İstihbarat arenasında gölgeler savaşı: Çin'in siber hamlesinin stratejik analizi

Umut Berhan Şen Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Geçen günlerde, CIA liderliğinde bir grup Batılı istihbarat servisi, Çin'in devlet destekli siber operasyonlarına karşı bir uyarı belgesi yayımladı.

FBI, NSA, DIA gibi ABD kurumlarının yanı sıra Polonya, İspanya, Finlandiya, Almanya, İtalya, Japonya ve Hollanda gibi ülkelerin istihbarat teşkilatlarının imzasını taşıyan bu belge, Çin'in küresel ağları ele geçirme ve casusluk faaliyetlerini artırma çabalarını hedef alıyor.

Salt Typhoon, RedMike gibi hacker gruplarının adeta bir gölge ordusu gibi çalıştığı iddia ediliyor.

Peki, bu belge ne anlama geliyor?

Küresel güç dengelerinde yeni bir kırılma mı?

Yoksa Soğuk Savaş'ın modern bir yeniden sahnelemesi mi?

Çin'in istihbarat servisi MSS, 1983'ten bu yana sessiz ama derinden büyüyen bir dev. Sun Tzu'nun "Savaş Sanatı"nda casusluğun önemini vurguladığı gibi, MSS de modern çağda bu felsefeyi dijital dünyaya taşıyor.

Çin'in jeopolitik ve astropolitik hamleleri, ekonomik gücüyle birleştiğinde, Batı için ciddi bir tehdit algısı yaratıyor.

MSS'nin borç batağı stratejisiyle düşük gelirli ülkelere nüfuz etmesi, teknoloji devlerine sızma girişimleri ve hatta Ay'daki He-3 rezervlerine yönelik astropolitik hedefleri, Pekin'in sadece bölgesel değil, küresel bir güç olma arzusunu ortaya koyuyor.

Batı'nın bu hamleye cevabı, CIA öncülüğündeki siber uyarıyla somutlaştı.

Belge, Çin'in kritik altyapıları hedef alan siber saldırılarını ifşa ederken, aynı zamanda bir gövde gösterisi.

Ancak bu, sadece teknik bir uyarı değil; Batı'nın Çin'e karşı birleşik bir cephe kurma çabası.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Peki, bu cephe ne kadar sağlam?

ABD'nin müttefikleriyle koordinasyonu, gerçekten Çin'in istihbarat ağını durdurabilir mi?

Yoksa bu, Pandora'nın kutusunu açacak bir meydan okuma mı?

Batı, Çin'e karşı bu hamleyi yaparken kendi zaaflarını da göz ardı ediyor.

NSA'in küresel dinleme skandalları, CIA'in tartışmalı operasyonları ve Avrupa'nın veri güvenliği konusundaki çekinceleri, bu ittifakın güvenilirliğini sorgulatıyor.

Dahası, Çin'in ŞİÖ ve BRICS gibi platformlarla küresel nüfuzunu artırdığı bir dönemde, Batı'nın bu uyarısı ne kadar etkili olabilir?

Türkiye burada kilit bir aktör. ŞİÖ zirvelerinde Erdoğan'ın Şi Cinping ile yaptığı görüşmeler, Türkiye'nin Çin'le ekonomik ve teknolojik iş birliğini derinleştirme arzusunu gösteriyor.

Ancak aynı zamanda NATO üyesi olarak Batı'yla da stratejik bağlarını koruyor.

Türkiye'nin bu denge politikası, istihbarat savaşlarında da bir avantaj sağlayabilir.

MİT'in siber istihbarat kapasitesini güçlendirmesi ve bölgesel arabuluculuk rolü, bu yeni Soğuk Savaş'ta Türkiye'yi bir köprü haline getirebilir.

CIA liderliğindeki bu uyarı, sadece bir siber güvenlik meselesi değil; küresel hegemonya mücadelesinin yeni bir cephesi.

Çin'in MSS'si, Batı'nın istihbarat ittifakına karşı daha agresif hamlelerle yanıt verebilir.

Bu satranç tahtasında her hamle, yeni bir riski de beraberinde getiriyor.

Türkiye gibi aktörlerin bu oyunda nasıl bir rol oynayacağı ise hem bölgesel hem de küresel dengeler açısından belirleyici olacak.

Peki, bu savaşın galibi kim olacak?

Yoksa hepimiz bir şekilde kaybeden mi olacağız?

Eğer stratejik bir istihbarat analizi yapmak istersek, bu soruya net bir cevap vermenin zor olduğu görülüyor.

Çin'in MSS'si, teknolojik altyapısı ve ekonomik kaynaklarıyla, siber alanda asimetrik avantajlara sahip.

Örneğin, Huawei gibi şirketler aracılığıyla 5G altyapılarında kurduğu küresel ağ, MSS'ye veri toplama ve manipülasyon için eşsiz bir zemin sunuyor.

Öte yandan, Batı'nın CIA liderliğindeki ittifakı, teknolojik üstünlük ve müttefik ağının genişliğiyle hâlâ güçlü bir konumda.

Ancak bu ittifakın zayıf noktası, iç uyum eksikliği.

Avrupa, ABD'nin liderliğine tam güven duymuyor; Japonya ve diğer Asya ülkeleri ise Çin'in ekonomik baskısına karşı kırılgan.

Çin'in cevabı ise şimdiden hissediliyor: MSS'nin siber operasyonları, Batı'nın kritik altyapılarına (enerji şebekeleri, finans sistemleri) yönelik daha sofistike saldırılarla yoğunlaşabilir.

Bu, bir "sıfır toplamlı oyun" değil; aksine, her iki tarafın da kazananı olamayacağı bir yıpratma savaşı riski taşıyor.

Küresel ekonominin birbirine bağımlılığı, siber savaşın yıkıcı etkilerini artırıyor.

Örneğin, bir Çin-ABD siber çatışması, tedarik zincirlerini çökertebilir, finans piyasalarını sarsabilir ve hatta enerji krizlerini tetikleyebilir.

Türkiye'nin pozisyonu burada kritik. 
 


Tabii, MİT'in son yıllarda siber istihbarat ve savunma kapasitesini güçlendirmesi, Türkiye'yi bu savaşta sadece bir seyirci olmaktan çıkarıyor.

Ankara, hem Batı'yla NATO üzerinden iş birliğini sürdürerek hem de Çin'le ekonomik bağlarını koruyarak, bu satranç tahtasında "ara pozisyon" avantajını kullanabilir.

Örneğin, MİT'in bölgesel istihbarat paylaşım ağlarındaki rolü, Türkiye'yi siber güvenlik diplomasisinde bir arabulucu yapabilir.

Ancak bu denge, aynı zamanda bir bıçak sırtı. Çin'le fazla yakınlaşma, NATO müttefikleriyle gerilime yol açabilir; Batı'ya fazla angajman ise ŞİÖ ve BRICS ülkeleriyle ilişkileri zedeleyebilir.

Sonuç olarak, bu istihbarat savaşında galip çıkmak, sadece teknolojik üstünlükle değil, stratejik sabır ve diplomasiyle mümkün.

Çin, uzun vadeli planlarıyla sabırlı bir oyuncu olduğunu kanıtladı; Batı ise ittifaklarını yeniden yapılandırmazsa bu oyunda geriye düşebilir.

Türkiye için en akıllı hamle, ne Pekin'in ne de Washington'un tarafını seçmek, ama her iki tarafın da masasında kilit bir oyuncu olmak.

Belki de gerçek zafer, bu kaotik satranç tahtasında oyunu bozmadan ayakta kalmayı başarabilmek.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU