Geçmişle yüzleşme, geleceğe yatırım: ABD'nin yeni Ortadoğu politikası mı?

Selçuk Aydın Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Annelise Capossela/Axios

Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack'ın, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara ve heyetiyle İstanbul'da yaptığı görüşme, Başkan Donald Trump'ın Körfez ziyareti sırasında Suriye'ye yönelik ambargoların kalkacağı yönündeki açıklamasının bir devamı niteliğindeydi.

Buraya kadar her şey olağan gibi görünse de, Büyükelçi'nin attığı tweet ve akabinde elçilik hesabının Türkçesini paylaşması ile süreci tanımlama biçimi, Batı için bir özeleştiri niteliği taşıyor.

Sykes-Picot'a gönderme yaparak kolonyal geçmişi eleştirmesi ve bölgesel çözümlere saygı vurgusu yapması, Başkan Trump dönemi ABD Ortadoğu politikasına karşı yeni bir çerçevenin sinyalini veriyor. 

Ancak bu yaklaşım yalnızca Suriye ile sınırlı kalmayıp, Ortadoğu halkları için İsrail politikaları ve Türkiye-Irak öncülüğünde yürütülen Kalkınma Yolu Projesi'ne yönelik politikalar açısından da değerlendirilmelidir. 


Kolonyal mirasla yüzleşmek: Yeni politikanın sınavı 

Büyükelçi Barrack'ın açıklaması, Batı'nın Ortadoğu'daki müdahaleci geçmişiyle yüzleşme ve Sykes-Picot Anlaşması gibi kolonyal dayatmaları "nesillere mal olan bir hata" olarak tanımlaması radikal bir değişimi ortaya koymaktadır.

Bu, yalnızca Suriye özelinde değil, tüm bölgeye yönelik Batı politikasında köklü bir zihniyet değişikliğinin sinyali olarak algılanabilir.

Ancak, bu iddialı duruşun samimiyeti, bölgedeki diğer kritik meselelerde nasıl bir yansıma bulacağıyla test edilecektir. 

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Sykes-Picot ve bu çerçevede Sevr Anlaşması, Türkiye için Millî Mücadele yoluyla halkın direndiği ve uygulanamadığı bir metindir.

Lakin bu anlaşma Arap coğrafyasında, yerel taleplerin dikkate alınmadığı, İngilizler ve Fransızlar arasında paylaşım krizine yol açtığı, Ortadoğu'yu iki sömürgeci güç arasında çatışmaya sürüklediği düşünüldüğünde, bu dayatmacı planın bölgeye getirdiği istikrarsızlığın ne kadar derin olduğu daha iyi anlaşılır.

Büyükelçi'nin bu tarihi eleştiriye atıfta bulunması, bölge ülkeleri ve halkları için umut verici olmakla beraber bu politikanın Suriye ile sınırlı kalmayıp Filistin ile alakalı tartışmaları da gündeme getirmektedir. 

ABD'nin, Batı'nın sömürgeci sicili içinde nispeten daha "temiz" bir şecereye sahip olduğu söylenebilir.

ABD'de kolonileşmiş ve bağımsızlığını alarak buna karşı direnmiş bir ülkedir.

I. Dünya Savaşı'ndan sonra Milletler Cemiyeti'ne ruhunu veren dönemin ABD Başkanı Wilson Prensipleri'nde, halkların kendi kaderini tayin hakkını (self-determinasyon) savunmuştur.

Kolonyalizm dışında manda sistemine geçişi desteklemiş ve kolonyalizmi bir insanlık suçu olarak nitelendirerek II. Dünya Savaşı sonrası değişimi tetiklemiştir.  

Hatta tam da Sykes-Picot'un tarafı olan Fransa ve İngiltere'nin çıkarlarını yok eden Nasır'ın Süveyş Kanalı'nı millileştirmesi sonrası müdahale çabalarını engellemiş, İngiliz ve Fransız dönemini sona erdirmiştir.

Bu bağlamda, Büyükelçi Barrack'ın eleştirisi, ABD'nin kendi tarihsel duruşuna bir dönüş olarak yorumlanabilir.

Ancak, bu dönüşümün ne denli derin ve kalıcı olduğu, atılacak somut adımlarla ortaya konacaktır. 


Yeni bir yönelim mi, yoksa eski ikilemler mi? 

Tüm bu olumlu sinyallerle beraber, ABD'nin Ortadoğu ile ilişkilerinde en büyük hatalardan birisi hiç şüphesiz ki İsrail'le ilişkisi ve Irak müdahalesidir.

Müdahaleci bir söylemin dışına çıkması ve odağını Uzak Asya'ya çevirmesi rasyonel bir seçim olmakla beraber, "Filistin'de ne olacağı sorusu" en önemli meseledir.

Zira Filistin de bizzat Sykes-Picot kolonyal ruhu içerisinde yerleşimci kolonyalizm olarak nitelendirilebilecek İngilizlerin İsrail'e "ana vatan" sözüyle beraber değerlendirilmektedir. 

ABD kurulduğu günden beri İsrail'i desteklemekle kalmayıp, insanlığa karşı işlenmiş suçlarda durdurucu bir rol üstlenmemiş, aksine askeri desteklerini artırmış ve çözüm adresi olmak yerine çatışmanın güdüleyici gücü olmuştur.

Eğer Amerika, Ortadoğu'da yeni bir sayfa açma, geçmişin hatalarından ders çıkarma ve bölgesel çözümleri teşvik etme konusunda gerçekten samimiyse, Filistin meselesi bu samimiyetin en büyük sınavı olacaktır. 

Bölgesel iş birliği ve saygıya dayalı diplomasi vurgusu, Filistin'deki işgalin sona ermesi ve adil, kalıcı bir barışın tesisi için somut adımlarla desteklenmelidir.

Zira, Sykes-Picot ruhunun miras bıraktığı en acı ve çözümsüz görünen meselelerden biri olan Filistin sorunu varlığını sürdürdükçe, Batı'nın kolonyal geçmişine yönelik eleştirileri ve yeni dönem vaatleri bölge halkları nezdinde her zaman bir sorgulama işareti taşıyacaktır.  
 

 
Küresel güç mücadelesinde Ortadoğu'nun yolu: Kalkınma Projesi ve Amerikan stratejisi 

Küresel gelişmelerin tüm dünyada bölgesel iş birlikleriyle uyumlu mu yoksa çatışmalı mı olacağı tartışması, günümüzün en önemli gündem maddelerinden biridir.

Başkan Trump'ın yeni Ortadoğu politikasını Büyükelçi Barrack üzerinden okursak, bölgesel gelişmelere saygılı ve müdahaleci olmayan bir politika izleneceği sonucu çıkmaktadır.

Lakin Trump, net bir şekilde ekonomiyi merkeze alan politikalar geliştirerek dost ülkeleri belirlemekte ve kendi kurallarını dayatmaktadır. 

Bununla beraber, büyük güçlerin mücadelesi olarak tanımlanan bu süreçte Çin ile ekonomik bir yarışa girdi.

Tüm enerjisini Uzak Asya'ya yönlendirmek isteyen ve Amerikan hegemonyası içinde bundan fayda sağlayan Avrupa ve Japonya ile yeniden bir anlaşma yapmak istemektedir.

Ayrıca, Ortadoğu'da uzun süreli barış kurmak adına enerjisini çatışma ortamına ayırmak istememektedir.  

Bu durum, Suriye'de bugün tarihi anlara tanıklık etmemizle birlikte, esasen Irak'ta kendini göstermiştir.

Türkiye ve Irak'ın Kalkınma Yolu Projesi çerçevesinde uzun süredir geliştirdiği bölgesel iş birliği, Katar, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri'ni de dahil etmiş; Hürmüz Boğazı nedeniyle İran'a da ihtiyaç duyulmuştur.

Bu nedenle, İran rejiminin kendisini tehdit altında hissetmediği bir ortamda sürece dahil olma ihtimali bulunmaktadır. 

Bu yolun güvenliği açısından PKK'nın silah bırakması da önemli bir gelişme olacaktır.

Tarihsel olarak Sünni-Şii çatışmasının sergilendiği Irak'ta, 1639 yılında imzalanan Osmanlı-Safevi Anlaşması ile kurulan denge bugüne kadar etkisini sürdürmüştür.

Ancak İngiliz manda rejimi döneminde bu denge bozulmuştur.

Şiiler ve Kürtler isyan ettikten sonra, İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri (Royal Air Force) binlerce insanı öldürmüş; Lawrence of Arabia ise bu durumu eleştiren yazısında Türklerin asırlarca bu bölgeyi çok daha az askerle ve çok daha az insanın ölümüyle yönettiğini belirterek İngiliz yönetimi sert bir dille eleştirmiş ve akabinde kendisi de şüpheli bir kazada hayatını kaybetmiştir. 

Bu mezhep temelli çatışma, Amerikan müdahalesi sonrasında daha da derinleşmiş; IŞİD bu sürecin zirve noktası olmuştur. IŞID'ın yenilmesiyle beraber, Irak'ın yeniden inşası için Kuveyt'te düzenlenen konferansa Türkiye aktif rol alacağı sözünü vermiştir; Türkiye ile Bağdat yönetimi uzun bir aradan sonra yakın ilişkiler kurmuş ve Kalkınma Yolu Projesi ilan edilmiştir. 

Bu proje, aynı zamanda IMEC'e (Hindistan-Ortadoğu-Avrupa yoluna) kıyasla daha fazla bölgesel avantaj sunmaktadır.

Çünkü IMEC'in bir parçası olan İsrail, mevcut politikalarıyla bölgesel diplomaside yer alamayacak durumdadır.

Ayrıca IMEC'in maliyetinin 400 milyar dolar ve Kalkınma Yolu'nun 17 milyar dolar gibi rakamlar etrafında hesaplanması da bu projeyi daha uygulanabilir kılmaktadır. 

Bu sürecin destekçisi olacak bir Amerika, yalnızca küresel politikalarında Çin'in belirlediği ticaret kuralları dışında bir seçenek sunmakla kalmayıp; bölgesel iş birliklerine dayalı,

Ortadoğu'nun yeniden inşasında barışçıl süreçleri destekleyen ve böylece Uzak Asya ile Çin'le ilişkilerine daha çok odaklanabileceği bir resim ortaya koymaktadır. 

 

 

Selçuk Aydın, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun olmuştur. Yüksek lisansını Ortadoğu'nun ekonomi politiği alanında, doktorasını ise Güvenlik Çalışmaları alanında King's College London Üniversitesi'nde tamamlamıştır. Türkiye tarihi, toplumsal hareketler, diaspora, Kürt ve Ortadoğu çalışmaları ile küresel sistem ve politikalar konularında yayımlanmış akademik makaleleri, kitap bölümleri ve düşünce yazıları bulunmaktadır. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde doktor öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU