Soğuk Savaş, Panarabizm ve "yeni" Ortadoğu'nun sosyolojisi üzerine düşünceler (II)

Dr. Batuhan Yıldız Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Universal History Archive/Universal Images Group/Wikipedia

1912 Uşi Antlaşması'yla Osmanlı İmparatorluğu'nun kontrolünden çıkıp İtalyan "kolonyalistlerin" avcuna düşen Libya, Şark tipi bir "sömürge" ülke olma durumunu 1940'lı yıllara kadar sürdürmüştür.

Bu süre zarfında gayri nizamı harp tekniklerinin İttihat ve Terakki dostu ustalarından Ömer Muhtar gibi özgürlük savaşçıları, İtalyan "faşizmine" karşı sistematik direnişler gerçekleştirmiş olsa da bu girişimler başarıya ulaşamamış; ülke II. Dünya savaşı sonrasında İngiliz ile Fransız denetimine girmekten kendini kurtaramamıştır.

1951 yılına gelindiğindeyse yerel liderlerin bağımsızlık çabaları sonuç vermiş; ABD, Birleşik Krallık ve BM (Birleşmiş Milletler) tarafından kurgulanan "yeni" uluslararası düzen, Kuzey Afrika'nın kalbinde yer alan Libya için derin yapısal dönüşümlerin başlangıcına işaret etmiştir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Birleşik Devletler doğumlu tarihçi Ronald Bruce St. John'un da "Libya from Colony to Revolution" adlı kitabında biz okuyuculara etraflıca aktardığı üzere, mevzubahis dönemde Libya'nın "anahtarları" ülkenin ilk ve tek kralı olan İdris'e teslim edilmiştir.

Lakin çok kısa bir süre içerisinde Libya topraklarında zengin petrol yataklarının bulunması, ülkenin hem içeriden hem de dışarıdan gelen müdahalelerle çokça rahatsız edilmesine sebep olmuştur.

 Bu müdahalelerden doğan kolektif hoşnutsuzluk, zamanla ideolojik bir yön kazanmış ve Arap dünyasında yükselen milliyetçi dalga ile birleşerek "yumuşak bir darbeyle" (İng. soft coup) monarşinin sonunu getirmiştir.

İşte tam da bu noktada, bu haftaki yazımın amacı Soğuk Savaş döneminin en "sıcak" günlerinden birinde gerçekleşen Libya Devrimi'nin anatomisini Muammer Kaddafi'nin hayat hikâyesiyle birleştirerek sosyolojik bir perspektiften ele almak olacaktır.

Öyleyse başlayabiliriz. 


Bölüm 1: Libya'nın sosyolojisi ve bir Panarabist toplum inşacısı olarak Muammer Kaddafi

Muammer Kaddafi, 1942 civarında Sirte yakınlarında yoksul bir bedevi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir.

Kolonyal bir geçmişin ve derin sınıfsal ayrımların gölgesinde geçen çocukluğu, onu erken yaşlarda "sosyalist" bir farkındalığa itmiştir.

Bununla birlikte, 1952 Mısır Devrimi ve Cemal Abdunnâsır'ın "muhteşem" yükselişi gibi çarpıcı olaylar, Kaddafi'nin politik vizyonunu şekillendiren başat etkenlerden olmuştur.  

İlerleyen yıllarda kayıt yaptırdığı Bingazi Kraliyet Askerî Akademisi'nde kurduğu "kışla menşeli" ittifaklar ise Libya'nın geleceğini "yeniden yazma" girişiminin kaldırım taşlarını döşemiştir.

Bir diğer ifadeyle, takvimler 1 Eylül 1969'u gösterdiğinde, henüz 27 yaşında genç bir subay olan Kaddafi ve onun önderliğinde "dallanıp budaklanan" Hür Subaylar Hareketi, "iş birlikçi" olarak tanımladıkları Kral İdris'i kimsenin burnu bile kanamadan tahttan indirmiştir.

Bu gelişmelerin hemen sonrasında, kendini sessiz çoğunluğun "alışılagelmedik" sesi olarak da tanımlayan Kaddafi; petrol gelirlerinin ulusallaştırılmasından, İngiliz ve Amerikan üslerinin kapatılmasına kadar birtakım "radikal" kararlar alarak kendisini ODKA bölgesinin "oyun bozucu" aktörlerinden birine dönüştürmeyi oldukça "azametli" bir biçimde başarmıştır.

Tüm bu söylenenlere ek olarak Kaddafi, kitle iletişim araçlarının da yardımıyla Nâsır'ın panarabist ütopyasını bir adım daha ileri taşıyarak İslami Sosyalizm adını verdiği "özgün" bir ideolojik hatta yönelmiş ve kendini kamuoyuna Libya'nın Robin Hood'u olarak tanıtmıştır.

Marksizm ve Leninizm'e alternatif bir "yol haritası" olarak tanımladığı Üçüncü Enternasyonel adlı teorisini ve magnum opus'u olan Yeşil Kitap (Arapça, el-Kitāb ul-Aḫḍar) isimli eserini de bu yıllarda gün yüzüne çıkarmıştır. 

    
Bölüm 2: Kaddafi'nin Yeşil Kitabı ve Cemahiriye fikrinin şafağı 

Birçok Marksist düşünür tarafından, Libya'nın "Komünist Manifestosu" olarak formüle edilen Yeşil Kitap, bir toplum inşacısı olan Muammer Kaddafi'nin devlet, cemiyet ve ekonomi üzerine geliştirdiği özgün fikirlerinin toplum bilimsel bir manifestosu olarak 1975 yılında raflardaki yerini almıştır.

Bu 3 bölümlük "sade" ama "put kırıcı" metin, Batı dünyasının "dayattığı" siyasi yol haritalarına karşı, "alternatif bir uygarlık modelinin" teorik taslağı olarak da "tarihsiz" tüm Müslüman halklarının beğenisine sunulmuştur.

Bu teorilerin pratiğe döküldüğü "otantik" siyasi yapılanma ise 1977'de ilan edilen "Cemahiriye" (İng. Jamahiriya) sistemiyle hayata geçmiştir.

Sami G. Hajjar'ın "The Jamahiriya Experiment in Libya: Qadhafi and Rousseau" adlı makalesinde de sıkça bahsi geçtiği üzere, Arapçada "kitlelerin devleti" anlamına gelen bu "alacalı" kavram, klasik anlamda bir devlet yapılanmasından ziyade, halkın doğrudan yönetime katıldığı, aracısız bir katılımcı model olarak lanse edilmiştir.

Bu sisteme göre, her Libyalının üye sayıldığı yerel halk kongrelerinde kararlar alınır; bu kararlar halk komiteleri tarafından uygulanırdı.

En üst düzeyde de tüm yerel kongrelerin temsil edildiği Genel Halk Kongresi yasama işlevini üstlenirdi.

Kaddafi ise bu "gerçek olamayacak kadar güzel" (İng. too good to be true) yapının üzerinde yalnızca "sembolik bir lider" olarak konumlanmakla yetinmeyerek kendini alınan her kararın ardında "mutlak" bir belirleyici haline getirmeyi o ya da bu şekillerde başarmıştır. 


Bölüm 3: Cemahiriye'nin ekonomi politiği ve varoluşsal açmazları

Yukarıda söylenenlerden hareketle, Cemahiriye sisteminin ekonomi politikalarında da Kaddafi, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki ikiliği reddediyor mülkiyeti emekle sınırlı bir "üçüncü yol" olarak liberal dünyanın "gözüne sokuyordu".

Bu bağlamda, "Kira köleliktir" mantrasıyla özel mülkiyet yavaş ama emin adımlarla sınırlandırılmaya başlandı ve üretim araçlarının halkın kolektif denetimine geçme projesi de Leninvari bir biçimde hayata geçirildi.

Öte yandan, "katmerli" petrol gelirleri sayesinde sürdürülen mali yardımlar ve eğitim ile sağlık alanına yapılan "gargantuan" yatırımlar, rejimin otoritesini bir süreliğine tahkim etse de mezkûr destek paketleri hiçbir zaman halkın mutlak özgürlüğü veya refahı için sürdürülebilir hale gelemedi.

Bir diğer ifadeyle, Cemahiriye'nin büyük bir kararlılıkla kurmaya yeltendiği "Jean Jacques Rousseau soslu bir doğrudan halk yönetimi bina etme projesi"; kısa sürede lider kültü, kitlesel gözetim ve devlet şiddeti ekseninde işleyen bir George Orwell distopyasına dönüştü.

Kaddafi bu nedenle hem Batı medyasında hem de Ronald Reagan gibi kendisine muhalif olan neo-liberal uluslararası ilişkiler aktörleri tarafından çokça şeytanlaştırıldı.  


Bölüm 4: Kaddafi'nin stigmatize edilmesine giden yolun kronolojisi

Alison Pargeter'in de "Libya: The Rise and Fall of Qaddafi" adlı eserinde okuyucularına aktardığı üzere, Kaddafi'nin iktidarının ilk dönemlerinde özellikle Arap dünyasında "popülist" bir kahraman olarak öne çıkması; Washington, Londra ve Paris gibi Batı başkentlerinde endişeyle karşılandı.

Çünkü genç yaşta iktidara gelen, sömürgecilik karşıtı sert söylemleri benimseyen, ulusal petrol gelirlerini Batı şirketlerinden çekip doğrudan devlete kanalize eden ve liberal zihniyete "peşkeş çekmeyen" bir lider, "emperyalistler" için büyük bir tehdit oluşturuyordu.

Tüm bunların haricinde; Filistin direnişinden, Afrika'daki sol isyanlara hatta İrlanda Cumhuriyet Ordusu'na ve Latin Amerika menşeli "gerilla" örgütlerine kadar uzayan geniş bir yelpazede çeşitli silahlı gruplara verilen koşulsuz destek, uluslararası ilişkiler sisteminde Kaddafi'yi bir çeşit "Persona non grata"ya (Tr. istenmeyen adam) dönüştürdü.

Reagan yönetimi bu rahatsızlığı açıkça dile getiren ilk Batılı hükümet oldu.

Fakat Kaddafi "rahat durmayı" reddederek başta Amerika olmak üzere birçok Batılı ülkeye yönelttiği "öldürücü" saldırılarına devam etti.  

Ve uzun günün sonunda, 1986'da Batı Berlin'de içi "hınca hınç" Amerikan askerleri ve birçok siville dolu olan bir diskotekin bombalanmasında Libya'nın parmağı olduğuna inanılması üzerine, ABD Hava Kuvvetleri Trablus ve Bingazi'yi bombaladı.

Bu saldırı, Libya'nın "şeytanlaştırılma" sürecinde de kırılma noktalarından biri oldu.

Örneğin, ABD Başkanı Reagan bahsi geçen dönemde Kaddafi için "Mad Dog of the Middle East" (Tr. Ortadoğu'nun kuduz köpeği) nitelemesini kullandı.

1990'lara gelindiğindeyse Lockerbie Faciası (Pan Am 103 sefer sayılı uçağın İskoçya üzerinde infilak etmesi) Libya'nın uluslararası ilişkiler sisteminde reel anlamda tecrit edilmesinin fitilini ateşledi.

Çünkü bu saldırı da doğrudan sivilleri hedef almıştı.

Kaddafi yıllarca sorumluluk almayı reddetti ancak uzun günün sonunda, tarihler 2003 yılını gösterdiğinde "yüklü" bir tazminat ödemeyi ve "ince eleyip sık dokuyarak" geliştirdiği nükleer silah programını bırakmayı "gönülsüzce" kabul etti.

Bu dönem, Batı ile kısmi bir yumuşamanın yaşandığı nadir dönemlerden biri olarak da kayıtlara geçti.

Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı ve 2011'de vuku bulan Arap Baharı dalgası Kaddafi'nin sonunu getirdi. 


Sonuç

Ve sonuç olarak Kaddafi'nin hayatı; post-kolonyal öfkenin, radikal ütopyaların, lider kültünün ve jeopolitik yalnızlığın iç içe geçtiği politik bir roman gibi de okunabilir.

Cemahiriye ideolojisi de teoride kamuoyuna halkın "mutlak" iktidarı gibi sunulsa da pratikte "tepesinin tası atmış" bir liderin "kişisel" ihtiraslarına indirgenmiş "metruk" bir sistem hâline dönüşmekten kendini kurtaramamıştır.

Yaklaşık 10 yıl kadar önce yaptığım bir iş seyahati esnasında rastladığım Libya doğumlu bir Fransız vatandaşının tarafıma aktardığı üzere, muhafazakâr-sol dünya görüşüne sahip hatırı sayılır bir kesim onu Allah yolunda yürümüş anti-emperyalist bir devrimci olarak anmaktadır, "liberal realist" olarak tanımlanabilecek bir başka kesim ise onu çok sesliliği bastıran Adolf Hitler benzeri bir tiranlıkla özdeşleştirmektedir.

Bu, oldukça "tartışmalı" figür hakkında nihai kararı vermek ise siz değerli okuyucularıma kalmıştır.

Önümüzdeki haftaki yazımda, Suudi Arabistan ve Ürdün'ün Soğuk savaş dönemindeki içtimai yapılanmasını Arnold Toynbee tarafından söylendiği iddia edilen Kuzey Müslümanlığı ve Güney Müslümanlığı kavramları üzerinden ele almaya çalışacağım.

Herkese ortak sevinçlerin çoğaldığı, paylaşmanın ve toplumsal dayanışmanın hüküm sürdüğü esenlik dolu bir hafta dilerim.

 

 

*Dr. Batuhan Yıldız, Nottingham Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olmuştur. Yüksek lisansını İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, Doktorasını ise Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin Sosyoloji Bölümü’nde tamamlamıştır. Toplumsal yapı araştırmaları, gündelik hayatın sosyolojisi, Çin, Orta Doğu ve Post-Sovyet ülkelerinin içtimai tarihi uzmanlık alanları arasındadır. Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde doktor öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadır.

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU