İstanbul Bakırköy’deki Cem Karaca Kültür Merkezi Türkiye’de barış tartışmalarına yön verecek nitelikte tarihi bir buluşmaya ev sahipliği yaptı. DEM Parti’nin düzenlediği “Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı”na Güney Afrika, İrlanda, Katalonya ve Bask’tan gelen temsilciler, ülkelerinin zorlu barış deneyimlerini anlattı. Konuşmalar, sadece karşılaştırmalı birer örnek değil; Türkiye’nin geleceğine dair güçlü dersler niteliğindeydi.
Tüm konuşmaların ortak mesajı açıktı: Barış, imkansız değil. Ama kendiliğinden gelmez; cesaret, kapsayıcılık, siyasi vizyon ve kurumsal dönüşüm ister.
Güney Afrika: Barış bir mimaridir
Apartheid sonrası Güney Afrika’nın müzakere heyetinden olan Muhammed Bhabha, konuşmasında barış kavramını bir “hukuki mühendislik” işi olarak tarif etti. Demokrasiye geçişin romantik bir hikaye olmadığını, aksine çok boyutlu bir inşa süreci olduğunu aktardı. Bhabha’nın en dikkat çeken sözleri şunlardı:
Barışın hukuku dediğimiz şey bir mimari. Bu mimarın cesaret etmesi gerekir. Etnik kimlikleri devlet kimliğinin altında ezerek değil; o kimliklerin güç koridorlarına eşit şekilde erişebildiği bir yapı kurarak barışa ulaşabilirsiniz.
Güney Afrika’da düşmanla yaşamak zorunda kaldıklarını, bu nedenle “düşmanı anlamak” zorunda olduklarını vurguladı. Kendi ifadesiyle:
Bize zulmedenlerin bir kısmı da İngilizlerin elinde soykırım yaşamıştı. Onların korkularını anlamadan müzakere edemezdik. İlk öğrendiğimiz şey buydu.
Bhabha’nın anlattığı bu “korku siyaseti” tecrübesi, Türkiye’de yıllardır tekrarlanan güvenlik merkezli söylemlerin nasıl bir kısır döngü yarattığını hatırlatıyor. Ona göre çözümün anahtarı kapsayıcılık:
Sürecinizin kapsayıcı olması şart. Dostunuzla müzakere etmezsiniz; düşmanla edersiniz.
İrlanda: Kapsayıcılık olmadan hiçbir barış süreci ayakta duramaz
Sinn Féin Başkanı Declan Kearney, İrlanda’nın yüzyıllara yayılan çatışma tarihini aktardıktan sonra siyasal barışın nasıl kurulduğunu anlattı. IRA ile İngiliz devleti arasındaki olağanüstü gerilimli dönemi, militarizasyonu, ölüm mangalarını ve sistematik baskıları ayrıntılarıyla hatırlattı.
Konuşmasının en kritik bölümü, barışın nasıl mümkün olduğuna ilişkindi:
Silahlı mücadele sürerken bile arka kanal iletişim hep vardı. 80’lerin sonunda Sinn Féin içinde barış stratejisi inşa edilmeye başlandı. Kapsayıcılık ilkesi o dönemin en kritik dersidir. Sürece katılmayan her aktör, o sürecin yaralı bölgesi olarak kalır.
Kearney, 1998 Hayırlı Cuma Anlaşması’nın ruhunu şöyle özetledi:
Statükonun artık bir seçenek olmadığı kabul edildi. Çatışmanın nedenlerini anlamak için siyasi bir yol arandı. Bu anlaşma, eşitliği ve insan haklarını hukukla güvence altına aldı.
Türkiye’ye yönelik mesajı ise doğrudandı:
Umut hakkına inanıyorum ama umut iradesi olmadan hiçbir şey olmaz. Türkiye hükümeti, Kürt temsilcilerinin sunduğu fırsatı kucaklamalıdır.
Katalonya: Barış, doğru anlatıyı kurmadan mümkün olmaz
Katalonya’nın eski başbakanı Pere Aragonès, 2017’deki referandum sonrası yaşanan baskıları hatırlatarak konuşmasına başladı. Sürgün, kitlesel yargılamalar, sivil toplumun cezalandırılması… Her şeyin içinden müzakere etmeye çalıştıklarını söyledi.
Aragonès’in Türkiye açısından en öğretici çıkarımları ise şöyleydi:
Uzun dönemli bir vizyona ihtiyacımız var. Yürüdüğümüz yol uzun bir yol. Yüzyıllara dayanan bir çatışma bir günde çözülemez. Zamana ihtiyacımız var ve siyasette zaman taahhüt demektir. Sürecimiz doğrusal değildi; iki adım geri, üç adım ileri. Pek çok boykot yaşandı. Müzakere sürecine katılan hükümet yetkililerinin bizi istihbarat tarafından gözetlediğini öğrendik. Şu anda eski istihbarat müsteşarı Barcelona’da hüküm giymiş durumda. Anlatı çok önemlidir. Kimse müzakerede kaybeden olarak görünmek istemez. Biz en kötü pozisyondaydık; İspanyol devleti ise daha güçlü görünüyordu. Anlatınız karşı tarafı küçük düşürmeyi hedeflerse başaramazsınız. Bu süreçte çokça “oyun bozan” ve inatçı kişiler göreceksiniz. En önemli müzakere halkınızla yaptığınızdır, karşı tarafla değil. Anlaşmadan sonra “bunu başardık, şunu başardık” diyebilmeniz gerekir. Liderlik ve kapsayıcılık çok önemlidir. Bazen elinize bir fırsat geçer ve bu çok kısa bir süre için vardır.
İspanya hükümetiyle başlattıkları müzakere sürecinde ilk kez bir Katalan hükümetinin masada meşru bir aktör olarak oturduğunu belirtirken şunu ekledi:
Bir müzakere sürecine girdiğinizde kendiniz de değişirsiniz. Bu çok risklidir ama liderlik tam olarak budur.
Türkiye’de barış tartışmalarının çoğu kez siyasi aktörlerin seçim kaygılarına takıldığı düşünülürse, Aragonès’in bu uyarısı kıymetli bir ışık yakıyor: Müzakereler “cesaret siyaseti” gerektirir.
Bask bölgesi: Süreç sürekli beslenmeli
Bask temsilcisi Igor Zulaika’nın sunduğu tablo, en çok Türkiye’deki çözüm sürecinin niçin kırılgan olduğunu hatırlattı. 14 yıllık müzakere girişimlerinin ileri-geri seyrini ayrıntılarıyla anlattı.
Siyasi mahpuslar rehine haline getiriliyordu. Yasal değişiklikler yapılmıyor, vaatler erteleniyordu. Bir yandan umut doğuyor, sonra bir baskı geliyor ve süreç geriye sarıyordu.
Bask sürecinin hâlâ tamamlanmadığını vurguladı ve kritik cümleyi kurdu:
Süreç başladıktan sonra bitmiş sayılmaz; sürekli beslenmek zorundadır.
Türkiye’de 2013–2015 çözüm sürecinin neden sürdürülemediğini anlamak için bu cümle tek başına yeterli olabilir.
Türkiye için dersler
Güney Afrika, Bask, İrlanda ve Katalanlar dünyadaki benzer barış süreçlerini yaşayan halklar olarak deneyimlerini böyle aktardı. Peki bu deneyimler bizi nasıl etkileyebilir?
1) Kapsayıcı, demokratik ve yeni bir “anayasal mimari” şarttır
Güney Afrika deneyiminden çıkan en temel ders Türkiye’ye birebir dokunuyor: Kimliklerin eşit temsiline olanak veren bir devlet düzeni kurulmadan kalıcı barış mümkün olmuyor.
2) Barış süreci çok aktörlü ve meşruiyeti yüksek olmak zorundadır
İrlanda ve Bask örnekleri açıkça gösteriyor: Dışarıda bırakılan her taraf, barışın içindeki potansiyel bir kırılma noktasıdır. Türkiye’de sürecin yeniden canlanabilmesi için tüm siyasal aktörlerin, sivil toplumun, yerel temsilcilerin, uluslararası gözlem heyetlerinin dahil olduğu çok katmanlı bir masa gerekiyor.
3) Siyasi dil değişmeden siyasi gerçeklik değişmez
Katalonya’nın deneyimi, Türkiye’de yıllardır ihmal edilen bir noktayı ortaya koyuyor: Barış, “dil”den başlar. Kimseye kaybeden muamelesi yapmayan, empatiyi ve eşitliği merkeze alan, nurlu çözümler üreten bir siyasi anlatı… Bu anlatı olmadan ne müzakere masası kurulur, ne kurulan masa ayakta kalabilir.
Özetle; Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı Türkiye’de yeniden barış konuşmanın kendisinin bile ne kadar kıymetli olduğunu gösterdi. Çünkü bu uluslararası aktörlerin anlattıkları, Türkiye’nin yaşadığı sorunların benzersiz olmadığını; aksine dünyada çözülebilir örneklerinin bulunduğunu kanıtlıyor.
Güney Afrika’nın “barış mimarisi”, İrlanda’nın “kapsayıcı masa” deneyimi, Katalonya’nın “siyasi dil” vurgusu, Bask’ın “süreklilik” uyarısı; hepsi tek bir noktada birleşiyor: Barış mümkündür ama irade, cesaret, hukuk ve süreklilik gerektirir. Türkiye bu dört deneyimi dinlediğinde aslında kendi geleceğinin aynasını görebilir. Şimdi mesele şu: O aynaya bakıp bir yol haritası çıkaracak mıyız?
© The Independentturkish