Barış, ama nasıl?

Vahap Uluç Independent Türkçe için yazdı

Resim: Pablo Picasso, 1962

Devlet Bahçeli'nin 22 Ekim 2024 tarihinde meclis grup toplantısında rüyanızda görseniz "bu kadar da abartılı rüya olmaz" dedirtecek "Abdullah Öcalan... gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun..." çıkışından sonra 15 yıldır rafa kaldırılmış "barış süreci" tekrar Türkiye'nin gündemine girdi.

Bahçeli, bu çıkışı ile "silahı bırakın demokratik yoldan istediğiniz şekilde kendinizi ifade edebilirsiniz" demek istiyordu.

Birtakım görüşme ve açıklamalar ile sembolik olarak örgütün silah bırakması sonrası mecliste yer alan bütün siyasi partilerin (İYİ Parti hariç, temsilci göndermedi) temsil edildiği temsilciler aracılığı ile mecliste Kürt meselesini konuşmak üzere "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu" kuruldu.

Bu komisyon birkaç gün önce toplantılarına başladı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Doğrusu, 15 yıl öncekinden daha az heyecanlı olmasına ve muğlak bir görüntü vermesine rağmen meclisteki bütün siyasi partileri işin içine katması açısından daha kapsayıcı ve popülist açıklamalardan kaçınılması bakımından da daha ciddi bir süreç olduğu izlenimi vermektedir. 

Gerçekten de cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da vurguladığı gibi, bir Türk-Kürt ittifakı oluşturulabilirse ve bu bağlamda Türkiye diğer ülkelerdeki Kürtleri de sahipleneceği bir dış politika stratejisi izlerse bu Türkiye'yi Ortadoğu'nun en güçlü ülkesi haline getirebilir.

Bu anlamda devlet, kırk yıldır sırtında kambur olarak taşıdığı silahlı şiddetin bırakılması işini tarihi bir fırsat olarak görmeli.

Ayrıca, Kürtler de aynı tarihi fırsatın bilincinde olacak şekilde taleplerinde devletin atabileceği adımların sınırları konusunda makul davranmalılar.

Bu tür meselelerde taraflar karşılıklı manipülatif hamlelerin içine girerler ki siyaseten bu anlaşılabilir bir durumdur.

Ancak bu meselede güç dengeleri açısından bir tarafta devlet diğer tarafta da birtakım sorunlarının olduğunu söyleyen devletin vatandaşları olan bir kitle bulunuyor.

Sonuçta devlet vergisini veren, herkes gibi askere giden bir kesim vatandaşlarının sorunlarını halletmek niyetinde.

Onun için siyasi iktidar, siyasi partiler ve devlet bürokrasisi "Ne kadar az taviz ile bu sorunu çözersek bu bizim için kârdır" pazarlık mantığı ile davranmaktan ziyade, "Öyle bir çözüm geliştirmeliyiz ki insanlar bir daha silaha sarılma ihtiyacı duymasınlar ve demokratik yollardan sorunlarını çözebileceklerine inansınlar" kaygısı ile hareket etmeli.

Çünkü hepimiz biliyoruz ki bu mesele sadece bu süreçte alınacak kararlarla -üflenerek söndürülen lamba misali- bir çırpıda ortadan kalkmayacaktır.

Bu hamur daha çok su kaldırır misali bu tür sorunların nihai çözümü uzun vadeye dayanır ve ince işçilik, sabır ve karşılıklı bir birini anlamayı gerektirir.

Bu da aslında devletin sorun çözebilme kabiliyetini ortaya koyar.

Burada acil olarak ihtiyaç duyulan şey, sorunların çözümü konusunda silah kullanmaya gerek olmadığı inancını insanlarda oluşturacak bir zeminin önünün açılmasıdır. 

Kötü bir barış, barış öncesinden daha kötüdür.

Toplumların vicdanında yer etmemiş bir çözüm bir süre sonra farklı bir şekilde hatta belki de daha sert bir tutumla tekrar gündeme gelebilir.

Onun için Kürt meselesini salt PKK ve Abdullah Öcalan'ın talepleri ile aynı şey görmemek gerekir. 
 


Bu grubun talepleri şiddetin durması açısından elbette ki çok önemli ama Kürt meselesini PKK ve Abdullah Öcalan ile özdeşleştirmek de doğru deği.

Nitekim, bu meselenin kökleri ta Osmanlı'nın son dönemlerine kadar gider.

Oysaki örgütün kuruluşu 1978 gibi geç bir zamandır.

Bir örgütün şiddete son vermesinin -tek başına- sorunun çözümü olmadığının dünyada örnekleri var.

Sorun belli bir çözüme kavuşturulmadığında toplum, şiddete başvuracak grupları ortaya çıkarma potansiyelini her zaman için içinde taşır.

Bunun bilincinde olmak gerekir.

Onun için devlet aklı, ekonomik olarak Türkiye'nin batıdaki sermayesine eklemlenmiş, sosyolojik olarak Türkler tarafından dışlanmamış, çıkarlarını Türkiye ile birlikte olmakta gören ve bunun için de Türkiye'den hiç de ayrılmaya niyeti olmayan vatandaşları olan Kürtlerin taleplerini ve aynı zamanda Türk kamuoyunun bu konudaki görüş ve hassasiyetlerini göz önünde bulunduracağı bir çözüm yolu geliştirmeli.

Elbette ki oturduğunuz yerden bu dengeyi kağıt üzerinde oluşturmanız gayet mümkün ama hayatın pratiğinde bu dengeyi yakalamak hiç de kolay olmayacaktır.

Evet, zordur ancak bu başarılmayacak bir şey de değildir; yeter ki bütün taraflar siyasi çıkar beklentisi içinde olmadan ülkenin ortak geleceği şiarı ile meseleye yaklaşsın. 

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU