İran Devrimi ve bir sosyal inşa projesi olarak Şii Hilali: Teo-politik bir analiz

Dr. Batuhan Yıldız Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Wikipedia

20'nci yüzyılın başında Rıza Şah Pehlevi'nin önderliğinde başlatılan modernleşme hamleleri; İran'ı merkeziyetçi, seküler ve Batı dünyasını model alan bir ulus devlet çizgisine çekme çabasının bir ürünü olmuştur.

Bu çerçevede uygulanan "iddialı" politikalar, tıpkı Aydınlanma Çağı Avrupa'sında olduğu gibi geleneksel dinî kurumları pasifize ederek devletin merkezî yapısını güçlendirmeyi hedeflemiştir.

Ancak bu sekülerleşme süreci, İran toplumunun kimilerine göre "muhafazakâr", kimilerine göreyse "tutucu" çevrelerini "şeytanlaştırarak" toplumsal kutuplaşmayı günbegün artırmıştır.

Mezkûr hoşnutsuzluklara verilen Batı tipi liberal-sol ve birçok uzman nezdinde Langley destekli bir reaksiyon olarak gerçekleşen 1979 İslam Devrimi ise yalnızca Pehlevi rejimini sona erdirmekle kalmamış; aynı zamanda İran'ın hem iç siyasi yapısını hem de dış ilişkilerini geri dönülmez biçimde dönüştürmüştür.

Devrim sonrasında kurulan İslam Cumhuriyeti tarafından, özellikle Şii topluluklarla geliştirilen ilişkiler ve mezhep temelli dayanışma söylemi, İran'ın bölgesel stratejisinde belirleyici bir unsur haline gelmiştir.

Bu bağlamda, "Şii Hilali" söylemi yalnızca bir jeopolitik hamle değil; bir kimlik ve söylem inşa sürecinin bölünmez bir parçası olarak da okunmalıdır.

İşte tam da bu noktada, bu haftaki yazım, Şii Hilali'ni salt "yayılmacı" bir güvenlik stratejisi olarak anlatmaktan ziyade; ideolojik, kimliksel ve kurumsal unsurların iç içe geçtiği çok katmanlı bir dış politika girişimi olarak olabildiğince tarafsız biçimde analiz etmeyi amaçlamaktadır.

Öyleyse başlayabiliriz.


Bölüm 1: Şii Hilali kavramı nedir, ne değildir?

"Şii Hilali" erimi ilk kez 2004 yılında Ürdün Kralı II. Abdullah tarafından ortaya atılmıştır.

Kral Abdullah ve onun Atlantik ötesi müttefiklerine göre bu kavram İran'ın; Irak, Suriye ve Lübnan üzerinden Akdeniz'e ulaşan bir etki koridoru oluşturma niyetini tanımlar.

Suudi Arabistan başta olmak üzere ODKA bölgesinin "zengin" Körfez monarşileri ve Türkiye gibi NATO üyesi oyun kurucu ülkeler de bu söylemi benimseyerek İran'ın bölgede mezhepsel ayrımcılığı teşvik ettiği ve Şii yapılar aracılığıyla "yayılmacı" bir strateji izlediği görüşünü "hararetli" bir biçimde savunanlar arasındadır.

İran'ın Lübnan kökenli Hizbullah, Irak kökenli Haşdi Şabi, Yemen kökenli Ensarullah, Suriye kökenli Fatimiyyun ile Zeynebiyyun Tugayları gibi oldukça "tehlikeli" sayılabilecek paramiliter yapılarla kurduğu "sıkı-fıkı" ilişkiler birçok istihbarat uzmanına göre bu çerçevede değerlendirilmektedir. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Owen Sirrs'in "Iran's Qods Force: Proxy Wars, Terrorism, and the War on America" adlı kitabına göreyse bu yapıların büyük bir kısmı doğrudan İran Devrim Muhafızları'na bağlı Kudüs Gücü (Farsça Sepâh-e Qods) tarafından koordine edilmekte ve bu organizasyonel yapı tarafından finansal, ideolojik ve stratejik destek almaktadır.

Ancak bu dindaşlık üzerine bina edilen "duygusal" ilişkiler ağı her zaman tek merkezden idare edilen hiyerarşik bir yapıda değildir. Yerel dinamikler, tarihsel kırılmalar ve etno-sekteryen ayrımlar, İran'ın "yayılmacı" refleksini zaman zaman sınırlamakta; Şii Hilali'ni kimilerine göre "esnek" kimilerine göreyse "ham" ya da "yeterince olgunlaşmamış" bir stratejik yönelim haline getirmektedir.

Dolayısıyla, Şii Hilali salt "yayılmacı" bir proje olmakla yetinmeyip kimi durumlarda ideolojik, kimliksel ve kurumsal katmanların iç içe geçtiği hem savunmacı hem de saldırgan nitelikler taşıyabilen "amorf" bir jeopolitik formasyona dönüşebilmektedir.


Bölüm 2: Kültürel ideoloji, teolojik hafıza ve Şii kimlik inşası

Başta Dr. Maysam Behravesh gibi genç kuşak akademisyenler ve birçok istihbarat kökenli politik psikoloji uzmanın da çeşitli devlet raporlarında sıklıkla vurguladığına göre, İran'ın dış politika vizyonu yalnızca diplomatik ve askerî araçlarla sınırlı değildir.

Bu vizyon aynı zamanda güçlü bir kültürel, ideolojik ve teolojik zemine yaslanmaktadır.

Bir diğer ifadeyle İran, özellikle Şii kimliğini hem içeride hem dışarıda yeniden inşa etme konusunda oldukça istikrarlı bir "bilinç mühendisliği" yürütmektedir.

Bu bağlamda organizasyonel bir silah olarak kullanılan en merkezi öğe, Kerbela anlatısıdır.

Hz. Hüseyin'in Kerbela'da şehit edilmesi hadisesi etrafında yeniden yorumlanan mazlumluk, şehitlik ve direniş "naratifi", İran'ın iç konsolidasyonuna olduğu kadar dış mobilizasyonuna da hizmet eden ya da İranlı politika yapıcıların (İng. policymaker) "ekmeğine yağ süren" sembolik bir araç işlevi görmektedir. 
    

Bu bağlamda metaforik olarak düşünüldüğünde Kum şehrindeki medreseler sadece din adamı yetiştirmekle kalmaz; aynı zamanda İran'ın dış politika söylemine entegre olmuş "itaatkâr" ruhban elitler üretir.

Bu üretim sürecinin sonunda mezkûr dinî kadrolar, tıpkı Amerikan misyonerleri gibi farklı ülkelere gönderilerek orada Şii cemaatlerle bağ kurmakta; "kullanışlı" aparatlar olarak tanımladığı gruplara "hipodermik iğne modeli" temelli "dogmatik" eğitim vermekte ve hedef kitlelerinin hem duygusal hem de varoluşsal yapılanmasında İran yanlısı (İng. pro-Iranian) bir ideolojik eğilim ikliminin payandalarını döşemektedirler.

Tüm bunların haricinde, İran'ın yumuşak güç araçları arasında "tek boyutlu" medya organları (bkz. Press TV, El-Alem TV), Molla rejiminin dostları tarafından fonlanan akademisyenlerin katıldığı uluslararası akademik konferanslar gibi sosyokültürel etkinlikler ve Şii diasporasının etki alanını arttırmaya yönelik 7/24 çalışan sivil toplum kuruluşları bulunmaktadır.

Bu araçlar, özellikle devlet otoritesinin zayıf ya da meşruiyet sorunu yaşadığı bölgelerde daha etkili bir şekilde işletilmektedirler.

Ancak bu faaliyetlerin Türkiye gibi tarihsel bilince sahip ülkelerde "hizipçilik" ya da "iç işlere karışma" olarak algılanması, İran'ın ideolojik yayılmacılığını sınırlayan bir kırılganlık da yaratmaktadır.
 


Bölüm 3: Şii Hilali projesinin istihbari ayağı

Tüm bu söylenenlerin haricinde ve birçok ODKA kökenli uluslararası ilişkiler analisti tarafından sıklıkla zikredildiği üzere, İran'ın Şii Hilali girişiminin bir diğer temel unsuru, üç ayaklı olarak da tanımlanabilecek "girift" bir istihbari yapılanmanın üzerine bina edilmiştir.

Bu "sofistike" yapının sac ayaklarından ilki İran İslam Cumhuriyeti İstihbarat Bakanlığı (VEVAK) üzerinden yürütülen geleneksel istihbarat faaliyetleridir.

Birçok İranlı'ya göre VEVAK, hem iç muhalefetin denetimi hem de dış bilgi toplama süreçlerinde konvansiyonel devlet reflekslerini temsil eden "kudretli" bir oluşum olarak da formüle edilebilir.

İkinci sacayağını oluşturan Devrim Muhafızları İstihbarat Teşkilatı (IO-IRGC) da doğrudan "ruhani lider" Hamaney'e bağlı çalışarak sistemin ideolojik safiyetini korumaya, hem iç hem de dış tehditleri bastırmaya çalışan "gözü kara" bir organizasyon olarak algılanmaktadır.

Üçüncü belki de en kritik unsur ise Devrim Muhafızları'nın dış operasyon kolu olan ve yukarıda da kısaca bahsi geçirilen Sepâh-e Qods'tür.

Bu yapı vekil güçlerin yetiştirilmesinden, çeşitli teçhizat ve gerekli know-how (Tr. teknik bilgi) ile donatılmasına kadar "ultra" hassasiyet gerektiren aşamalarda oldukça etkin bir rol oynar.

Bu proje kapsamında Hizbullah, Lübnan'daki medya gücüyle Şii toplumun zihinsel haritasını İran lehine şekillendirir.

Haşdi Şabi ise Irak'ta alternatif bir devlet otoritesi kurarak İran'ın bölgedeki etkisini kalıcılaştırır.

Ensarullah da Yemen'de İran'ın varlığını meşrulaştıran teo-politik bir çerçeve sunar. 


Bölüm 4: Şii Hilali idealinin çöküşü 

Ancak son yıllarda hem bölgesel hem de küresel düzeyde yaşanan gelişmeler, İran'ın bu çok boyutlu stratejisinin sürdürülebilirliğini ciddi biçimde sorgulatmaktadır.

Özellikle Türkiye ve ABD gibi küresel aktörlerle girilen keskin mücadeleler, İran'ı hem diplomatik hem de ekonomik anlamda giderek daha fazla yalnızlaştıran bir sürecin tetikleyicisi olmuştur.

Benzer şekilde Suudi Arabistan ile İran arasındaki ezeli mezhep rekabeti, yalnızca dinî kimlikler üzerinden değil; aynı zamanda jeopolitik hegemonya mücadelesi bağlamında da giderek sertleşmiştir.

Her ne kadar son dönemde Çin'in ara buluculuğunda Tahran-Riyad arasında diplomatik normalleşme adımları atılmış olsa da bu sürecin kalıcılığı henüz netlik kazanmamıştır.

Zira Suudi Arabistan'ın İsrail ve ABD ile yeniden filizlenen ilişkileri, İran'ın bölgesel jeopolitik denkleme entegrasyonunu zora sokmaktadır.

Üstelik petrol zengini Körfez monarşileri nezdinde İran, hâlâ bir tür "ontolojik tehdit" olarak görülmekte; bu da Şii Hilali'nin Arap dünyasında kabul görmesini imkânsız hale getirmektedir.  


Tüm bu söylenenlere eklenebilecek yeni bir katman olarak da İsrail-İran gerilimi, İran'ın bu "ele avuca sığamayan" stratejisini "gönülsüz" bir biçimde rafa kaldırmasına sebep olmuştur.

Bir diğer ifadeyle, İran'ın İsrail'e gerçekleştirdiği doğrudan füze saldırıları, beklenen psikolojik etkiyi yaratmaktan uzak kalmış ve İsrail'in savunma kapasitesinin güçlü performansı İran'ın askeri kudretine dair kuşkuları artırmıştır.

Jeopolitik yalnızlığın getirdiği ekonomik buhranlar ise "dosta korku düşmana güven veren" boyutlara ulaşmıştır.

Batı merkezli ekonomik sistemden dışlanan ve sürekli yaptırımlarla karşı karşıya kalan İran ekonomisi, giderek Çin ve Rusya gibi alternatif aktörlere bağımlı hale gelmiştir.

Çin'le yapılan asimetrik enerji anlaşmaları ve Rusya ile "şark pazarlığı" tadında "el altından" yürütülen ticari ilişkiler de kısa vadede maddi kazanç sağlasa da uzun vadede İran'ın kendi kendine yetebilen bir devlet olma durumunu ortadan kaldırmakta ve kamuoyunda "avcıyken av mı olduk?" şeklindeki söylemlerin artmasına neden olmaktadır. 


Sonuç yerine

Sonuç olarak İran'ın Şii Hilali stratejisi bugün hem ODKA bölgesinde hem de Ortadoğu dışında ciddi sınamalarla karşı karşıyadır.

Bu stratejinin sağladığı jeopolitik kazanımlar, son yıllarda giderek artan maliyetlerle kıyaslandığında sürdürülebilirliğini büyük ölçüde yitirmiş görünmektedir.

İktisat literatüründeki tabirle İran'ın mevcut dış politika yaklaşımı, yüksek maliyetli fakat düşük getirili bir jeopolitik yatırıma dönüşmüş bir "başarısız" girişim örneği olarak da tanımlanabilir. Ve önümüzdeki dönemde Tahran, "devrim ihracı" söylemi üzerine kurgulanan bir rogue state (Tr. haydut devlet) olma idealinden uzaklaşarak daha yapıcı, kapsayıcı ve bölgesel iş birliğine dayalı pragmatik bir stratejik eylem planına yönelmediği takdirde, yalnızca bölgesel liderlik iddiasını değil; yerel halk nezdindeki meşruiyetini de kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacaktır.

Çünkü arzular sınırsız, kaynaklar ise sınırlıdır.

Akıl süzgecinden geçirilmemiş ihtirasların esiri olup duygularımızla hareket etmek de tarihin bizlere gösterdiği üzere hem toplumlar hem de bireyler için istisna kabul etmeksizin büyük hezeyanlar doğurur.

Herkese mutlak barışın hüküm sürdüğü ve algı kapılarımızın her daim açık olduğu esenlik dolu bir hafta dilerim. 

 

 

*Dr. Batuhan Yıldız, Nottingham Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olmuştur. Yüksek lisansını İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, Doktorasını ise Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin Sosyoloji Bölümü’nde tamamlamıştır. Toplumsal yapı araştırmaları, gündelik hayatın sosyolojisi, Çin, Orta Doğu ve Post-Sovyet ülkelerinin içtimai tarihi uzmanlık alanları arasındadır. Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde doktor öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadır.

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU