Bölgesel savaşların ve küresel kırılmaların derinleştiği bir dönemde, Türkiye bunların tam karşısında bir süreç izleyerek yüzyıllık krizli mesele olan Kürt meselesinde tarihi bir adım atarak çözümü seçti.
Üstelik bu süreç, barış ve çatışma çözümü yaklaşımları içerisinde Batılı yöntemlerle değil, Türkiye'nin kendine özgü yöntemleri ile çözüldü.
Bu nedenlerle, bu tarihi süreç jeopolitik gelişmeler, barışın inşasının metodu ve ulus felsefesi bağlamında birçok soruyu beraberinde getiriyor.
Bu sorulara cevap ararken, uzun yıllar bu sürecin farklı şekillerde analiz edileceği ve gündemde kalacağını akılda tutmalıyız.
Bu tarihi süreçte tarihin algısı ve tarihin yeniden inşası
AK Parti sözcüsü Ömer Çelik'in Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın cumartesi günü gerçekleştireceği konuşmanın "tarihi" olacağını duyurmasının ardından son 1 haftadır cumhurbaşkanının cumartesi konuşması merakla beklenmekteydi; fakat kimi kesimler tarafından beklentilerin karşılanmadığı ifade edildi.
Halbuki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu konuşması, çözüm sürecine dair en yoğun ve daha önemlisi sürecin kavramsallaştırıldığı konuşmaydı.
Bu konuşma, aslında Bahçeli'nin süreci başlattığı dönemlerde PKK'nın silahlarını bırakması için Malazgirt'i işaret etmesinin etkisine benzer şekilde tarihin yeniden inşa eden nitelikte bir konuşmaydı.
Daha açık bir ifadeyle, cumhurbaşkanı konuşmasında verdiği tarihi referanslarla, Türklerin Anadolu'daki en az bin yıllık geçmişine artık Kürtler de ortak edildi.
Cumhurbaşkanı konuşmasında Türkiye'nin kurucu unsuru olarak Müslüman toplumlara referans verdi.
Bu durum, kimi kesimler tarafından ülkenin kurucu kimliğini ve tarihsel gelişmelerini Türk kimliği çerçevesinde değerlendiren eleştirilere yol açtı.
Bu konuşma, ulus devlet kavramının ülkemizde ciddi tartışmalara açılacağını göstermektedir.
Aslında, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde Müslüman toplumların milliyetçiliklerinin ortaya çıkışı, başlangıçta birbiriyle çatışmadan kendi toplumlarına bağlılık gösterme ve hatta birbirini destekleyerek gelişme potansiyelini taşımaktaydı.
Kürt öğrenci hareketi Hevi'nin ilk toplantılarını Türk Yurdu'nda düzenlemesi ancak bu şekilde yorumlanabilir.
Sadece İmparatorluk bakiyesi bağlamında değil, Türkiye'nin kuruluş dönemi de bu sürecin yorumlanmasına destek verecek niteliktedir.
Boğaziçi Üniversitesi'nde derslerimde öğrencilerime "Türkiye'nin azınlıkları kimdir?" dediğimde Kürtler, Araplar, Aleviler gibi tanımlar gelmişti.
Halbuki Türkiye'nin kurucu anlaşması Lozan Anlaşması'na göre azınlıkların sadece gayrimüslimler olarak tanımlandığını ve bunun haricindeki müslüman toplulukların azınlık değil, bizzat bu ülkenin kurucu unsurları olduğunu bilen ne yazık ki yoktu.
Bu nedenle inşa edilmesi gereken, Benedict Anderson'un dediği gibi, hayali bir cemaat değil, bizzat bu toplumun tarihsel ve kurucu anlaşmasında kendine yer bulan bir toplum tahayyülüdür.
Türkiye'nin kurucu felsefesi ve Kürt meselesi
Bu hayati dönemde ülkenin kurucu unsuru olan Müslüman toplulukların kendine yer bulması, aslında ülkenin fabrika ayarlarına geri dönüleceğini göstermektedir.
Peki, bu durum Mustafa Kemal'in görüşleri ile çatışmakta mıdır?
Bu sorunun cevabı, Lozan Anlaşması'nın tarihsel olarak jeopolitik çerçevede nerede konumlandığına baktığımızda çözülmektedir.
Kürtlerle yapılacak herhangi bir politik açılım süreci her daim ülkenin kuruluş kodlarıyla çatışıyormuş gibi sunuldu.
Ancak bu kez Kemalizm tartışması merkezi rol oynamadı.
Aksine, CHP, son seçimlerde daha liberal söylem inşa etmesi ve özellikle Kürt seçmeninden aldığı destek nedeniyle aktif olarak sürecin karşısında yer almadı ve kendini Kemalizm ile tanımlayan Doğu Perinçek'ten sürece net bir destek geldi.
Kemalizm tartışmalarının gündemden çıkması ve sürecin farklı gündemler içerisinde, özellikle uluslararası konjonktür içerisinde değerlendirilmesi, Mustafa Kemal'in politikalarıyla nasıl örtüştüğünün de cevabı olabilecektir.
Çünkü Mustafa Kemal de Osmanlı sonrası kurulan coğrafyada anti-kolonyal bir tutum sergilemiş, Millî Mücadele döneminde Kürtlerle birlik kurmuş ve kendinden önceki dönemin problemli alanlarını ortadan kaldırmayı hedeflemiştir.
Mustafa Kemal, Kürt yoğunluklu bölgelerdeki yerel ilişkilerini Millî Mücadele döneminde kullanarak, halk temsilcileriyle mektuplaşmalar aracılığıyla güçlü bağlar kurmuştur.
Bölgedeki rahatsızlıklara karşı çeşitli politikalar izlemiştir.
Sürecin İslami yönünü kavramak amacıyla, Trablusgarp'ta bulunduğu sırada Senusi tarikatının önemli isimlerinden Ahmed Şerîf es-Senusi ile ilişkisinden faydalanmış, onu Millî Mücadele'ye davet ederek desteğini almıştır. Hatta Kürt isyanlarına karşı Senusi Kürt coğrafyasında görüşmeler yaparak Millî Mücadeleye destek sağlamıştır.
Mustafa Kemal ve kurucu kadroların en büyük gayesi sömürgeciliğe karşı tam bağımsız bir ülke kurmaktı.
Bunun için Osmanlı döneminde dış ülkeler tarafından kullanılan etno-kültürel milliyetçilikten rahatsız olmuş ve modern Türkiye sürecinde yoğun bir ulus inşa sürecine girmiştir.
Milli Mücadele'yi vermiş ve ülkesi için daha korumacı, daha inşacı ve sömürgecilerin politikalarına karşı teyakkuzda bir sistem kurmuştur.
Hedeflerine kısmen ulaşsa da bu durum kendisiyle beraber birçok krize sebep olmuştur.
Bugün de Ortadoğu ve dünyadaki krizli durumlara karşı gelişen olaylarla birlikte, tam da o dönemin felsefesi içerisinde oldukça anlamlı bir adım atıldı.
Tıpkı Misak-ı Milli gibi bir gelişmeye şahit oluyoruz, Türkiye için riskli alanları sıfıra indirecek adımlar atılmış ve PKK'nın silah bırakmasıyla sonuçlanmıştır.
Yeni dönemde barış inşası: Geçmişten dersler, geleceğe yöneliş
Sonuç olarak, Türkiye daha önce de Kürt meselesini çözmeye yönelik adımlar atmış olsa da bu süreç farklı bir düzlemde gelişti.
Oslo görüşmelerinden 2013-2015 çözüm sürecine kadar birçok girişim, hem bölgesel ve uluslararası dengeler hem de Batılı çözüm metotları bağlamında, karşılıklı güvensizlik nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
Ancak bugünkü süreci öncekilerden ayıran temel fark, çatışma çözümünün kendi tarihi bağlamına oturtulması ve jeopolitik gelişmeler ışığında aynı tehdit algısı çerçevesinde bir kader birliğiyle şekillenmesidir.
Tam da bu çerçevede geleceğe dair yeni bir milli projeye şahitlik ederken, 1920'lerde kurucu unsurun tam bağımsız bir ülke hedefine ulaşırken tetiklediği yeni krizlerin bu süreçte de yaşanmamasına özellikle dikkat edilmelidir.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish