1968 yılının Temmuz ayında Peru'da yapılan bir seminerde genç Rahip Gustavo Gutiérrez basit ama temel bir soru yöneltmişti:
Teoloji neye hizmet eder?
Sorunun cevabı da basitti; "Tanrı'ya tabi ki".
Fakat yanlıştı.
Zira inanç ya da inançsızlık, iyilik veya kötülük de Tanrı'ya hizmet edebilir.
Günlük hayatımızı cehenneme çeviren sıradan kötülükler ve dünyayı yaşanmaz bir yere dönüştüren savaşlar ve rejimler gibi…
Rahip Gutiérrez'in cevabı ise şuydu:
Teoloji inancın bir yansımasıdır ve inancın yapması gereken şey insanları değişim için harekete geçirmektir.
Teologun görevi, dinin karanlık odalarında ilahi teoriler üretmek değil, insanlığa hizmet etmektir.
Bu da insanların umut etmek için bir nedenleri olduğunu müjdelemekle gerçekleşir.
Yani teoloji, umudun tefsiridir.
Çağlar boyunca Nasıralı İsa'nın yeniden dirilişine tanık olma mesajının temelinde yatan fikir budur.
Geçen hafta 96 yaşında hayata gözlerini yuman Perulu Katolik din adamı Gutiérrez fikirlerini, 1971 yılında "Teologia de la Liberación" yani "Kurtuluş İlahiyatı" başlığı altında topladığı bir esere dönüştürdü.
Ve Gutiérrez'in bu eseri yalnızca Kiliseyi değil, Latin Amerika'daki sosyal hareketi derinden etkiledi.
Gutiérrez esasında rahip olmak için yola çıkmamıştı. Başarılı bir Tıp talebesiydi. Fakat felsefe, politika ve dinle ilgiliydi.
Öğrenciliği sırasında "Acción Católica" (Katolik Eylem) adlı reformist bir gruba üyeydi.
Bu grup 1962'de Vatikan tarihinin gelmiş geçmiş en büyük reformlarını yapan Papa Juan XXIII tarafından yoksullar ve işçi sınıfı içinde çalışmaları için harekete geçirilmişti.
Grup Mussolini'nin 1931'de ülkedeki tüm gençlik derneklerini yasaklamasına bir cevap olarak ortaya çıkmış, savaştan sonra dünyaya anti faşist bir dini örgütlenme olarak yayılmıştı.
Roma'da reformların gerçekleştiği bu dönemde Afrika ve Latin Amerika'da sömürgeci geçmişin eleştirisi üzerine kurulu yeni bir Katolik kilisesi inşa ediliyordu.
Kilise artık bu 2 kıtaya Avrupalı din adamı gönderme tavrından vazgeçiyordu.
Zaten faşizmin yükseldiği 2 savaş arası dönemde Avrupa'da Protestan ve Katolik kilisesinde 20'nci yüzyılın ilk reform hareketleri ortaya çıkmıştı.
Ancak Latin Amerika gibi eski sömürgelerde bunlardan çok daha farklı ve radikal bir taban hareketi yükseliyordu.
Bu yeni dini hareketi radikalleştiren şey anti sömürgeci karakteriydi.
Hareket kendi tarihinden dayanaklar bulmakta zorlanmadı:
16'ncı yüzyılda gerçekleşen fetih sırasında, Meksika'da yerli halklarını tutarlı ve etkili biçimde savunan Fray Bartolomé de las Casas ya da Paraguay'da 17'nci yüzyıl başlarında kurulan "sosyalist" Cizvit devleti pratiği bunların arasındaydı.
Yerellik prensibi ve Avrupa sömürgeciliğine karşıtlık kaçınılmaz biçimde onları geniş yoksul kitleler ve onların sınıfsal sorunlarıyla buluşturdu.
"Yoksulların Kilisesi" kavramı zaten çok uzun süre önce ortaya çıkmıştı.
O yıllarda Katolik sosyal doktrin "sol" eğilimliydi ve kapitalizmi sorguluyordu.
Rahip Gutiérrez'in manifestosunda bahsettiği değişimin odağında ise yoksulluk vardı.
Gutiérrez, kilisenin bir hayır kurumu gibi davranmasını değil yoksulluğu ve eşitsizliği ortadan kaldıracak bir eylem çizgisi izlemesi gerektiğini savunuyordu.
Perulu rahip, sosyal adalet eylemine aktif olarak katılan bir Hıristiyanlığı savunuyordu.
Eseri yoksulluğa karşı mücadelenin Tanrı'nın iradesine verilen bir yanıt olduğunu öne sürmesi açısından dönüm noktasıydı.
Yoksulluğu anlayabilmek ve onu aşabilmek için yoksulları marjinalleştiren adaletsiz sosyal yapının üzerinde yükseldiği temellere işaret ediyordu.
Gutiérrez eserinde, İncil açısından, yoksulluğu insan onuruna ve Tanrı'nın iradesine kasteden bir durum olarak tanımladı.
Ve bu düşüncesini Eski ve Yeni Ahit'ten reddedilemeyecek örneklerle destekledi.
Özellikle Matta ve Luka'dan pasajlarla etkileyici bir hale getirdi.
Yakup'tan ve Aziz Pavlus'dan hikayelerle zenginleştirdi.
Kurtuluş Teolojisi'nde yoksullar, acı çeken İsa'nın yüzüdür.
Fakat Vatikan'a göre İsa'nın yüzü belirli bir ekonomik konumun sonucu olarak tasvir edilemez.
Bu yüzden Gutiérrez ve eseri 1984 yılında Vatikan'da yargılanırken, daha sonra Papa olacak, Kardinal Ratzinger tarafından Marksist/Leninist olmakla itham edilmişti.
Kurtuluş teolojisi, dini alana Marksist ideolojiyi sokmakla suçlandı.
Fakat aslında bundan daha önemli bir şey yapıyordu: Toplumsal, seküler alana teolojik müdahalede bulunuyordu ki bu Hıristiyan modernleşmesinin reddiydi.
Ancak bunu yaparken de bir anlamda sekülerliğin teolojisini yaptığı için modernlikle çatışmaya girmiyordu.
Çünkü onun toplumsallığı aynı zamanda bireysel ahlaki eylem teolojisiydi.
Fakat bu "Yoksullar Teolojisi" İsa'nın çektiği acı için toplumsal yapıyı suçluyordu.
Gutiérrez'in yorumuna göre, İsa'nın yüzünü gördüklerinde yoksullar kendini kurtulmuş hissederler; çünkü kötülük elitlerin sömürüsünde yatmaktadır.
Bu yaklaşım, insan doğasının kötülüğü ve peşinen günahkarlığına dayanan kiliseye öğretisine tamamen aykırıydı.
Gutierrez için yoksulluk; adaletsiz ve günahkâr yapıların sonucudur.
Yoksulluk bir kader değil, sosyal yapıların, zihinsel-kültürel kategorilerin bir eseridir ve toplumun inşa ediliş biçimiyle ilgilidir.
Üstelik rahip Guitérrez, yoksulluğu sadece yaşamak için ekonomik kaynaklardan mahrum olmaya da indirgemez.
Ona göre düşünme, umut etme, paylaşma, inanma ve sevme koşullarının ortadan kaldırılması da yoksulluktur.
Fakat özel olarak onun teolojik önerisi; özgürlük ve ekonomik kalkınma arasındaki ilişkide yoksullar lehine odaklanıyordu.
Bu noktada, insanın birbirinden bağımsız bilgi ve yaşam alanında iki paralel düzende mi hareket ettiği sorusunu yöneltiyordu.
Yani insan özerk ve seküler mi, yoksa tamamen doğaüstü vahiy tarafından mı yönetiliyor?
Ya da insan, birey olarak en derin bütünlüğünde, Tanrı tarafından bireysel ve toplumsal yaşamı dini ve etik olarak inşa etmeye mi çağrıldı?
Bu soru, insan doğasına sahip olan Mesih'in tarihsel ve toplumsal karakteriyle de ilişkiliydi.
İşte tam bu noktada "insanlığın mutluluğu" (ya da müjdesi) İsa'nın eyleminde, yürürlükteki ahlaki, sosyo-ekonomik ve hukuki değerler düzenine ilişkin Tanrı tarafından yankılanan bir reddiyenin ilanıdır.
Gutiérrez aslında Vatikan'ın isnadının aksine, yoksulların ekonomik konumları sebebiyle diğerlerinden daha "iyi" oldukları için, Tanrı'nın sevgisini hak ettiğini söylemiyordu.
Yoksulların, Tanrı'nın adaletinin muhteşem bir göstergesi haline getirmek istediği için İsa tarafından tercih edildiğine işaret ediyordu.
Bu yüzden Tanrı'nın sevgisi yoksulların lehineydi.
İsa için yoksulların kutsanması, Tanrı'nın krallığının yakında olduğunu söylemenin başka bir yoluydu.
"Öyleyse" diyordu Gutiérrez; bu adaletsiz dünyada "biz yoksullara Tanrı'nın onları sevdiğini nasıl söyleyeceğiz?"
İşte bu, teolojinin yoksulların çığlığının bir yankısı olmasıyla; eylemsel biçimde yoksulların görünür ve kendi kaderlerinin öznesi olması, yani hayatlarının kontrolünü ele almalarıyla mümkündür.
Ancak bu yolla Tanrı'nın sevgisi gerçekleşir.
Bir ruhban sınıfının bunu başaramayacağı aşikardır.
Gutiérrez, kiliseye "ancak yoksulların dostu olduğumuzda kendimizi onlara adamış olacağız" diye sesleniyordu.
Çünkü ona göre insanlar ancak dostluk yoluyla eşit olabilirdi.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish