Batı'nın yeni sürgün yolu: Mülteciler Afrika'ya

Sare Şanlı Independent Türkçe için yazdı

Avrupa için Afrika, yüzyıllardır yalnızca sömürünün değil, aynı zamanda "istenmeyenler deposunun" da adresi oldu.

Fransa hükümlüleri ve siyasi sürgünlerini Gabon ve Cibuti'ye gönderdi.

İspanya, Küba'dan sürdüklerini Ekvator Ginesi'ndeki Bioko Adası'na yerleştirdi; Portekiz ise suçluları ve "istenmeyen" kişileri (degredados) Angola, Mozambik ve Gine'ye sürgün etti.

Kıta, Batı'nın elinde, hem yeraltı zenginliklerinin yağmalandığı bir sömürü sahası hem de suçluların ve sürgünlerin toplandığı bir cezaevi işlevi gördü.

Aradan geçen uzun zamana karşın Batılı zihniyet hiç değişmedi.

Bugün de elektronik çöpler, hurdaya çıkmış bilgisayarlar, kimsenin giymek istemediği ikinci el tekstiller, Batı'dan Afrika'ya "yardım" etiketiyle gönderiliyor. 

Tarih tekerrür ediyor, Batı yine kendi topraklarında "fazlalık" olarak gördüklerini yani yasa dışı göçmenleri, sığınmacıları ve "barbar" diye yaftaladığı hükümlüleri yeniden Afrika'ya göndermenin yollarını arıyor. 

İşe yaramaz ürünleri "yardım" diye gönderirken de yasa dışı göçmenleri para karşılığında Afrika'ya yollarken de Batı aynı çarpık mantığı kullanıyor.

Karşılığında verdiği parayı bir "lütuf" gibi sunuyor ve "Afrika halkı bundan faydalanıyor" iddiasının arkasına sığınıyor.

Afrika, Batı tarafından insanıyla ve toprağıyla birlikte yüzyıllardır fazlalıkların boşaltıldığı bir "çöp kutusu" olarak görülüyor.


Mülteciler kimin eseri?

Sömürgecilik geçmişi ve günümüzdeki ekonomik bağımlılık politikaları, Afrika'yı Batı'ya bağımlı hale getirdi.

Yer altı kaynakları yağmalandı, tarım alanları uluslararası şirketlere peşkeş çekildi, siyasal istikrarsızlık dış müdahalelerle derinleştirildi.

Bu yıkıcı etki sadece Afrika ile sınırlı kalmadı.

Batı'nın askerî müdahaleleri, rejim değişiklikleri, ekonomik ambargoları ve finanse ettiği çatışmalar, Ortadoğu'dan Latin Amerika'ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada kitlesel göçlere neden oldu.

Suriye, Irak, Afganistan ve Venezuela'daki insanlar da tıpkı Afrikalılar gibi, Batı'nın küresel politikalarının sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kaldı.

Netice ne oldu?

Umudunu kendi topraklarında değil, onu sömüren ve istikrarsızlaştıran ülkelerde aramak zorunda bırakılan milyonlarca insan… 

Lakin ABD ve Batı, kaynaklarını "ticari" çerçevede sömürmeye devam ettiği, fakir ve bağımlı hale getirdiği bu coğrafyaların evlatlarını kabul etmeye yanaşmıyor.

Tersine, mültecileri nasıl kapı dışarı edeceğinin ve hangi ülkelere paketleyip göndereceğinin hesabını yapıyor. 


Batı'nın kirli pazarlığı

Amerika'nın akıl dışı mülteci politikasının hedefindeki Afrika ülkeleri, kıtanın en kırılgan halkalarını oluşturuyor.

İlk ikisi dünyanın en yoksul ülkelerinden Esvatini ve Güney Sudan.

Diğeri ise, Batı için her daim "tercih edilen ortak" Ruanda.

Ruanda, otuz yıl önce yaşadığı trajik soykırımın ardından inşa ettiği "istikrar" ve "kalkınma" imajını, Batı nezdinde bir krediye dönüştürmüş durumda.

İşte ABD ve İngiltere gibi ülkeler, bu krediyi insanlık dışı mülteci anlaşmalarını meşrulaştırmak için kullanıyor.

Paul Kagame yönetimindeki Ruanda ise söz konusu iş birliği karşılığında diplomatik destek, silah ve milyonlarca dolar nakit elde ediyor.

Komşu ülke Kongo'da on binlerce insanın ölümünden sorumlu M23 isyancılarını destekleyerek bölgede yaşanan çatışmaları körüklüyor ve kıtanın kritik maden kaynaklarını Batılı şirketlere kaçak yollarla pazarlıyor.

Ruanda, kirli pazarlıkların merkez üssü haline gelmiş durumda.

Trump yönetimiyle sınır dışı edilen göçmenleri kabul anlaşması imzalaması, stratejinin son halkası.

Üstelik bu, Ruanda için yeni bir senaryo değil.

Daha önce Birleşmiş Milletler ile yapılan anlaşmalarla Libya'dan tahliye edilen sığınmacılar "geçici" olarak Ruanda'ya yerleştirilmişti.

Eski Birleşik Krallık Başbakanı Rishi Sunak ise yasadışı yollarla ülkesine gelen göçmenleri Ruanda'ya göndermek için 300 milyon dolar ödemeyi teklif etmiş, plan mahkeme kararıyla durdurulmasına rağmen Ruanda parayı iade etmemişti.

Anlaşılan o ki, Ruanda için bu anlaşmalar riskli bir insan ticareti değil, garantili döviz kapısı.

Şimdi sahneye, göçmen karşıtlığıyla nam salan Trump liderliğindeki ABD çıkıyor.

Ruanda'ya gönderilecek göçmenlere "iş gücü eğitimi" ve "konaklama" vadediliyor.

Ancak asıl verilen söz, Amerika'yı mülteci sorunundan kurtarması karşılığında Ruanda'ya tanınan çirkin ayrıcalık:

Kongo'nun kritik madenlerini yağmalamaya ve bölgeyi kaosa sürükleyen M23 terör örgütünü desteklemeye devam etme izni.

Bu üç ülkenin ardından Uganda da Washington'un mülteci deposu olmayı kabul etti.

Bugün zaten halihazırda 1,7 milyon mülteciye -İngiltere, Fransa ve Belçika'nın toplamından fazla- ev sahipliği yaparak insani yükün en ağırını omuzlarında taşıyan ülke, bu kabulle birlikte Batı'nın sorumluluktan kaçışındaki (şimdilik) son halka olmayı kabul etmiş oldu.

(Uganda Ruanda'nın Kongo işgaline siyasi ve askeri destek veriyor.)


Yeniden Berlin Konferansı mı?

1884 Berlin Konferansında Afrika toprakları, Batılı güçler arasında masa başında nasıl paylaşıldıysa bugün de "istenmeyen insanlar", yani mülteciler ve suçlular Afrika'ya paylaştırılıyor.  

Sahne farklı olsa da mantık aynı: Kararı veren Batı, uyması beklenen Afrikalı liderler. 

Batılı liderler şimdi daha rafine söylemlerle, aynı politikanın modern versiyonunu, "iş gücü eğitimi", "ekonomiye katkı" ya da "kalkınma iş birliği" gibi süslü cümlelerle meşrulaştırmaya çalışılıyor.


Hukuki ve insani boyut

Amerika, 1951 Mülteci Sözleşmesi ve 1967 Protokolü'nün imzacısı.

Bu çerçeveler açık: Mülteciler, hayatlarının veya özgürlüklerinin tehdit altında olduğu ülkelere geri gönderilemez.

Ancak Washington, kendi imzasını hiçe sayıyor.

Hukuku eğip bükerek, insan hayatını bir "yük" olarak tanımlıyor ve bu yükten kurtulmak için onları Afrika'ya para karşılığı devrediyor.

Kendi yarattığı kaosun faturasını ise kıtadaki en yoksul ülkelere kesiyor.

Mültecilerin gönderilmesi planlanan ülkelerde işsizlik ve yoksulluk zaten yüksek.

Mültecilerin söz konusu ülkelerde daha iyi bir hayat başlatma şansı oldukça düşük.

Hapishaneler tıka basa dolu; mahkûmlar günde bir öğünle yaşıyor. Kendi topraklarındaki suç oranlarını kontrol etmekte zorlanan bu ülkeler, Batı'dan ithal edeceği hükümlülerle daha da istikrarsız hale gelecek.

Trump'ın yaklaşımı son derece açık:

Afrika ülkelerinin ekonomik sıkıntılarını sömürmek, birkaç yatırım vaadiyle mülteci paketlerini "satın almak."

Göreve gelir gelmez USAID yardımlarını kesen, yakın zamanda Afrika ülkelerine yüksek vergiler koyan Trump; şimdi aynı ülkelere "Size biraz para vereyim, siz de benim suçlularımı ve sığınmacılarımı kabul edin" diyebiliyor.

Trump için dünyadaki dengeler, insan hakları ve uluslararası hukuk önemsiz, zira o "Önce Amerika" demekten vazgeçmiyor. 


Afrikalı liderler birlikte hareket etmeli

Batı ve Amerika tarih boyunca aynı oyunu oynadı, önce sömürdü, istikrarsızlaştırdı, kaos yarattı.

Sonrasında tüm bunlar neticesinde oluşan sorunların sonuçları kendisine ulaştığında ise bu sorunları başkalarına ihraç etmenin yollarını aradı.

Bugün de fark yok.

Bu zihniyetten adalet beklemek ve vicdanlı davranmalarını ummak gerçekçi olmayacak.

Değişim, şüphesiz Afrikalı liderlerin ortak tavrında gizli.

Söz konusu ülkeler kısa vadeli siyasi çıkarlar uğruna ülkelerinin itibarını ve geleceğini pazarlık masasına yatırmak yerine Batı'nın aşağılayıcı tekliflerine ve neokolonyal saldırılarına topyekûn "hayır" diyebilirlerse, tarihî tablo değişebilir.

Nitekim Nijerya, Gana, Kamerun ve Etiyopya kendilerine sunulan teklifi reddederek bunun mümkün olduğunu gösterdi.

Mülteci meselesi, yalnızca Afrika'nın omuzlarına yıkılacak bir yük değil; küresel bir sorumluluk.

Gerçek çözüm ise mülteci akınlarının kaynağındaki sömürü düzenini sona erdirmekten geçiyor.

Savaşları körüklememek, adil bir ekonomik düzen kurmak, insanları yurtlarından göçe zorlamamak gibi tüm dünyanın yararına çözümler Batı'nın işine gelmediği için Batı mültecileri ve suçluları Afrika'ya ihraç ederek geçici çözüm peşine düşüyor, sorumluluk almaktan kaçınıyor. 

Aslında Amerika ve Batı, kapısının önünü süpürüp çöpü uzaktaki komşusunun bahçesine atarak yalnızca ahlaki değil, stratejik bir hata yapıyor.  

Biraz rüzgârla o çöp, katbekat artarak kendi kapılarının önüne yeniden gelecek. 

 

 

Kaynaklar:

https://www.unhcr.org/about-unhcr/overview/1951-refugee-convention 
https://issafrica.org/iss-today/trump-s-deportation-deals-signal-a-troubling-shift-in-us-africa-relations 
https://www.indyturk.com/node/719136/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/de%C4%9Fi%C5%9Fen-y%C3%B6neticilere-ra%C4%9Fmen-birle%C5%9Fik-krall%C4%B1k%C4%B1n-s%C4%B1%C4%9F%C4%B1nmac%C4%B1lar%C4%B1-ruandaya 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU