Toplum, zaman ve mekânın önüne koyduğu ihtiyaçlara göre kendisinde birtakım kurumlar oluşturur.
Bu kurumların oluşumu yüz yılların birikimine dayanır.
"Toplumsal kolektif bilinç" aynen bir birey gibi hayatı deneyimler ve bu deneyimler sonucunda ihtiyaçlar ile uyumlu kurallar geliştirir.
Kurumların dayandığı kurallar toplumun kolektif bilincinde öyle yer eder ki bir süre sonra kendisine kutsallık izafe edilen, uğruna ölümlere gidip gelinen aşkın bir kimlik kazanır.
Hukuk kuralları da -ki geleneksel toplumlarda buna "gelenek" denilir- diğer kurumlar gibi aynı süreçlerin sonucunda bir yapıya dönüşür.
Modern toplumda hukuk kurallarına kutsallık izafe edilmemekle birlikte bu toplumlarda da yazılı hukuk kuralları toplumsal kurallarla uyumlu bir şekilde, ihtiyaca binaen şekillenir.
Montesquieu, toplumların sosyolojisi ile hukuk kuralları/yasalar arasında gördüğü bu organik bağdan hareketle "yasaların ruhu"ndan bahseder.
Montesquieu "yasaların ruhu" ile şunu anlatmak ister:
İstediğiniz topluma istediğiniz yasaları uygulayamazsınız, her toplum için makul yasalar o toplumun doğasında gizlidir.
Başka bir ifade ile "yasaların ruhu", bir toplumda yasaların ortaya çıkmasına sebep olan her tür faktörü (coğrafya, iklim, üretim biçimi vb.) içermektedir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Yasa-toplum uyum ilişkisinin somut örneği başkanlık, yarı-başkanlık ve parlamenter hükümet biçimleridir.
Ülkeler (Örneğin ABD, İngiltere ve Fransa) kendi geleneklerinden, yaşam tarzlarından ve tarihsel deneyimlerinden hareketle söz konusu demokratik üç hükümet biçiminden birini tercih etmiştir.
Doğrusu Türkiye'de hükümet biçimleri etrafında yürütülen tartışmaları da bu çerçevede yapmak gerekir:
Bizdeki toplum sosyolojisi daha çok hangi hükümet biçimi (başkanlık, yarı-başkanlık ve parlamenter) ile uyumlu?
Maalesef bu çerçevede ciddi entelektüel tartışmalar yapılmıyor, tartışmalar daha ziyade siyasi kaygılara dayanıyor.
Toplumun sosyolojisi ile yasalar arasında ne kadar güçlü bir bağın olduğunu ortaya koyan örneklerden biri aşiretlerdir.
Dikkat edilirse bir adam öldürme olayında katil, modern hukuka göre 20 yıl ceza da alsa bu ceza örfe uygun olmadığı için yani bu ceza topluluğun vicdanında yer etmediği için örfe göre tekrar cezaya maruz kalır.
Halbuki bu kişinin suçu örf çerçevesinde affedilmiş olsa hapishanede bir gün bile kalmasına gerek olmadan cezadan kurtulur.
Bu konuda diğer çarpıcı bir örnek "Arap Baharı"nda yaşanan gelişmelerdir.
Bütün Arap coğrafyasını içine alan "Arap Baharı" ile sadece Suriye, Yemen, Libya ve Mısır (ABD'nin desteği ile çökmekte olan sistem bir darbe ile çöküşten kurtarıldı) gibi modern diktatörlüklerde rejimler çöktü.
Oysaki krallık rejimlerine dayanan ülkelerde (Körfez ülkeleri ve Ürdün) bu çöküşe şahit olunmadı.
Peki, neden modern diktatörlükler çöktü de krallık rejimleri ayakta kalmayı başarabildi?
Bazıları batılıların özellikle körfez ülkelerini petrol kaynakları için koruduğunu söyleyecekler.
Tamam güzel de Ürdün bir petrol ülkesi değil ama.
Sanki bunu aşan daha yapısal bir neden var.
Modern diktatörlüklerde hem toplumsal sorunların çözümü hem de siyasal sistemin işleyişi modern hukuk kurallarına dayanmaktadır, oysaki bu ülkelerde toplumsal yapı büyük ölçüde gelenekseldir.
Körfez ülkelerinde ise krallık rejiminin dayandığı hukuk (yasalar) topluma hâkim olan aşiretsel yapıya ait sözlü hukuk kuralları/gelenekler ile büyük uyumluluk arz eder.
Yani, siyasal sisteme hâkim yasalar ile toplumun sosyolojisine hakim yasalar arasında bir uyum vardır. Sanki bu uyum "Arap Baharı"nın körfez ülkelerine yayılmasını önledi.
Tabii, burada toplum-yasa uyumunun her halükârda nitelikli bir durumu ortaya çıkardığını söylemek istemiyoruz.
Burada amacımız toplumun sosyolojisi ile yasalar arasında ne kadar güçlü bir bağın olduğuna ve ikisi arasındaki uyumun önemine vurgu yapmaktır.
Günümüzde az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde demokrasinin yerleşememesini de bu toplumların sosyolojisi ile "yasaların ruhu" arasındaki çelişki ile anlamaya çalışmak gerekir.
Demokrasi, modern topluma ait birey temelli bir hukuka dayanıyor iken az gelişmiş ya da gelişmekte olan geleneksel toplumlar ise fert temelli suç ve cezanın kolektifliğine dayanır.
Dolayısıyla bütün toplumlara uygulanması gereken bir hukuk olarak liberal çevrenin öne sürdüğü "evrensel hukuk" kuralları söylemi, toplum sosyolojisi ile "yasaların ruhu" arasındaki çelişki düşünüldüğünde biraz da havada kalıyor.
Bundan dolayı, evrensel değerde kabul edilen yasaların toplumsal ve siyasal zeminde yer bulması toplum sosyolojisini bununla uyumlu hale getirmeyi gerekli kılar.
Aksi takdirde siz dünyanın en ideal yasalarını uygulamaya çalışsanız da toplum kendi doğasında var olan yasalar ile yaşamaya devam eder.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish