflarından ödünç aldığım kavramlarla ifade edecek olursam, "Cumhuriyet, özgür yurttaşların demokratik rejimidir."
Gel gör ki, cumhuriyetin kuruluş sürecinde kurucu iradenin tekçi ideallerle başlamasının bir bedeli olacaktı.
Düğmeler eksik iliklenmiş ve bu haliyle içselleşmişti.
Sonuçta ortaya "halksız," "Kürtsüz," "Alevisiz," "solsuz" bir cumhuriyet çıktı.
Tanınan sınırlı yurttaşlık haklarının çoğu kez "yok hükmünde" olduğu ortaya konuyor, çok övünülen laiklik ise güdük ve tartışmalı kalıyordu.
En olanaksız, en zor koşullarda demokratik sayılabilecek Birinci Meclis kuruluyor, bu Meclis'ten demokratik 1921 Anayasası çıkıyor, bu meclis Kurtuluş Savaşı'nı yürütüyor ve kazandıktan sonra Türkiye barış döneminin çok daha güçlü bir aşamasına geçiyordu.
Peki ne oldu?
Birinci Meclis'in hemen hemen tüm mebusları, demokratik anayasa ve muhalefet tasfiye ediliyordu.
Ez cümle:
100 yıllık cumhuriyetle ilgili en temel soru, "Cumhuriyet neden demokratikleşemedi?" sorusudur.
Bu soruya verilen yanıtlar çoğunlukla, "Demokratikleşme tercih edildi ama dönemin koşulları ve dünyanın durumu nedeniyle gerçekleşemedi" şeklinde sürüp giden açıklamalardır.
En zayıf döneminde, önemli ölçüde çoğulcu ve demokratik bir meclis kurulmuş; anayasa yapılmış, muhalefet var olmuştur.
Öte yandan, en güçlü döneminde ise günün ve geleceğin demokrasi eğilimleri tasfiye edilmiştir.
O kadar kapsamlı bir tasfiye ki, Türkiye'de demokratik eğilimler devletin labirentlerinde derinlere gömülmüş ve bir daha gün yüzü görmemiştir.
İlk düğme "halksız," "Kürtsüz," "Alevisiz," "solsuz" iliklenince, yüzyıllık derin çelişki temel çelişki olarak kalıcılaşmış ve hâlen sürmektedir.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish