Üçü bir arada: Eğitim sisteminin yapısal sorunları ve çözümler

Naman Bakaç Independent Türkçe için, Ahmet Örs, Talip Geylan ve Prof. Dr. Mehmet Emin Usta ile konuştu

Fotoğraf: AA

Eğitim-öğretim; yapısal sorunlar, dillendirilen eleştiriler, yeni vaatler, çarpıklıklar, yeni düzenlemeler, çocuk yaştaki çocukların karıştıkları kriminal suçlar, gittikçe artan ahlaki çözülmeler ve ekonomik krizin etkisi altında kalan milyonlarca yoksul ailenin kara kara düşünceleri altında başladı.

Her başlayan şey, doğası gereği umutlar ve karamsarlıkları da beraberinde getiriyor.

Karamsarlığı besleyen şey, bir türlü inşa edilemeyen ve ulaşılamayan; düşünen, üretken, sorgulayan, topluma yararlı ve ahlaki değerlerle donatılmış insan profilinin ortaya çıkarılamayışı ya da arzu edilen sayıda kitleselleşememesi. 

Buna rağmen eğitim sisteminin iyileştirilmesine dönük tartışmalar hiç eksilmemeli ve bıkkınlık duygusu yaratmamalı.

Zira hayattaki duruşunuzu, evliliğinizi, nasıl bir çocuğa sahip olup-olmayacağınızı, hangi kitapları alıp almayacağınızı, kimlerle dostlukları sürdürmeniz gerektiğini, nasıl bir işe sahip olup olamayacağınızı, hangi müziği dinleyip hangi siyaset çizgisini desteleyeceğinizi bir şekilde eğitim denilen çilingir belirliyor çoğunlukla.

Tabi kii sosyal medya, sokak, aile, para ve devlet gibi aktörlerin etkisini hafife almamak gerekir.

Ancak bunlar da alınamayan veya sunulamayan niteliksiz bir eğitimden kaynaklı değil mi?

Tüm bunların ışığında eğitim sisteminde hala çözülememiş yapısal sorunlar ve bu yapısal sorunlara dönük çözüm yaklaşımlarının yetersizliği de bir gerçek.

Bu gerçekliği 3 farklı aktörü bir araya getirerek sorgulayan ve anlayan bir dosya hazırladık.

"Üçü bir arada" olarak adlandırdığımız formatta yer alan bu dosyadaki aktörlerden biri eğitimci-yazar Ahmet Örs, diğeri sendika yöneticisi olan Türk Eğitim Sen Genel Başkanı Talip Geylan, üçüncüsü ise bir akademisyen olan ve halen Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nde görevli Prof. Dr. Mehmet Emin Usta. 
 

Eğitimci-yazar Ahmet Örs
Eğitimci-yazar Ahmet Örs

 

Ahmet Örs: Hakikatsizlik ve sömürü batağından çıkmak temel önceliğimiz olmalı

Siz eğitim sisteminin Kemalist ve Kapitalist kıskaç altında yıllardır hem şekillendirildiğini hem de dayatıldığını ileri sürüyorsunuz. Eğitim sistemi ile bu iki ideoloji arasındaki ilişkiyi bize açar mısınız?

Eğitimin, kavramsal ve pratik açıdan eleştirisi yapılmadan bu kritik meseleye dâhil olmak, değerlendirmelerde her zaman mühim boşluklar bırakacaktır. Yasa gereği "eğitim" adını zorunlu olarak üzerinde taşımak durumunda kaldığımız doğrudur ancak bu, hakikati ifade etmemize mâni olmamalıdır.

Şimdi de eğitimin kendisini sorunsallaştırdıktan sonra uygulamanın çözümlenmesi bahsinde kanaatlerimizi muhataplarımıza sunabiliriz. "Bildiğimiz Kemalizm" sonrası dönemde katı ideolojik tutumun gevşemiş olduğuna dair yanıltıcı tezlere teslim olmamak gerekiyor. Birincisi, aydınlanmacı zihniyetin dayatıcı ideolojisi olan Kemalizm'den sonra piyasacı zorbalık gelmiştir ve bu tahakkümcü kapitalist işleyiş de nihayetinde dayatıcı bir ideolojidir. 

Her ikisinin sahte tanrısallıklarını örten dinî sos, hakikatin belirsizleşmesini amaçlamıştır, o kadar. Bu büyücülük de AKP marifetiyle başarılmıştır. Bu notu, hakikatin beyanı hususunda tarihsel bir sorumluluk olarak düşmeliyiz.

Ülkede eğitimi sistematize eden paradigma, çelişkili hatlar barındırıyor gibi görünse de yazımızın başında savunduğumuz tezle tamamen uyumludur. Kapitalist çerçeveye dâhil olma sürecini "Avrupa Yeterlilikler Çerçevesi"ni referans alarak şekillendirilen "Türkiye Yeterlilikler Çerçevesi" ile yürütmeye çalışılan eğitim mekanizması, en nihayetinde Kemalist paradigmanın aydınlanmacılıktan mütevellit ırkçı, militer, faşizan ilkeleriyle biçimlenmiş ve epeyce de yaş almış "Milli Eğitim Temel Kanunu"na istinat eder. 

Şu hâlde tablo netleşmiştir: Aydınlanmacı ideolojinin yerel zemininden tümüyle kopamayan, bir yandan güçlü bir şekilde sermayeye meftun ve bunun tabii neticesi olarak 24 Ocak kararlarıyla ete kemiğe bürünen neoliberal politikaların emir eri olmaya gönüllü AKP iktidarının İslam'ı, tevhîdî ilkelerinden kopararak rıza üretiminde kullandığı son çeyrek yüzyılda eğitim mekanizması eleştirel yaklaşımlardan ziyade, mezkûr aktör marifetiyle korunaklı bir alana çekilmiştir.

Dindar kitleler bu bağlamda nev zuhûr "yerli ve milli" dini/manevî kimlik inşa rüzgârında bu temel gerçeğe odaklanamamış, bu sûretle hakikate yabancılaştırılmıştır. 28 Şubat'ın bu çerçeveyi besleyen plân ve hatıraları dindar kitlelerin duruşunu elbette alabildiğine etkilemiş ve egemen işleyişe serbest bir hareket alanı açmıştır.


"Kemalizm'in katı ideolojik tutumunun gevşemiş olduğuna dair yanıltıcı tezlere teslim olunmamalı"

Geçen eğitim-öğretimde uygulanmaya başlanılan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'ne bakışınız nedir? Bu modelin eğitim sisteminin yapısal sorunlarına dönük etkisi ne olur?

İkinci yılını uygulama başladığımız Maarif Modeli de işaret etmeye çalıştığımız bu tablo ile tamamen uyumludur, oradaki niyeti pekiştirmektedir.

Maarif Modelinde kavramaya, düşünce ve tez üretimine dönük müspet adımlar görülebilir. Bu hususta uzun yıllar boyunca müşteki cephede yer alan pek çok öğrenci ve öğretmen için bu, hiç şüphesiz "sistem içi"nde iyi bir gelişmedir. Bununla birlikte başından itibaren çizdiğim çerçeve, bu program için de fazlasıyla geçerlidir ve Türk-İslam sentezi olarak ortaya çıkmış dini kimliğin "değerler eğitimi" altında müfredata yedirildiğini görürüz. 

"Değerler"in egemen güç tarafından "eğitim" yoluyla pratikleştirildiği bir vasatta kaçınılmaz olarak kendini gösteren faşizanlık, milyonlarca gencin kararan hayatlarını gizlemekte yine de yeterli olamıyor. MESEM sömürüsünde can veren çocuklarla sarsıcı bir şekilde örneklenen kıyıcı işleyiş; maarif, değerler, Türk-İslam sentezi, teknoloji ve savaş araçları fetişizmi ile perdelenmek isteniyor ancak güneş, tabii ki balçıkla sıvanmaz!

Her türlü eşitsizliğin çılgın düzeylerde arttığı, geniş halk kitlelerinin bırakalım yoksulluk sınırı ve açlık sınırının oldukça altında bir köleliğe mahkûm edildiği bir vasatta, dinin ve eğitim süreçlerinin hakikati örten perde/büyü tesiriyle tasarımlanması tabiidir, egemen sınıfların geleneğiyle uyumludur.

Maarif Modelindeki görece olumlu düzenlemelerin derinlikli özgür ve eleştirel menzillere varmasının önü ideolojik muhasara ve sermaye meftûniyeti ile kesilecek biçimde yapılması, deveran edenin yine deveran ettiğinin kanıtıdır!

Nitelikli bir düzen eleştirisinden yoksun oluşumuz, bu hakikatlerin gündemleşmesinin önüne geçiyor. Yoksulluk ve çaresizliğin insanları liyakatsizlik rejimine koşar adım sürüklediği ülkede sistemi ya kutsayan ya aldatıcıların propagandalarına kanan ya da muhalefeti yanlış zeminlerde kurgulayan çevreler/zihniyetler yüzünden nitelikli bir muhasebe ortamı ve onun neticesinde hakikatten neşet eden ve hâkim paradigmayı alt üst edecek özgürleşmeci bir halk pedagojisi tasarlanamıyor.   

Bir şekilde "sistem içi"nde çırpınıp dursak da bulunduğumuz zeminlerde hakikatin, adaletin boy vermesine; çabalarımızın ezilenlerin, yoksulların, hürriyeti gasp edilenlerin sesi-soluğu olmasına vesile olabiliriz; gerçeğe tekabül etmeyen meselelerin içinde kaybolmayız.

En azından eğitim iş kolu sendikalarında örgütlenen ve okuma-yazma faaliyetlerine katılım imkânı nispeten yüksek kişilerin bu mevzularda düşünce ve tavır üretmesini bekleriz ancak bu beklentimizi karşılamaktan uzak bir çoraklıkla karşı karşıya bulunduğumuz da bir gerçek!
 

Türk Eğitim Sen Genel Başkanı Talip Geylan
Türk Eğitim Sen Genel Başkanı Talip Geylan

 

Talip Geylan: Yargı kararlarına rağmen, mülakat garabeti ısrarla sürdürülüyor

Sendikalar genel olarak eğitimde en çok ücret yetersizliği yanında bir de mülakat uygulamasına karşılar. Mülakat uygulamasına bakışınızı ve yerine neyi ikame ettiğinizi bize söyler misiniz?

Eğitim bir toplumun gelişmişlik düzeyini belirleyen faktörlerin başında gelmektedir. Ne yazık ki günümüzde eğitim sistemimizin yapısal ve işlevsel bakımdan birçok önemli sorunu bulunmaktadır. Derslik ve öğretmen açığı, alt yapı eksiklikleri, müfredat yetersizlikleri, fırsat eşitsizliği, mülakat garabeti gibi faktörler eğitimin verimini düşürmekte, rekabet gücünü kısıtlamakta, çocuklarımızın potansiyellerini tam anlamıyla ortaya koymalarına engel olmaktadır. Eğitimin öncelikli sorunlarının çözülmesi hem çocukların gelişimi hem de toplumsal kalkınmada büyük bir role sahiptir.

Eğitimin öncelikli sorunlarının başında mülakat garabeti gelmektedir. Türk Eğitim Sen olarak yıllardır eğitimin her alanında mülakatın kaldırılması gerektiğini, mülakatın ehliyeti öldürdüğünü, kul hakkını gasp ettiğini, gerek ilk atama gerek görevde yükselme gerekse yönetici atamalarında yazılı sınavın esas alınması gerektiğini söylüyoruz.

Ancak Millî Eğitim Bakanlığı bu akılcı ve gerçekçi taleplere yanıt vermiyor. Bu vesileyle bir kez daha yineliyoruz: MEB mülakat ısrarından vazgeçmeli, eğitimin tüm alanlarında yazılı sınavı esas alan, hakkaniyete uygun, objektif ve şeffaf bir sistemi hayata geçirmelidir. 


"Lise eğitimine yönelik her türlü yapısal değişiklik paydaşların ortak aklıyla hayata geçirilmeli"

Lise eğitiminin süresine dair kısaltmalara gidileceği şekilde bir tartışma sözkonusu. Eğitim sistemi neden uzun vadeli ve kalıcı bir şekilde yapılandırılamıyor? Lise eğitimindeki yapısal değişiklikler için ne dersiniz?

Lise eğitiminin süresinin yeniden revize edilmesiyle ilgili tartışmalar gündemdeki yerini korumaktadır. Sendikamız, bu sürecin; öğretmenlerin, akademisyenlerin ve tüm eğitim paydaşlarının geniş katılımıyla, bilimsel veriler ışığında yürütülmesi gerektiğine inanmaktadır. Zira yangından mal kaçırırcasına yapılan her düzenleme, eğitimi karanlığa sürüklemekte; nitelikten, şeffaflıktan ve katılımcılıktan uzak uygulamalar telafisi güç zararlara yol açmaktadır.


"Çocukların risk altına girmeden destek mekanizmalarının devreye girmesi mühimdir, zira eğitim suçu önleyecek temel bir unsurdur"

Eğitim sisteminin; sorgulayan, düşünen, üreten, topluma yararlı ve ahlaki ilkeleri içselleltirmiş bir insan profili yetiştirilmesi gerektiğine dair çokça nutuklar atılmasına rağmen, sahada tam tersi bir tabloyla karşı karşıyayız maalesef. Bildiğiniz gibi son dönemlerde okul çağındaki çocukların işledikleri suçlar çokça gündeme gelmektedir. Eğitim sistemi neden idealize edilen insan profilni yetiştiremiyor? Suça sürüklendiği iddia edilen çocuklara yönelik sizce neler yapılmalı?

Toplumumuzda son zamanlarda sıklıkla gündeme gelen ve "suça sürüklenen çocuklar" olarak tanımlanan çocuklar konusu belirttiğiniz gibi çokça gündeme gelmektedir. Yoksulluk, aile ilgisizliği, aile içi sorunlar, ailenin suç geçmişi, sosyal çevre, çocukların eğitim dışına itilmesi, sosyal dışlanma, yazılı ve görsel medyada yer alan filmler, diziler ve diğer medya içeriklerinin suçlu karakterleri ön plana çıkarması, adeta kahramanlaştırması, suçun normalleştirilmesi gibi unsurlar çocukların zamanla suça eğilmesinde, toplumsal normları reddetmesinde büyük rol oynamaktadır. Sorunu sadece tespit etmekle yetinilmemeli, acil ve somut adımlarda atılması gerektiğine inanıyoruz.

Bu noktada atılması gereken temel adımlar; tüm çocukların eğitim ortamı içinde mutlaka yer almasının sağlanması, çocukların risk altına girmeden önce tespit edilmesi ve bu konuda öğretmenlere yönelik eğitimler verilmesi, çocukların eğitim süreçlerini takibinin verimli şekilde yapılması, eğitimde fırsat eşitsizliğinin ivedilikle giderilmesi, sosyal ve psikolojik destek mekanizmalarının devreye girmesi, okullarda rehber öğretmen sayısının artırılması, aileler, okullar ve yerel yönetimler arasında güçlü bir işbirliği geliştirilmesi, çocukların spor, sanat ve kültürel etkinlikler gibi sağlıklı gelişim alanlarına yönlendirilmesi, teknolojinin bilinçli ve etkin kullanılmasının sağlanması önemlidir. Unutulmamalıdır ki; eğitim, suçu önlemede temel bir unsurdur.
 

Prof. Dr. Mehmet Emin Usta
Prof. Dr. Mehmet Emin Usta

 

Prof. Dr. Mehmet Emin Usta: Eğitim sistemi; bireyleri suçtan koruyamayan, ben olma bilinci yaratamayan ve değer-birey ilişkisini sağlayamayan bir durumda

Bir akademisyen olarak eğitim sisteminin temel yapısal sorunu olarak neyi görüyorsunuz?

Bu yazıyı kaleme aldığım saatte açık bilgisayarımda haber izliyordum. İzlediğim haber kanalı yayınını değiştirerek 16 yaşında bir çocuğun 2 polis memurunu şehit ettiği haberini verdi. Bu olay maalesef artık bir istisna ya da az rastlanan bir niteliğe de sahip değil. Okul çağındaki bireylerin/gençlerin suça bulaşmışlıkları giderek artıyor ve üstelik bu çocuklar zorunlu eğitim çağında. Bu durumda iki noktaya odaklanmak mümkün. Birincisi çocuk neden suça eğilim gösteriyor ya da suça bulaşıyor.

İkincisi suça eğilim gösteren çocuk ya da suça bulaşmış çocuğu neden tespit edemiyor ve rehabilite edemiyoruz.   İşte tam olarak Türk Eğitim Sisteminin ana yapısal sorunu bu. Bireyleri suçtan koruyamayan, ben olma bilinci yaratamayan, değer-birey ilişkisini sağlayamayan bir eğitim sistemi. 


Sorun olarak gördüğünüz bu yapısal soruna dönük müfredattan öğretmenin niteliğine eğitim politikalarından teknolojinin bilinçli kullanımına kadar bize nasıl bir çözüm modeli sunabilirsiniz? 

Elbette toplumda bunca çok değişken ve olumsuz uyaran var iken, bu sorumluluğu sadece eğitim sistemine yüklemek de haksızlık olur. Ancak ana aktör eğitim sistemi. Üstelik ana okulundan ortaöğretimin sonuna kadar verdiğimiz, eğitim programına açık ya da örtük olarak yedirdiğimiz değerler eğitimi unsurlarına ve din dersine rağmen. Burada akla gelen ilk tespit, kuşkusuz etkililik sorunu. 1 milyon 170 bin öğretmene rağmen etkililik sorunu yaşıyoruz. 

Zira bir toplumun 20-30 yıl sonra nasıl olacağını kurgulayan irade siyasi irade olsa da bu iradenin ana ajanı eğitim sistemi ve dolayısıyla öğretmen. Eğitim sistemi ve öğretmen derken yekpare bir olgudan söz etmek yerine birbiri ile ilişkili sayısız olgudan söz etmek daha doğru olur. Birbiriyle ilişkili bu olgular öğretmen niteliği ve istihdamı, program, ölçme ve değerlendirme, teknoloji, değerler sistemi, eğitim politikası vb. sayılabilir. Bunu senkronize etmeyi, amaçlanan yere ulaşmayı başarmak zorundayız.  


"Teknolojiden kaynaklı ağların olumsuz etkilerini tasfiye eden ve bunlardan daha çekici eğitim içeriklerine yatırım yapılmalı"

Bunun yolu da aileden sivil topluma, siyasetten diğer paydaşlara kadar her düzeyde hemfikir olmanın yanında giderek daha güçlü bir tüketim nesnesine dönen bilişim teknolojisi kaynaklı ağların olumsuz etkilerini tasfiye eden ve onlardan daha cazip hale gelmesi gereken çekici eğitim içeriklerine yatırım yapmaktan geçiyor.

Maalesef coğrafya öğrenmek, tarih öğrenmek, fizik ya da kimya öğrenmek, doğada bir gezintiye çıkmak, düşünsel bir tartışmaya katılmak 30 saniyelik bir TikTok videosundan daha çekici gelmiyor. Ve netice; onların biyolojik anne babası biz olsak da onlar, TikTok, youtube, Instagram vb. programların çocukları oluveriyor. 

Teknolojinin cazibesinden daha cazip bir yol bulmak zorundayız. Hiçbir komplekse kapılmadan özeleştirimizi yapmak ve müfredat, öğretmen niteliği, eğitim hukuku, ölçme değerlendirme sistemi üzerinde ciddi düzeltmeler ve düzenlemeler yapmak zorundayız. 

Edebiyatı, sanatı, doğayı, insani ve kültürel değerleri, entelektüel ve eleştirel düşünmeyi gündemimize almak zorundayız. Hikâyenin insanı anlamakla, onu bilmekle başladığını da öğrenmek zorundayız. 

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU