Gazze'de savaş sürerken, Batı'da vicdan uyanıyor ama politika değişmiyor.
Bu çelişki büyüdükçe, savaşın değil suskunluğun ortağı olunuyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
The New York Times gazetesinin 27 Mayıs 2025 tarihli sayısında dikkat çekici bir yazı yayımlandı:
"The Flashing Signals That I Just Saw in Israel" (İsrail'de Az Önce Gördüğüm Yanıp Sönen Sinyaller) başlıklı makale, Pulitzer ödüllü dış politika yazarı Thomas L. Friedman imzasını taşıyor. Ortadoğu üzerine yaptığı analizlerle küresel çapta tanınan
Friedman, İsrail'de geçirdiği bir haftalık ziyaretin ardından gözlemlerini kaleme aldı.
Yazıya göre İsrail, Gazze'de yürüttüğü savaşın ahlâki, stratejik ve diplomatik sonuçlarıyla yüzleşmeye başlamış durumda.
Toplumun farklı kesimlerinde artan bir rahatsızlık hissediliyor.
Bu hissiyat yalnızca savaşın süresiyle ilgili değil.
Hedeflerin belirsizliği, sivil kayıpların artışı, uluslararası izolasyon ve içeride derinleşen toplumsal yorgunluk gibi unsurlar da bu sorgulamanın parçası hâline gelmiş durumda.
Friedman'a göre artık yalnız hükümet karşıtları değil; koalisyonun içinden de sesler yükseliyor.
Eski Başbakan Ehud Olmert, mevcut hükümeti "amaçsız ve suça varan" bir savaş yürütmekle suçladı.
Likud Milletvekili Amit Halevi, seferberlik yasasına hayır oyu verdiği için dışlandı, hükümetin kamuoyunu yanılttığını söyledi.
Sol bloktan Yair Golan, İsrail'in uluslararası konumunun Güney Afrika tipi bir izolasyona doğru sürüklendiğini dile getirdi.
Friedman'ın gözlemleri, yalnızca İsrail'in iç dinamiklerine değil; bölgesel barış ihtimaline de ayna tutuyor.
Yazının sonunda şu uyarı dikkat çekiyor:
Eğer şu anki hükümet bir yol ayrımında karar veremezse, yalnız içeride değil, dünyada da İsrail'e yönelik algı kökten değişebilir.
Batı basınında benzer görüşlerin giderek daha sık yer bulmaya başlaması, bu değişimin yalnızca Friedman'ın gözlemleriyle sınırlı olmadığını ortaya koyuyor.
Batı basınında büyüyen sorgulama
Thomas Friedman'ın tespitleri, İsrail içindeki kırılmalara işaret ediyor.
Aynı dönemde Avrupa ve Amerikan basınında yayımlanan yorumlar, savaşın dışarıdan nasıl algılandığını gösteren çarpıcı belgeler sunuyor.
The Guardian yazarı Arwa Mahdawi, Gazze'deki yıkımın artık uydu görüntülerinden dahi izlenebilir hâle geldiğini vurguladı.
Yazıya göre, Gazze'nin haritadan silinmeye başladığı bir ortamda meşru müdafaa iddiası inandırıcılığını kaybetmiş durumda.
Mahdawi, sivillerin korunmadığı bir savaşın ahlâki temele dayanamayacağını savundu.
The Washington Post'ta yayımlanan bir analiz, İsrail'in Gazze'de uyguladığı yöntemi "etnik temizlik" kavramıyla tartışmaya açtı.
Yazının merkezinde şu görüş yer aldı:
Eğer Batı, müttefiklerinin hukuksuz eylemlerine sessiz kalırsa, insan hakları düzeni çökme noktasına gelir. Bu sessizlik, yalnız İsrail'i değil; onu destekleyenleri de ahlakî olarak zayıflatır.
The Times'ta kaleme alınan bir yazı, İsrail'e yönelik geleneksel dostluk çizgisinden çıkarak sert bir eleştiri sundu.
"Gerçek bir İsrail dostu olarak, artık yeter demek zorundayım" başlıklı yazı, sivil kayıpların kabul edilemez boyutlara ulaştığını belirtti.
Yazara göre, bu süreç İsrail'in itibarını değil; Batı'nın evrensel değer iddiasını da tehdit ediyor.
Batı toplumlarında vicdanın yükselen sesi
Gazze savaşı, haber sayfalarının yanı sıra; üniversite meydanlarında, sanat çevrelerinde, parlamento koridorlarında ve gazetelerin mektup köşelerinde de tartışılmaya başlandı.
Devletlerin diplomatik dili hâlâ ihtiyatlı.
Toplumların dili çok daha açıktan ve keskin.
İngiltere ve İrlanda'da yaklaşık 700 yazar, akademisyen ve entelektüel bir araya gelerek bir açık mektup yayımladı.
Mektupta İsrail'in Gazze'deki eylemleri "soykırım" olarak tanımlandı.
İmzacılar, derhal ateşkes sağlanması, insanî yardımın engelsiz ulaştırılması ve savaş suçlarının bağımsız şekilde soruşturulması çağrısında bulundu.
Fransa'da aralarında tarihçiler, hukukçular ve sanatçıların bulunduğu bir grup entelektüel, Fransız hükümetinin sessizliğini eleştiren bir bildiri yayımladı.
Bildiride İsrail'e uygulanan siyasal dokunulmazlık halinin, uluslararası hukuka duyulan güveni zayıflattığı vurgulandı.
Almanya'da kamuoyu araştırmaları, halkın çoğunluğunun hükümetinden İsrail'e karşı daha bağımsız ve dengeli bir politika benimsemesini istediğini gösterdi.
Der Spiegel'de yer alan analizlere göre, Berlin'deki hükümet çevreleri kamuoyu baskısı nedeniyle Netanyahu hükümetiyle mesafe koymak zorunda kalabilir.
Sokaktaki tepkiler de bu eğilimi doğruluyor. Londra'da düzenlenen kitlesel yürüyüşlerde, barış talepleri kadar Batı'nın çifte standardı da protesto edildi.
Berlin'de düzenlenen gösterilerde "savaşa ortak olmayacağız" pankartları taşındı.
Paris'te öğrenciler Filistin bayraklarıyla dersleri boykot etti.
Üniversiteler, sanat çevreleri ve sendikalar gibi alanlarda örgütlenen dayanışma grupları artık diplomasiye yön veremese de kamu vicdanını şekillendiren güç odaklarına dönüşmüş durumda.
İsrail'de yorgunluk ve çatlaklar
İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonları, uzun süredir kamuoyuna "ulusal güvenlik gereği" olarak sunuluyor.
Siyasi iktidar, sertliği kararlılıkla, uzunluğu başarıyla eşitlemeye çalışıyor.
Ancak Thomas L. Friedman'a göre bu savaş artık yalnızca Gazze'de değil; İsrail'in evlerinde, sınıflarında ve hastane koridorlarında sürüyor.
Friedman, Tel Aviv'de geçirdiği 1 hafta boyunca, savaşa dair yaygın bir tükenmişlik ve hayal kırıklığı gözlemledi.
Toplumun her kesiminde hissedilen bu ruh hâli, bastırılmış travmalardan, başarısızlık duygusundan ve belirsizlikten besleniyor.
Ordu içinde artan intihar vakaları, aile içi gerilimler, küçük işletmelerin kapanması ve gençler arasında yaygınlaşan geleceksizlik hissi, İsrail toplumunun bu savaşa artık psikolojik olarak dayanamadığını gösteriyor.
İsrail ordusu, bu tür verileri kamuoyuyla paylaşmıyor.
Bunun yerine, başarıya dair özenle seçilmiş cümlelerle kamuoyunun morali diri tutulmaya çalışılıyor.
Friedman, bu durumu "toplumsal çöküşün üstü askeri retorikle örtülüyor" şeklinde özetliyor.
Savaşın çocuklar üzerindeki etkisi ise sembolik olduğu kadar sarsıcı.
Ünlü televizyon sunucusu Lucy Aharish'in 4 yaşındaki oğlu, İsrail'in her yıl savaşta hayatını kaybedenleri anmak için çaldığı sabit sireni, hava saldırısı uyarısı sanıp oyuncaklarını toplayarak sığınağa koştu.
Aharish'in aktardığı bu olay, siren seslerinin bir çocuğun zihninde neye dönüştüğünü ve savaşın nasıl bir norm hâline geldiğini gösteriyor.
Siyasi cephede de çatlaklar belirginleşiyor.
Likud Partisi Milletvekili Amit Halevi, hükümetin savaşın başarısı konusunda halkı yanılttığını açıkladı.
Olağanüstü hâl yetkilerinin süresini uzatacak yasaya "hayır" oyu verdiği için savunma komitesinden çıkarıldı.
Eski general ve sol blok lideri Yair Golan ise, İsrail'in bir apartheid devletine dönüşme tehlikesine karşı uyarıda bulundu.
Golan'a göre savaş, güvenlikten çok siyaseti korumaya yönelik bir taktik hâline gelmiş durumda.
İsrail toplumunda hâlâ kitlesel bir savaş karşıtı hareket yok.
Ancak artan bıkkınlık, gelecekte örgütlü bir muhalefetin zeminini hazırlayabilir.
Friedman'ın tanımladığı "yanıp sönen sinyaller", toplumsal kırılma noktasının yaklaşmakta olduğuna işaret ediyor.
Gazze'de iç tepki ve çaresizliğin derinleşmesi
Gazze'de siviller hem İsrail'in bombardımanlarının hem de sahadaki yönetim stratejilerinin bedelini ödemek zorunda kaldı.
Askerî hedeflerin sivil alanlarla iç içe geçmesi, saldırıların yıkıcılığını artırdı.
The New York Times yazarı Thomas Friedman'a göre, bu durum Gazze halkı içinde uzun süredir biriken sorgulamaların gün yüzüne çıkmasına neden oluyor.
Ramallah merkezli Palestinian Center for Policy and Survey Research tarafından Mayıs 2025'te gerçekleştirilen kamuoyu araştırması, halkın yönetime duyduğu güvenin ciddi şekilde sarsıldığını ortaya koyuyor.
Katılımcıların yüzde 51'i mevcut yönetimin Gazze'yi idare etmeye devam etmesini istemediğini belirtti.
Yüzde 49'luk bir kesim, 7 Ekim saldırılarının bir hata olduğunu düşündüğünü ifade etti.
Bu oranlar, sadece geçici bir rahatsızlıktan değil; daha derin bir güvensizlikten söz edilebileceğini gösteriyor.
Araştırmada yer alan bir diğer dikkat çekici veri ise, halkın yüzde 46'sının savaş sona erdiğinde Gazze'yi kalıcı olarak terk etmek istemesi.
Bu oran, ekonomik yıkımın ötesinde toplumsal yorgunluğun ve umut kaybının büyüklüğünü ortaya koyuyor.
İnsanlar yalnız mevcut yönetime değil, siyasî alternatiflere de güven duymakta zorlanıyor.
Friedman'ın gözlemlerine göre, sahadaki karar vericiler, İsrail'in saldırılarını öngördüler ve bu tepkilerin yol açacağı sivil kayıpları göze aldılar.
Uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmek üzere Gazze halkının yaşadığı trajedinin bir tür siyasî baskı aracı hâline getirildiği eleştirileri gündeme geliyor.
Bu durumun halk içinde sorgulamalara ve meşruiyet algısında zayıflamaya yol açtığı vurgulanıyor.
Savaş uzadıkça yalnız can kayıpları değil, umut da tükeniyor.
Güvenilecek bir aktörün eksikliği, çözüm üretmeyen açıklamalar ve derinleşen kriz ortamı, Gazze'deki çaresizliği daha da görünür kılıyor.
Savaşın yorgunluğu, vicdanın direnişi
Gazze'deki savaş, askeri operasyonun ötesine geçti.
Bir meşruiyet krizine, bir vicdan testine ve bir gelecek sorgulamasına dönüştü.
İsrail içinde artan yorgunluk, Gazze'de derinleşen çaresizlik ve Batı toplumlarında yükselen sorgulama dalgası, bu çatışmanın artık sadece iki halk arasında yaşanmadığını gösteriyor.
Bu savaş, dünya düzeninin ve insanî değerlerin ne kadar taşınabilir olduğunu da test ediyor.
Thomas Friedman'ın İsrail'den aktardığı sinyaller, savaşın yalnız teknik değil; toplumsal ve psikolojik cephelerde de kaybedildiğine işaret ediyor.
Batı basınında kaleme alınan yorumlar, bu sürecin sessiz bir sorgulama değil; açık bir vicdan muhasebesi olduğunu gösteriyor.
Kamuoyunun sabrı kadar, hükümetlerin dokunulmazlık sınırları da zorlanıyor.
Ancak burada dikkatli olmak gerek:
Bu sorgulama henüz bir politikaya dönüşmüş değil.
Vicdanın sesi yükseliyor, ancak o sesin karar merkezlerine ulaşıp ulaşmayacağı hâlâ belirsiz.
Batı'daki üniversitelerden, entelektüel çevrelerden ve sokaklardan yükselen tepkiler, evet, ahlakî bir uyanışa işaret ediyor olabilir.
Ancak bu tepkiler, dış politika kararlarını şekillendiren hükümetler, parlamentolar, diplomasi kurumları ve medya tekelleri üzerinde henüz somut bir baskıya dönüşmedi.
ABD'de Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı, söylem düzeyinde temkinli eleştirilerle yetiniyor.
Avrupa Birliği'nde ise üyeler arasında birlikten çok çelişki var: Almanya, tarihsel sorumluluk gerekçesiyle İsrail'e mesafeli davranmaktan kaçınırken; Fransa, iç kamuoyunun baskısıyla daha bağımsız bir söylem üretmeye çalışıyor ama bu da çoğu zaman sembolik açıklamalarla sınırlı kalıyor.
İngiltere'de mevcut yönetim, savaşı sorgulayan toplumsal kesimlere rağmen, dış politikada statükoyu korumayı tercih ediyor.
Medya alanında da benzer bir çifte standart dikkat çekiyor.
Gazze'deki yıkımı ve sivil kayıpları haberleştiren yayınlar, büyük ölçüde bağımsız gazeteciler, serbest yazarlar ve alternatif mecralar üzerinden yayılıyor.
Ana akım medya kuruluşları ise çoğu zaman "dengeli görünmek" adına, eleştirileri sınırlı ölçekte ve çoğunlukla İsrail kaynaklı çerçeveler içinde aktarıyor.
Kısacası, Batı'daki sorgulama hâli, bir kurumsal dönüşüm yaratmaktan uzak.
Ne NATO'nun stratejik belgelerinde ne AB'nin Ortadoğu politikalarında ne de ABD'nin yardım politikalarında bu savaşın yol açtığı meşruiyet krizine dair gerçek bir revizyon sinyali var.
İsrail'e yapılan silah ve mühimmat desteği hem Avrupa hem de ABD nezdinde kesintisiz biçimde sürüyor.
Bu nedenle, vicdanın sesi duyuluyor ama sistem hâlâ aynı dili konuşuyor.
Bu çelişki çözümlenmeden, mevcut sorgulamanın gerçek bir siyasi sonuç üretmesi pek mümkün görünmüyor.
Savaşın uzaması, taraflara askeri başarı getirmiyor.
Toplumlara ise yalnız yıkım, korku ve gelecek kaybı bırakıyor.
Tel Aviv'de bir çocuk siren sesiyle oyuncaklarını toplayarak sığınağa koşuyorsa, Han Yunus'ta bir çocuk yıkıntılar arasında kardeşini arıyorsa, bu savaş çoktan ahlakî anlamını yitirmiştir.
Artık savaşın aktörleri kadar, batının diplomatik hesap yapıcıları da şu soruyla yüzleşmek zorunda:
Hangi zafer, hangi hesap, hangi statüko, bu çocukların gözyaşını meşru kılabilir?
Bu soruya sessiz kalan her hükümet, her lider, her kurum, bu savaşın değil; bu suskunluğun ortağı olarak tarihe yazılacaktır.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish