Kobani davası: Zulüm acilen sona ermeli

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Yıllardır devam etmekte olan Kobani davası nihayet sonuçlandı.

Ben de yargılanan bütün arkadaşlarım da başından beri, "Bu dava hukuki bir dava değildir, siyasi bir davadır" dedik. 

Hatta ve hatta daha da ötesine giderek, "Bu, belki de bir siyasi intikam davasıdır" diye belirttik.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Peki, niye böyle dedik?

Öncelikle şunu söyleyelim;

Biliyorsunuz, Kobani olayları 6-8 Ekim 2014 tarihinde meydana geldi. 

Ama bu dava, olaylardan yıllar sonra, 2021 yılında devreye sokuldu. 

Aradan 6,5 - 7 sene geçtikten sonra, savcıların uyanması -her ne hikmetse, kimler uyandırdıysa- ve bu davayı açması o günden bugüne sürekli tartışıldı. 
 


Davanın sürecini uzun uzadıya anlatacak değilim.

Biliyorsunuz, esas iddia şu:

6-8 Ekim tarihlerinde Kobani, IŞİD tarafından alınmak üzereyken HDP Genel Merkezi'nden bir tweet atıldığının iddia edilmesi ve sonra da insanların protesto gösterilerinde 46 kişinin hayatını kaybetmesi. 

Peki bu tweetin aslı neydi? Ne oldu? 

Bunu yıllardır avazımız çıktığı kadar anlatıyoruz ama maalesef dinlemesi gerekenler dinlemiyorlar. 

Çünkü eğer kurt kuzuyu yemeği aklına koyduysa kuzunun feryatlarının bir kıymeti harbiyesi yok.

6 Ekim günü HDP Parti Meclisi Ankara'da toplandı. Sabah saatlerinden öğlenden sonra akşam üzeri 18.00'a kadar bu toplantı devam etti.

Ve orada bulunan hemen hemen bütün arkadaşlar, söz alan herkes şu konuda ittifak etti: 

Bir şeyler yapmanız lazım. Eğer IŞİD, Kobani'ye girerse büyük bir katliam meydana getirecek.

Zaten bir hafta zarfında 200 binin üzerinde Kürt sınırları aşarak Urfa'ya iltica etmiş durumda, perişan bir vaziyette… Yiyecek, içecek çocuklar, yaşlılar, hastalar çaresiz. Mutlaka bir şey yapılması lazım. 

E ne yapılması lazım?

İşte demokratik yollarla, protestolarla, gösterilerle hükümet daha kalıcı tedbirler almaya zorlanmalı.


Alınan, konuşulan karar bu. 

Saat 18.00'dan sonra ben Diyarbakır'daki bir programımdan dolayı uçağa bindim ve Diyarbakır'a geldim. 

Olaylar da ben havadayken 20.00 - 21.00 sularında başladı. 

Bu çağrıda asla şiddet, talan, ölüm, katliam böyle şeyler yoktu, mümkün değil.

Yani sivil siyasetçiler böyle şeyler yapamaz.


Türkiye Cumhuriyeti'nin desteğiyle Kobani kurtarıldı

Nitekim bu çağrılar sonuç verdi ve o dönemde Ahmet Davutoğlu'nun başbakanlığında, Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olduğu devlet, Irak Kürdistan Bölgesi'nin (IKB) Peşmerge güçlerinin ağır silahlarla, ağır teçhizatlarla Urfa üzerinden Kobani'ye girmesine izin verdi.

Yani sizin anlayacağınız, Türkiye Cumhuriyeti'nin desteğiyle Kobani kurtarıldı.

IŞİD püskürtüldü.

Ve bu çatışmalarda yaralanan yüzlerce Kürt genci, Kürt insanı bunlar Antep, Urfa ve Diyarbakır hastanelerinde tedavi edildiler.

Bunları devlet yaptı.

Ve ondan sonra bildiğiniz olaylar oldu.


Bu, bir siyasi intikam davası

O tarihte gerekli tedbirleri almayan güvenlik kuvvetleri, emniyet, asker, polis neyse bunların başındakilerin büyük bir kısmının sonradan Fethullahçı örgüte üye oldukları ortaya çıktı.

Davayı açan savcıdan hakime kadar bu emniyet görevlilerinin ve devlet görevlilerinin büyük bir kısmı da sonradan gözaltına alındı ve tutuklandı.

Bir kısmı da yurt dışına kaçtı.

Hikâyenin aslı, esası bu.

E peki niye böyle bir yola tevessül edildi?

Dediğim gibi, bu, bir siyasi intikam davası.

Çözüm sürecinde yaşananlar, çözüm sürecinin aleyhinde olanlar ve bu dönem zarfında da yine gerçek sorumlular -büyük bir kısmı içeridekiler, devletin içindekiler- gözaltına alındı, tutuklandı ama devletin tavrı ve zihniyeti yine değişmedi.


Devletin göz yummasıyla yurt dışına kaçanların hiçbiri hesap vermedi

Onları içeri atanlar da geldikten sonra aynı yolu izlediler.

Yurt dışında, Kürt siyasetinde bu işleri körükleyen, tahrik eden kişiler ve güçler ise zaten hiçbir zaman ele geçirilmediler, hiçbir zaman hesap vermediler.

Ve içeride de yine Kürt siyasetinin içinde derin güçlerle iş birliği içinde olanlar, -bu cümleme dikkat edin- siyasi kayyumluk yapanlar, devletin göz yummasıyla yurt dışına kaçtılar.

Bunların hiçbiri hesap vermedi.

Ve ayrıca yine partide eş başkanlık yapan, Selahattin Bey'le aynı dönemlerde, aynı sorumluluğu, benzer görevleri üstlenen, aynı siyasi temasları yürüten birçok kişi bir gece bile nezarette kalmadı.

Bırakınız hapis yatmayı veya hesap vermeyi, bir gece bile nezarette kalmadılar.


Mahkemenin verdiği sonuçları hukuki olarak kabul etmek mümkün değil

Şimdi çıkan sonuçlar da ilginç.

Yine aynı dönemde, aynı sorumlulukları yapan, aynı siyasi görevlerde bulunan benzer roller üstlenen bazı arkadaşlar beraat etti, ben de dahil.

Bazı arkadaşlara ceza verildi ama tahliye edildiler.

Ama Selahattin Bey ve 6-7 arkadaş 20, 25, 30 hatta 40 yıllık cezalar aldı.

Bunun ölçüsü ne?

Bunun derin hesapları ne?

Kime ne mesajlar verilmek istendi?

İşte bu da daha çok tartışılacak.

Ama şunu söyleyebiliriz;

Mahkemenin verdiği bu sonuçları hukuki olarak kabul etmek mümkün değil.

Bunlar siyasi kararlardır.

Yanlıştır.

Türkiye'nin demokratikleşmesine hiçbir katkısı yoktur.

Acıları daha da katmerleştirir.

Yeni zulümlere sebep verir.

Onun için, başından bugüne kadar konuşulacak çok mevzu var.

İnşallah bundan sonraki yüksek mahkeme sürecinde; istinaf ve yargıtay sürecinde hızla bu yanlıştan dönülür ve gerçek bir siyasi hesaplaşma, bir hukuki hesaplaşmadan kastım o yüzleşme meydana gelir.

İnşallah en kısa zamanda bu yanlıştan dönülür.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU