Bugün Suriye Dışişleri Bakanı ile Savunma Bakanı, Ankara'da muhatapları ile görüştüler.
Türk ve Suriye dışişleri bakanları ortak basın toplantısı yaptılar.
Suriye'nin geleceğini inşa ederlerken, durumun gayet kritik olduğu yönündeki mesajlarını verdiler.
Peki, önümüzdeki günlerde Suriye'de ne beklenmeli?
Bölgesel huzur ve istikrarın karşısındaki engeller
Suriye ve Türkiye açısından, bölgeye huzur ve istikrar gelebilmesi adına çözüm bekleyen 3 konu kaldı.
Birinci konu, ABD destekli İsrail'den kaynaklanmaktadır.
İsrail; bir yandan kendi yayılmacılığına Suriye topraklarında devam etmek isterken ve burada Dürziler üzerinden bazı tertipleri gerçekleştirirken, diğer yandan bölgede Türkiye'yi rakip görerek, öteden beri işbirliği halindeki kendilerine yakın Kürt gruplarla ve esasen SDG ile faaliyet içinde bulunmaktadır.
İsrail bunların üzerinden Türkiye ile kendisi arasında bir bariyer oluşturmak istemektedir.
İsrail bu emelinden vazgeçer mi?
Hayır. Bir kez konjonktürel olarak ABD desteğine dayalı geliştirdiği geniş çaplı operasyonlarıyla neredeyse Ortadoğu genelinde baskın politikalarını sürdürmektedir.
Şimdiki ilerleme alanlerı Suriye ve Doğu Akdeniz'dir. Bu sahalarda en büyük rakibi ise Türkiye'dir.
Bölgede her ne yapacak ise dolaylı da olsa Türkiye ile karşı karşıyadır.
Dolaylı, dediğim noktayı açayım.
İsrail; eğer saha Suriye ise buradaki her türlü olayı kendi çıkarına kullanmak isteyecek, zaten ikide bir operasyon yaparak durumu kendi baskısı altında tutmayı sürdürecektir; diğer taraftan da Doğu Akdeniz'de Yunanistan, GKRY, AB, ABD, İngiltere ve petrol şirketleriyle birlikte oldubittiler yaratacak, jeopolitik faaliyetlerini açılımla sürdürecektir.
ABD Başkanı Donald Trump, Suriye'nin yeniden imarı için, Ankara Büyükelçisi Tom Barrack'ı aynı zamanda Suriye Özel Temsilcisi olarak atadı.
Trump, "bu işi sen çöz" dedi; Barrack'a bıraktı.
Ancak Barrack, İsrail'in durumunu tam olarak kontrol etme gücüne sahip olmadığını anladı.
İsrail yönetimi doğrudan Washington'la ve sahada hem CENTCOM hem de CIA ile ortak hareket ederek, kendi çıkarına ilerleme göstermektedir.
Barrack, iyi niyetle belli sorunları çözmek istediğini gösterdi, ancak durumun o kadar da parlak olmadığını anladı.
Örneğin İsrail, Suveyda'daki Dürzilerle ilgili olayda bütünüyle Suriye iç işlerine müdahil iken, yaşananlara bakıldığında neredeyse ABD, "İsrail burada istediğini yapar" gibisinden bir tavır içinde görüldü.
Bunu ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio belli şekillerde dile getirdi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İkinci konu, Suriye'deki SDG hakkındadır. Ve SDG'nin şemsiyesi altındaki çekirdek örgüt PKK/YPG'dir.
İstikrarlı bir Suriye için SDG'nin bir an önce 10 Mart mutabakatı gereği yeni Şam yönetimine katılmasının sağlanmasıdır.
Bu aynı zamanda PKK/YPG'nin feshi bağlamında sonuç üreten konudur.
SDG, İsrail'in, ABD'nin ve Avrupalı bazı güçlerin teşvikini görmektedir.
Değilse çoktan 10 Mart mutabakatı uygulamaya konurdu.
O halde SDG de şunu düşünüyor olabilir, "neden elimdeki fırsatı kaçırayım?"
SDG, Suriye'nin fiilen birkaç parçaya bölünmesinin en fazla isteklisi.
Temel olarak SDG bir ABD projesi olduğuna göre ve İsrail'in de pozisyonundan yararlanmanın kendine avantaj yaratacağını düşündüğüne göre, bu son gelişmeleri bir fırsat olarak görmektedir.
Başlangıçta genel eğilim SDG'nin Şam'a katılması yönündeydi, ancak Suveyda hadisesinin peşinden durum bir nebze değişmişe benziyordu.
SDG öncelikle bir Avrupa turu attı ve Suriye'nin geleceği hakkında Şam'dan bağımsız olarak görüşmelere başladı.
Bu tür görüşmelere ABD'liler ve İsrailliler zaten dahildi.
Bütün bunlarla bağlantılı üçüncü konu ise, "Terörsüz Türkiye!"
Bu hedef çerçevesinde YPG'nin, terörist başı Öcalan'ın ve Kandil'in fesih kararına uyarak hareket etmeleri, silah bırakıp teslim olmaları.
"Terörsüz Türkiye" konusunun Suriye'den akamete uğramasına Türkiye göz yumamaz.
Çünkü Ankara "Terörsüz Türkiye" ile hem Türkiye'nin hem de bölgenin huzur ve istikrara kavuşacağının bilincinde olarak hareket etmektedir.
Öyleyse görülen şudur:
Türkiye, hem kendine doğrudan tehdit PKK terörünü tamamen bitirmekle ilgili süreç üzerine çalışmakta hem de Suriye'deki Şam yönetimine katılması gereken SDG/YPG denklemini çözmeye çalışmaktadır.
Terör tehdidinin bertaraf edilmesinin peşinden Türkiye, Suriye'nin yeniden imarına çok yönlü katkı, hatta Türkiye'deki sığınmacıların evlerine dönmelerini sağlayacaktır.
(Suriye'ye geri göç, isteklilik çerçevesinde olacağından, uygun şartları hazırlamak başlı başına bir gerekçedir.)
Ankara'daki ABD Büyükelçisi aynı zamanda Suriye'den de sorumlu olduğuna göre en yakın işbirliği yapması gereken taraf Türkiye'dir, Trump'ın en baştaki kurgusu da bu şekildedir.
Suriye, Türkiye üzerinden Batı'ya kolaylıkla entegre edilebilecektir.
Türkiye bu manada önemli bir fonksiyonu üslenmektedir. Ancak burada ortaya çıkan yeni durum çerçevesinde düşünülürse ve Barrack'ın İsrail'e etkisi olmayacağından söz edecek olursak, bütün yapabilecekleri Türkiye ve Suriye alanıyla sınırlı kalacaktır.
Suveyda olayı zamanında İsrail Şam'ı bombalamıştı.
Şam derhal Türkiye ile bir anlaşma yaparak savunma desteği talep etti.
Bu anlaşma çerçevesinde 2 konu akla gelmektedir:
Birincisi, Suriye'de kalıcı etki sağlayacak askeri destek konularında zaman içinde yapılacaklar (eğitim, savunma sanayii, üs ve askeri altyapı faaliyetleri, vs. konular), ikincisi ise derhal önlem almayı gerektirir nitelikteki "bölücü" SDG'ye karşı fiili bir önlem almak, yani operasyon yapmak.
Geçen hafta Şam'ın kontrolündeki bazı silahlı güçler askeri hazırlıklar ve intikaller yaptı ki bunların görüntüleri sosyal medyada yayımlandı.
Buna karşılık SDG, Esad döneminden ele geçirdikleri ağır silahların (tank, ZMA, roket, hava savunma sistemi, vs.) görüntülerini paylaştı.
Şunu söylemeye getirdi:
- Birincisi, ABD'nin verdiği silahların ve eğitimlerin bir adım ötesinde, Esad'ın silah sistemlerinin bir kısmı da SDG güçlerinin elinde.
- İkinci olarak, SDG de operasyona hazır.
Diğer taraftan İsrail savaş uçakları son hafta içinde değişik zamanlarda Lazkiye ve Şam üzerinde uçuşlar yaptılar.
Bunlar hem Ankara hem de Şam görsün istenen türde faaliyetlerdendi.
Demek oluyor ki Suriye'de önemli huzursuzluklar ve giderek tırmanan bir çatışma potansiyeli mevcut.
Suriye ve Türkiye'nin tasavvuru
Suriye, SDG birliğe katılmadan bir "üniter Suriye" olmayacağını biliyor.
Eğer SDG ayrılıkçı yönde tavır sergiler ise bunun peşinden, kendine cesaret bulan diğer bazı kesimlerin, mesela Dürzilerin ve Nusayrilerin de özerklik talep edeceklerini de biliyor.
Demek ki Şam yönetimi 10 Mart mutabakatının gereğinin yapılmasını bir an önce sağlamak (veya sağlatmak) durumundadır.
Bir hatırlatma yapayım.
İsrail'in neden en baştan beri Suriye'deki askeri üsleri, depoları, karargahları vurdu, bunu anlayabiliyor muyuz?
Zayıf bir Suriye demek İsrail'in "bütün kozlar benim elimde" demesi manasındadır.
ABD bunu görmezden gelirken, aslında bütün kozları İsrail adına besledi.
Soru: Türkiye'ye ne kaldı?
Suriye'nin kendi güçleri böylesi bir operasyon için yeterli mi?
Hesap yapmayı bir yana bırakalım, durum şu, Şam güçleri, Türkiye destek vermeden SDG ile karşı karşıya gelmek istemez.
Bu arada SDG kontrolündeki bölgede yerel aşiretlerin 2015 yılından beri ABD maaşıyla yaşadığını unutmamak gerekir.
Eğer Şam yönetimi SDG'ye operasyon yapar ise; başta istihbarat, haberleşme, propaganda ve mühimmat desteği şeklinde bir İsrail desteğinin olacağını; hatta İsrail savaş uçaklarının Şam üstünde uçacaklarını; İsrail'in ayrılıkçı potansiyele sahip diğer kesimleri hazır tutacağını, hep göz önünde tutmak gerekir.
Türkiye; en azından kendi sınırları yakınındaki (sınırı boyunca 30 km derinlikteki) terörü gerekirse kendi girişimleriyle sonlandırmak; Şam yönetiminin üniter yapısının sağlanmasının bölgesel istikrar için gerekli olduğunu düşünerek, Suriye Savunma Bakanlığı güçlerini mevcut güvenlik anlaşması gereği desteklemek; "Terörsüz Türkiye" hedefine dair bütün gelişmeleri dikkate alarak, SDG/YPG kaynaklı faaliyetlerin önüne geçmek isteyecektir.
Bugün Türk yetkililer sadece "YPG" derken hem sınırlarını hem karşı taraftakilere gerekli hedefini işaret ediyor.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish