İngiltere
İngilizlerin iyi bildiği bir savaş türüdür, kabile savaşları.
Dünyanın her neresinde bunu yaptılar ise orayı yönetmeyi de başardılar.
Afrika örneği bunun başında geldi. Ama biz Ortadoğu'ya odaklanalım.
İngilizler Osmanlı'nın sön dönemlerinde (sistemli faaliyetleri yönetmek adına) sarayı, maliyeyi, ticareti ve yeraltı kaynaklarını da yönetmek istediler, (işgalleri kolaylaştırmak adına) kabileleri de.
Aslında İngilizlerin kabileleri ayartarak bu coğrafyada yaptıklarını iyi biliyoruz.
İç isyanlar oldu…
Bu tam bir jeopolitik oyundu: "Böl ve hükmet!"
Amerika
Amerikalıların asıl dokusu Anglosakson'dur.
Yani böl ve hükmet damarı, Amerika kıtasına geçtiğinde gayet akıllı olan İngilizler, Fransızları ve Hollandalıları geride bırakarak emin adımlarla yeni bir dünya inşa sürecine girdiler.
Bu yeni kıtadaki yerliler, yani kabileler onların tabiriyle, "a piece of cake" yani çok basit bir işti.
Anglosaksonlar rakipleri olan Avrupalılara çok yönlü ve kendi kapasiteleri gereği planlı faaliyetleri sürdürürlerken, diğer yandan yerli kabileleri elemine edecek eylemleri gerçekleştirdiler.
Uluslararası sistem
Uluslaşmak esastır.
Uluslaşamayanlar derece derece geridedirler.
Uluslaşamayanlar uluslararası sistemde zor yer bulurlar.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Dünya savaşı sonrasında dünya yeniden kurgulandı ve kuruldu da.
Anglosaksonlar ve diğer Batılılar dünyayı karış karış parsellediler.
Ama önce zenginlikleri kontrol etmeliydiler.
Rakipleri vardı ve zenginliğin de yeniden tanımlanması, küresel kapitalizmin yeniden işler hale getirilmesi gerekmekteydi.
Onlar da buradan başladılar. Dünyaya bir refah ve güvenlik ağı kurdular.
Bunu "uluslararası sistem" olarak tanımlamak mümkündü.
Anglosaksonlar büyük savaşı kazanan ortaklarıyla beraber küresel kapitalizmin ihyası için uluslararası sistemi kurdular.
Kabileler ve kabile devletler bu amaç için ya görmezden gelindi ya da onlarla anlaşmalar yapıldı.
En önemlisi, güvenlik baskısı kurulması ve yeraltı kaynaklarının işletilmesi için kabilelerden yararlanıldı.
Unutmadan yazayım, ABD mesela (Trump'ın eski model gördüğünden geçtiğimiz aylarda lağvettiği) USAID gibi kurumlar üzerinden pek çok ülkeye yardımlar yaptı.
Marshall Yardımları ile ABD ile tokalaşan resimli çuvalları kabul etmesi istenen muhtaç ülkelere açılım sağlandı.
Bunların içinde süt tozu, giyilmedik elbise, inşaat malzemesi, gibi yardımlar da vardı.
Soğuk Savaş zamanında Sovyetler asıl rakipti.
Onu neler yıktı?
Rekabet! İnsanın doğası!..
Küresel kapitalizm, uluslararası sistem, büyük projelerle başlatılan yarış, yeni dünya düzeninin yeni ekonomik kaideleri, üret ve tüket tarzı iş bölümleri, silahlanan dünya, dolarizasyon, İngilizce konuşmanın getirdiği zenginlikler ve fırsatlar…
Hepsi mükemmel birer "sert ve yumuşak güç" uygulamalarıyla doluydu.
Ama en çok "yumuşak güç" işe yaramıştı.
SSCB dayanamadı ve dağıldı.
Soğuk Savaş sonrası
Bundan sonra SSCB'den ve küresel nüfuz alanlarından arta kalan ülkeleri kabul değişimleri söz konusu oldu.
İşte bu dönemde kabileler yine hatırlanır olmaya başladı.
Savaşlar, işgaller, rejim değişiklikleri, sürekli yaratılan krizler, ama en önemlisi vekil güçler ile bunları devreye sokmaya yarayacak doğal sebeplerin yaratıcısı, yereldeki insanların örgütlenmesi işleri, görüldü.
Yeni dünya düzeni
Yerelin örgütlenmesi! Kabilelerin elinden tutmak da bunun içinde, kabileleri kullanmak da.
Nasıl kullanırsanız kullanın… İster vekil yapın ister onlardan bir terörist örgüt yaratın, sonra "tavşan kaç tazı tut" misali faaliyetlerle coğrafyaların muhtaçlık depolarına mermi taşıyın!
Din ve mezhep kimin umurunda?
Yaşasın yeni dünya düzeni!
George W. Bush tam da böyle söyledi, 11 Eylül 2001 sonrasında:
Yeni dünya düzeni.
Bu yeni düzende savaş ve yıkım devam edecekti.
Yine ayrım vardı: Organize olan ve uluslararası sisteme dahil olanları elde tutmak; bunların dışındakileri dönüştürmek, onlardan azami istifade edecek imkanları yaratmak için kabile savaşlarını başlatmak.
Neomedyevalizm
İlk hamle Afganistan'a oldu.
Hatta dünyada tek güvenlik örgütü olan NATO bile devreye kondu.
Sorular çoktu ama bildik gibiydi:
El Kaide de neydi? Taliban kimdi?
Dünya nelerle haşır neşir olmaya başlamıştı?
Yeni dünya düzeni kabileleri, çok iyi bildikleri işleri, yeniden devreye sokmuştu.
Artık Orta Çağ yeniden hortlatılmıştı.
Benim sürekli "Neomedyevalizm" dediğim, "Yeni Orta Çağcılık" işi yeniden sahnelenmekteydi.
Düşünsenize, Bush'un ilan ettiği "yeni dünya düzeni" Orta Çağ'ın kabile sistemi ile inşa edilecekti.
Olan buydu.
iz bakmayın olayların içindeki detaylara.
Detaylar sizin algınızdakiler...
Asıl olan buydu:
Yeni dünya düzeni ve kabileler savaşı.
ABD askerleri Afganistan'dan çıkarken verdiği görüntülere bakıp şöyle düşünenler oldu, "Vay be, Amerika yine yenildi!"
Kim yeniyordu Amerika'yı?
Taliban! Yani bir kabile.
Böyle miydi acaba?
Detaylar sizi boğar!..
Algı bazen üstünlük bazen de mağduriyet.
Mağduriyet yaratılır ki; bunun üzerine meşruiyet inşa edilebilsin.
İşte böyle, Yeni Orta Çağ'ın derebeylerini atladı gözü boyanan insanlar…
Derebeyler kabileleri zapt ederken, dünyanın akıllı uslu insanları günlük işlerde üretici-tüketici ve seçimlerde oy veren olmaya çalışırken, yöntemi belli algı yönetimine tabiler.
Ortadoğu
Zamanı ileriye sarayım.
Örneğin, Arap Baharı sürecine bakın.
İki şey yine devrede: "Normalleşmeler ve kabileler."
Odak noktamız Ortadoğu.
(Not: ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı -CENTCOM-sorumluluk ve ilgi sahası Afganistan'dan başlar ve tüm Ortadoğu'yu kapsar.)
Bazı Ortadoğu ülkeleri kolay "normalleşme" yöntemini seçtiler.
Yani, uluslararası sisteme dahil olmayı seçtiler veya onlara "siz bu taraftasınız" dediler.
İşte baştan beri açıkladığımız o küresel kapitalizmin gereği işler bunlar...
Diğerleri, isteseler de normalleşmelerine izin verilmezlerdi.
Zira bu bölgede kontrolü tam sağlayabilmek ve diğer rakipleri burada zayıflatmak için türlü olayların sahnelenmesi gerekmekteydi.
Ne yapıldı dersiniz?
Kabile savaşları, kabilelerden terörist örgüt yaratılması, iç savaşlar, vs.
İsrail
İsrail bu işlerde çok mahirdir.
Tarihsel perspektifte Ortadoğu'da bilmediği ve yönlendirmediği aktör ve dönem olmamıştır, dinler dahil her şey onun kontrolünde gelişmiştir.
Anglosaksonlar, işi bilenlerdir ve aynı zamanda kapasiteleri gereği muktedirler.
İşte burada iş birliği husus var: "Anglosaksonlar ve Yahudiler ele eleler."
Bakınız: "Tarihte ve Coğrafyada Konumlanmak"
Yahudiler (ve tabii ortağı Anglosaksonlar) ne yapıyorlar?
Kabileleri azdırıyorlar, onları çok yönlü kullanıyorlar, ellerine silah dahil belli imkanları veriyorlar, ölümlerini sağlıyorlar, ama o genişliyorlar…
Son olayların görüntülerine bakın.
Mesela Suveyda'da Dürzi ve Bedevi eli silahlı gruplara bakın!
İfadelere bakın:
Arap ve Bedevi kabileler şunu yaptı, bunu yaptı…
Şaşırdınız mı?
Neomedyevalizm bu!
Kabile savaşları böyle bir şey…
İran
1979 Humeyni Devrimi ile beraber kadim İran, petrol-gaz gelirine bağlı bir otoriter sistem kurdu, içinde yine kabileler vardı.
İran, ABD ve İsrail'i düşman (büyük şeytan, küçük şeytan) ilan etti.
İran anayasasına, Siyonizm ile savaşmak konusunu yazdı.
Yöntem olarak sınırları dışında bir güvenlik ve nüfuz çemberi oluşturmayı seçti.
Yani, bir tür vekaletler savaşı yapacaktı ve hedefi Ortadoğu'dakilerdi; diğer mezhepten olanlar, şeytanlarla işbirliği halindekiler ve tabii bahse konu ettiği o şeytan ülkeler.
İran, terörist İsrail ile nasıl savaşacaktı?
Terör yöntemiyle.
Bu amaçla bölgede zayıf olan belli ülkelerde yaratılan ve desteklenen Direniş Ekseni dedikleri çeşitli yapılarla savaşacaklardı.
Peki o belli ülkeler hangileri?
Irak, Suriye, Yemen, Lübnan…
IRGC'nin Kudüs Gücü bu dış örgütlenme için çalıştı.
İran teröre karşı terör derken kendisi terör devleti konumundaydı.
Üstelik karşısındakilerin eline koz verdi, onlar uluslararası sistemdeydiler, İran sistem dışıydı.
ABD ve İsrail meşruiyet örtüsü altında İran'ı ve Direniş Ekseni içindekileri hedef gösterdi.
Uluslararası sistem onların oyununu seyretmeye koyuldu, biraz da "biz ne koparırız bu kargaşadan" şeklinde ilave planlar yapanlar oldu.
İran içinde de aşiretler var!
Bunları elde tutmaya çalışıyor, çalışacak da.
Ama işte konu da bu: Kabileler kullanabilenler için iyi bir aparat.
Vekiller ve kabileler
Saymakla bitmezler…
Her ülkenin elindeki terör listesi birkaç sayfa yazılı…
Hemen ilk akla gelenler: El Kaide, El Nusra, DAEŞ (IŞİD), PKK/YPG, Hizbullah, Husiler…
Mesela Neomedyeval uygulamayı şöyle gördü dünya: HTŞ'den geçişle meşru Şam yönetiminin yeni siyasi sisteminin inşası.
Ne oldu?
14 yıl süren iç savaşın bitmesi, Esad, İran ve Rusya'nın bölgeyi terk edilmelerinin sağlanması açısından 10 gülük kısa sürede sonlanıverdi.
Son noktada ABD Başkanı Trump Suudi Arabistan gezisinde Ahmed eş-Şara ile tokalaştı.
Suriye'nin Batı'ya (ve küresel sisteme) entegre edilmesi için Ankara Büyükelçisi Tom Barrack özel yetkili büyükelçi tayin edildi.
İsrail dedi ki, "Burası benim genişleme alanım, başkalarını güçlendirirken beni zayıflatamazsınız!"
"Başkaları" dediğinin içinde Türkiye de var. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan New York'ta şöyle cevapladı:
Burası bizim bölgemiz!
Uluslaşma mı, kabileleşme mi?
Sadece Ortadoğu değil, dünya ölçeğinde bu soruyu sorup her bir ülke için siyasal açıklık ve kurumsal yapılanma gereği tercihleri mercek altına almak gerekir.
Mesela Avrupa'da halen köklü feodal sistem, köklü aristokrasi üzerine kapitalizmin içinde sistemleşen modern ve güçlü ulus devletler 18'inci asırda oluşmuştur.
Ancak, 21'inci asırdayız ve Ortadoğu, mevcut aşiretleri büyük ölçüde sistemi kendi içinde tutmayı seçmiş veya buna mecbur bırakılmışlardır.
Bugün (gelişmiş, modern, zamanında uluslaşmış, uluslararası sistemin tam kurucusu olmuş…) Avrupalının giriştiği savaşlar ve çıkar mücadeleleri ulus devlet ve uluslararası sistem bağlamında sürdürülebilirken, Ortadoğulular onların nüfuz alanlarında kalmışlardır.
Bunlar savaşlarını, merkezi otoritelerin yanında savaşa girmek veya karşı olmak, şeklinde gerçekleşmektedirler.
Konumuz Suriye özelinde nasıl açıklanabilir?
Baas Rejimi, içindeki aşiretlerin sevk ve idaresine dayalı bir sistem kurmuştu, bu rejimi destekleyen bir siyasal sistemdi.
Esad ailesi bunların asli temsilcileriydi.
Suriye'de uluslaşmanın tam olmaması sistemik bakımdan sorulacak ana soruları içermekteydi.
İşte Suriye özelinde 14 yıl süren savaşın temel mevzusu buydu.
Esad'ın desteklenmesi için ülkede yer alan Ruslar da İranlılar da bunu gayet iyi biliyorlardı.
Üstelik ABD de SDG yapısını kurarken buna dayalı bir güç dinamiği oluşturmak üzere çaba sarf etti.
ABD bu konuda en somut örneği Irak'ta Barzan aşiretinin de içinde olduğu yörede başka aşiretler varken "bir küçük aşiret devletçiği" kurmayı hesapladı.
Bu bölgesel yapı petrol zenginliği, kültürel gelişme imkanına sahip kılındı.
Bu daha önce petro-devlet sistemi olarak karşımıza çıkan Körfez Ülkeleri'nde böyle yapılmıştı.
Irak'ta Barzan aşiretinin yapılandırılması gibi, Suriye'de de Kürt merkezli, ama ABD'nin desteğini alan bölgedeki aşiretlerin yaşam biçimlerine ellenmedi, sadece desteklenmeye başlandı.
SDG, ABD'nin maaşıyla, eğitimiyle ve organizasyonuyla bir noktaya getirilmeye başlandı.
ABD, Suriye'de Fırat'ın doğusuna odaklandı, ancak başka bölgelerde de bunun genişlemesini istedi, mesela Menbiç bölgesinde.
Su yönüyle kritik/stratejik noktadaki nispeten diğerlerine göre daha kolay karınlarını doyurabilen buradaki güçlü aşiretler halinde ayakta kalmayı başarabilen Arapların bölgesinde ABD daha uzun süre kalamazdı, zira buradaki aşiretlerin yapısının yanı sıra, diğer güçler de vardı, İran, Rusya, Esad, Türkiye gibi.
İsrail öteden beri Golan Tepeleri, Dara vilayeti ve Lübnan sınırı bölgesi esas olmak üzere Dürzilerin olduğu yerlerde kendine müzahir bir alan yaratmaya çalışırken yine buradaki aşiretlerin yapısına ellemedi, destekledi.
Her neyse, 14 yıllık iç savaşta daha da belirginleştiği üzere, Suriye'de her bir alandaki şekil ayrı özellikler barındırmaktaydı.
Ama tek bir ifadeyle durumu açıklarsak, uluslaşamamaktaydılar, bu mümkün değildi.
(Normalleşmek veya normalleşememek terimi ayrıdır. Çünkü aşiretten kurulu devlet sisteme entegre ise normal kabul edilir.)
Uluslararası sistem bunları ne Kuzey Irak, Barzan bölgesindekiler gibi kendine bağlayabilirdi ne de uluslaşma kültürü buraya öyle kolay inşa edilebilirdi.
Aşiretler halinde kaldılar ve değişik güçlere ya yakın ya da uzaktılar, Baas'ın diktatörlüğü de ortadan kalktı ve sonrası malum, yine din örgütlenmesi ve belli aşiretlerin desteğiyle örgütlenen, bir HTŞ'nin operasyonu gerçekleştirildi.
Ahmed eş-Şara aşiret yapısı temelli, bir güç dağılımı üzerine, anayasal sistem kurmak için kolları sıvadı.
ABD ve onun elçisi bu bölgenin bu yapıyı anayasal sisteme geçirip bir denge örgütlenmesiyle uluslaşmayı öngördü.
Ülkenin tamamı için Batı'ya entegrasyon konusunda Türkiye üzerinden destek sürecekti (Barzan'da da böyle oldu).
Bu zor ve zamana ihtiyaç duyan bir projeydi.
İşte İsrail bu gelişime itiraz etti, "benim çıkarlarım daha öncelikli" dedi.
Dürzileri ayarttı.
Şam yönetimini bombaladı.
YPG'ye yeşil ışık yaktı.
Buna karşılık ne oldu?
Şam yönetimi "otorite bende" demek istedi, önce bu yetmedi.
Bu kez ülkedeki aşiretler duruma vaziyet alma iradesi gösterdiler.
Ülke içinden birçok aşiret otobüslerle, kamyonetlerle, motosikletlerle Süveyda istikametine yürümeye başladılar.
Aşiretler, yani kabileler duruma el koymak istediler.
İşte bunu gören Netanyahu "ateşkes" demek durumunda kaldı, aksi halde eldekileri de kaybedebilirdi.
ABD bunun için basit olarak devreye girebildi.
Dışişleri Bakanı Rubio "ateşkes" dedi.
Herkes "ateşkes" dedi.
Ama böyle bir iç meselede neyin ateşkesi yapıldı?
Şam yönetimi ile İsrail arasında tarifi mümkün olmayan bir ara anlaşma!
Kabilelerin savaşı dirilememişlerin meselesi şeklinde gelişir.
Bu, köhneleşmiş zihniyetlerin vebalı halidir.
Suriye dibe vurdu; var olan sistem ve halk dibe vurdu...
Suriye harap ve bitap düştü.
Halk çok yıprandı.
Sürgün oldu, kaçkın oldu, göçmen oldu, sığınmacı oldu…
Şehit oldu, Kahraman oldu ve bir de içinden çıkanlarla hain oldu.
Birçok şey yaşandı bu kadim topraklar içerisinde.
Ama ne uluslaşabilmişlerdi ne de zalimlerden kurtulabilmişlerdi.
Katliamlar oldu, kimyasal silahlar atıldı, insanlar ömrünü, hücre diyeceğim ama bu bile az gelir, bir delikte geçirdi…
Ne için?
Kötülük bir taraftan gelmez, geldi mi her yerden birden gelir ve sonra patlar.
Ne gördük?
Esadcılar, Rusçular, Amerikancılar, İrancılar, İsrailciler, Nusayriciler, diğer mezhepçiler, normalleşip oynaşanlar…
Fakat siz şimdi ne görüyorsunuz?
El sıkışan kravatlı tayin edilmiş arabulucuları.
Bunların şovlarını seyrediyorsunuz.
Onlar her yerdeler!
Belki başka çare yok.
Güçlü olanlar bir vakum oluşturuyorlar; herkes ona hizmet etmek zorunda!
İçine düşülen dip noktaya bağlı temel argüman ne?
Daha fazla kan dökülmesin!
Bugün dipteki Suriye halkı kendi vatanına sahip çıkmak istiyor, sürekli entrika içerikli filmler çevrilse bile.
Suriye halkı içinde kimler kaldı?
- Aşiretler. (Aşiretler mi kaldı, dünya değişmedi mi? Ama kalmış…)
- Mezhepler. (Mezhepçiler aslında neyin peşindeler? Ama öyle tutulmuşlar… İnsanları bu basit yapı içinde yönetmişler. Birey olarak düşünün, o insanın refaha ve güvenliğe dair taleplerini kim deruhte etmeliydi?)
- Terörist zihniyetliler. (Babası da oğlu da, Esad'lar devlet terörü uyguladı. Terörle yola çıkılır mı hem kendi halkına? Sonra ortalığı terörist örgütler bastı.)
- Mafyalaşma. (Otoriterliğin en kolay yöntemi mafyalaşmaktır. Düzen bozuksa en kolayı seçenler hemen mafyalaşırlar. Mafyayla kalkınma olur mu?)
Demek ki en başta kendi yönetenleri zalimdi Suriye'nin.
Sonra bu durumu fırsata dönüştürenler, bu tür yapıları iyi kullanmayı bilenler, hemen planlamalara başladılar.
Bugün Suriye normalleşebilecek mi?
Çünkü yeniden bir güç odaklı mücadele içerisinde ve aşiretler ayakta.
Güçlü olanlar her şeyi kontrol edebilirler; aşiretleri, mezhepleri, teröristleri, mafyaları…
Sonuç
Bu makale işlerin nereye gideceğini açıklamak için yazılmadı, kabileler savaşı ve Yeni Orta Çağ modelinin (tekrar) açıklanması için yazıldı.
Kabileler savaşı dediğim konu kabileler halinde yaşayanları küçümsemek için değildir; Amazon ormanlarında da kabileler var, onlar birer kültürdür.
Onlar öyleler, dünya hali.
Ama şunu da bilmek gerekir, siyaset ve çıkarlar hedef seçerler…
Bugünün derebeyleri Amerikalılar, İngilizler, Yahudiler, Ruslar, vs. bu "böl ve hükmet" sisteminin ana aktörleridir, tarih bize bunu öğretmiş olmalıdır.
O halde kabilecilikten kurtulmak gerekir mi, neler yapılmalıdır?
Herkes şapkasını önüne koysun ve düşünsün.
Onun için bir "diriliş" hikayesi yazsın bu tür "siyasallaşan" toplumlar.
Siyasal din ve mezhepçilik, siyasal sömürü, siyasal kabilecilik…
Aksi halde kullanılırlar.
Habire birbirlerine silah çekerler, dört çeker kamyonetlerin ve basit motosikletlerin üzerinde eli silahlı gezerler, kentleri yıkıktır, aileleri çok zor şartlardadır…
Hatta birbirlerini taşlarlar, hunharca katlederler, kafa kesen infazların görüntülerini yayınlarlar…
O ayrı bu ayrı dememek gerekir.
Herkes biliyor doru ve hakiki tarifi de bir yerden gedik açılırsa uyutulmak, kurbağanın düşük ateşte ısıtılarak pişirilmesi gibi gelişir bütün olaylar.
Uzun sakallı şeyhler siyasi konuşmalar yaparlar…
Sakala diyeceğimiz yok, ama arka kapıdan birilerinden para aldılar ise bunu inananlarına açıkça söylemeliler.
Hedef toplumlar, o ezberledikleri ve savundukları dogmaların onların daha fazla yönetilmeleri için birer afyon etkisi yarattığını bir türlü düşünemezler...
Diplerde yaşarlar. Dipte yaşayanların reaksiyonist ve reflekse dayalı tavırları, kendilerine yeni bir kültür örgüsü yaratır, bunu kutsallaştırırlar.
Sürekli Mad Max filmi stüdyosunda yeni bir bölüm daha çeker gibi olurlar. Bu onların yaşam tarzı olur, kanıksarlar, çıkmaza girerler…
Bölünürler ve hükmedilirler… Bunlar görülür, ta ki bir "genel vali" atanana ve kapitalizmin yeni inşa edeceği kulelerin yükselmesine dek!
Zira Ortadoğu'da Neomedyevalist oyun kurgusu budur. Osmanlı'nın sonlarında yaşayarak öğrendi gerçeği bu ülkenin insanları…
İşgali de gördü, iç isyanları da çeteleri de sömürü düzenini de…
Türkiye, Suriye, Irak ve Lübnan gibi ülkelerin sınırında olan bir ülkedir.
Bu gerçeği gören ve sonra 20'nci asrın başlarında emperyalizme karşı bir Diriliş Mücadelesi ile Kurtuluş Savaşı veren bu ülke insanları çok değerlidir.
Çünkü başarılıdır; düşmanlarına karşı galip gelmiştir ve kendi yöntemlerini öne çıkartarak uluslaşmıştır.
Eğer diğerlerine, komşularına, diptekilere örneklik edilecek ise işte geçtiği yol bellidir.
Aşiretçilik, şeyhlik, şıhlık, ağalık, mezhepçilik ve bunlarla iç içe geçen "sapkın, satılmış ve otoriter siyasi sistemler" zararlıdır, geriye götürür, tıpkı Ortadoğu'da saydığımız ülkelerde görüldüğü gibi, Esad gibi…
Öyle veya böyle, bölgemizde yaşandı bazı şeyler…
Suriye'de üniter devlet yapısıyla dünya sistemine entegre edilecek dipteki bir ülkenin insanları "artık yeter" dercesine doğal bir refleks gösterirken de onlara aklı selim yaklaşmak gerekir.
İsrail'in yaptığı çok büyük yanlıştır.
Ama yaptıkları öyle bilinmeyen bir şey de değildir.
Müsait olan yerde istismar da olur.
Ne de olsa uluslararası sistemde ülkelerin çıkarları vardır.
Çıkarlar neyi gerektirir, insan olmamayı mı?
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish