"Hukuk Felsefesi" üzerine bir diyalog (1)

Celalettin Can Independent Türkçe için Mehmet Akkaya ile konuştu

Fotoğraf: AA

Celalettin Can Independent Türkçe için "Hukuk Felsefesi" kitabının yazarı Mehmet Akkaya ile konuştu.

-.jpg

Mehmet Akkaya arkadaşım bu ikinci röportajımız olacak. Bir öncesinde basımdan yeni çıkan "Din Felsefesi" adlı kitabınızı konu edinmiştik. Şimdiyse yine basımdan yeni çıkan "Hukuk Felsefesi" kitabınızı konuşacağız. Hukukun göğe çekildiği, hukuksuzluğun kol gezdiği bir siyasi süreçte hukuk üzerine düşünmeniz, düşüncelerinizi kitaplaştırmanız önemli. Platon, Hegel, Marx ve ayrıca Farabi’nin hukuk felsefesiyle ilgili düşüncelerinden aktarımların yanı sıra, Türkiye ve dünyada öne çıkan aktüel hukuksal sorunlara da değinmişsiniz. Hapishane teması ise dikkat çekici. Şöyle sorayım: Adı geçen ya da geçmeyen düşünürleri hukukla yönelten nedenlerin anlatımıyla başlasak...

Tarihi gelişimi içinde sınıfların ortaya çıkması ve sınıf mücadelesinin gelişimine bağlı olarak devlet, yasa, hukuk vd. üstyapı kurumları tarih sahnesindeki yerini almıştır.

Toplumsal halk kesimleri tarihsel zaman içinde ortaklaşan iradelerini toplumsal rıza içinde bir kuruma verirler ki bu devlettir. Bu bağlamda hukuk, devleti yönetme biçimi ile ilgilidir.

Hukuk devleti vb. denir çoğu kez. Hatta devlet ile hukuk bazen aynı anlamda da kullanılır. Halk ile devlet arasındaki anlaşmaya, Jean Jack Rousseau "toplumsal sözleşme" der ve bunun yerine "genel irade" ya da "ortak irade" kavramlarını kullandığı da olur.  

Rousseau’nun "Toplumsal Sözleşme" adıyla da ünlenen bir de kitabı var. Kitabında "sözleşme teorisyenleri" olarak nitelenen düşünürlere de yer verilmiştir. İngiliz düşünürlerinden Hobbes ve Locke bu düşünürlerin başında geliyor.

Sözü geçen düşünce insanlarına göre, elbet Rousseau’ya göre de toplum, devletsiz ve hukuksuz yaşayamaz. Aksi takdirde kaos ve anarşi olur.

Bu nedenle, "doğal durumdan" sosyal ve uygar dünyaya geçilmiştir. Hobbes'un bir cümlesi bunu güzel açıklar: Homo homini lipus! Yani doğal durumda "insan, insanın kurdu"dur...

Yaşadığımız toplumda "Hukuk herkese lazım!" sözü bunun karşılığıdır. Sözleşmeci düşünürler toplumların yalnızca fiziksel şiddetle yönetilemeyeceğini, hukukun, "toplumsal rıza" yarattığını fark ediyor ve bundan hareketle kavramsal sonuçlar çıkarıyorlar.
 


Peki sizin hukuka ilgi duymanızı, hatta kitap yazmanızı isteklendiren etkenler için neler söylemek istersiniz?

Bir olay veya olgu ancak toplumsal bir sorun olduğunda felsefe için bilgi nesnesi haline gelir.  

Özellikle 2016 yılı ve sonrasından itibaren Türkiye'de bir "hukuk krizi" yaşanıyor.

"Cumhurcu" iktidar uygulaması gereken asgari hukuku bile uygulamıyor, normlar hiyerarşisine uymuyor. AYM ve uluslararası hukuk kurallarını reddediyor.

Oysa aşağıdan yukarıya bütün yargı, Alman hukuk düşünürü Hans Kelsen'in formüle ettiği normlar hiyerarşisine, temel norma (Grundnorm) uygun davranmalıydı.

Örneğin; Can Atalay, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala ile ilgili temel normlara uyulmuyor. Hukuka yönelmemde bu yönlü hukuk dışı gelişmeler etkili olmuştur.

Hukuk ile siyaset arasındaki ilişkilerin aldığı yeni konumlanmaları da mutlaka anmak gerekiyor.

Dünyada bir despotlaşma olduğu gibi ülkemizde de fazlasıyla bir despotlaşma görülüyor.

Bilhassa son 20 yıl içinde, özellikle 2016 darbe sürecinden itibaren, hukuka siyaset kumanda ediyor, denilebilir.

500 yıl önceden kaldığı düşünülen Makyavelist siyaset anlayışı ve Thomas Hobbes'un Leviathan (Canavar devlet) anlayışı yeniden sahaya indi denilebilir.

Bu gelişmeler bizim gibi ülkelerde kendisini faşizm olarak gösteriyor. Zaten şimdilerde birçok hukuk düşünürü "hukuk devleti" söyleminin rafa kaldırıldığını tartışıyor.

Bu yönlü olay ve olgular "Hukuk Felsefesi" adlı kitabımı yazmamı isteklendirmiştir diyebilirim.
 

1.jpg
Mehmet Akkaya

 

İlk soruda hukukun sınıflarla ortaya çıktığını söylediniz. Sonra hukuk devleti de dediniz. Bunları kısaca açıklar mısınız? Hukuk her daim vardı denilir. Devlet ile hukukun bağı nedir?

Karl Marx da dâhil olmak üzere sözleşmeci düşünürlerin tümü eski çağlarda, insanların doğal bir durumda yaşadığını kabul ediyor. Buna eşitlikçi, komünal toplumlar diyebiliriz.

Komünal toplumlarda hukuk kuralları değil "toplumsal yaşam kuralları" geçerliydi. Hukuk kuralları ile toplumsal yaşam kuralları farklıydı.

Hukuk devletine gelirsek, bir devleti devlet yapan hukuktur. "Adalet mülkün temelidir" özdeyişi de bu anlama geliyor. Yani yönetimin adil olması gerekir.

Augustinus adında bir orta çağ düşünürü diyor ki, devlet ile korsanı birbirinden ayıran, devletin hukuka ve yasalara sadık kalmasıdır!

Hukuk devleti kavramı, özellikle Kıta Avrupası'nda bu ilkeden hareketle doğuyor. Üstelik Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasası'nda da bu konuya önem verildiği anlaşılıyor.

Devletin yalnızca hukuk devleti olmadığı, "laik, sosyal hukuk devleti" olduğu belirtiliyor. Çünkü bir devlet hukuk devleti olabilir ama sosyal olmayabilir!

Oysa bugün baktığımızda Türkiye'nin ne hukuk devleti ne de sosyal devlet olduğunu hatta ne de laik olduğunu söyleyebiliriz.


Hukuk denince benim aklıma emsal olsun, Roma hukuku gelir, Osmanlı Hukuku başka bir boyutta gelir. Arada yaptığımız konuşmada Osmanlı hukukundan bahsettiniz. Roma ve Osmanlı büyük imparatorluklar...  Siz kitabınızda bu imparatorlukların felsefelerini de irdelemişsiniz. İmparatorluk devletleri ile modern ulus devletler ve hukuk dediğimizde neler söyleyebilirsiniz?

Hegel'in tabiriyle "doğal bilinç" açısından sanılır ki devlet, toplumu sadece şiddet aygıtlarıyla yöneten bir aparattır.

Oysa ideolojik aygıtlar da gereklidir. Denir ki, "Bir toplumu kılıçla kurarsınız ama kılıçla yönetemezsiniz!" Size "ikna silahları" da gereklidir.

Dolayısıyla diğer imparatorluklar için de Roma ve Osmanlı için de şiddet araçları ile birlikte "ikna silahları" da etkili olmuştur.

Bildiğiniz gibi hukuk, Marx ve Marksizm açısından üstyapı kurumudur. Toplumu ikna etme rolü de oynar. Kanaatimce bütün imparatorluklar hukukun bu özelliğinden yararlanmıştır.

Roma imparatorları, yalnızca fiziksel güçlerle değil hukuki uygulamalardan da yararlanarak yüzlerce yıl yönetimde kalmışlardır.

Hatta Doğu'nun despotik krallıklarında da durum aynıdır. Örneğin, , Urgakina veya Hammurabi türünden krallar, yaptıkları yasalarla hukuk tarihine geçmişlerdir.

Bunların ulus devletlerle bağını sordunuz diye söylüyorum, günümüzün ulus devletleri ve yöneticileri, bu kral ve krallıklara özeniyor denilebilir. İmparatorluklar da kendilerine uygun hukuk düşünürleri çıkarmıştır.

Roma imparatorluğu, Atina demokrasisi denince Aristoteles, Polybius, Cicero, Seneca, Osmanlı denince Farabi ismini mutlaka anmak gerekiyor.

Düşünürlerin birçoğu imparatorluğun hizmetine de girmiş, devletçi olmuştur. Sokrates, Platon ve Aristoteles hukuk ile demokrasi arasında bağ kurdular.

Bunlar birbirini gerektiriyor. Aralarında diyalektik bir bağ var. Türkiye'deki hukuk krizinin kaynağını da bu çerçevede ele almak gerekiyor. Biri olmazsa diğeri de olmuyor.


Osmanlı İmparatorluğu, hukuk ve Farabi üzerine birkaç cümle...  

Ortada bir toplum varsa, bir devlet söz konusuysa orada hukuk da vardır. Çünkü demin de değindiğim gibi hiçbir devlet ve yönetim hiçbir halkı yalnızca baskı ve zor ile yönetemez.

Elbette ki, imparatorluklar zorbalık rejimi olarak vardı. Buna elbette ki Osmanlı imparatorluğu da dâhildir.

Ancak 600 yıl süren bir imparatorluk, yalnızca zor ve şiddetle değil, aynı zamanda hukukla ayakta kalmıştır.

Örfi hukuk, şeri hukuk gibi konu ve kavramların varlığı da bunu gösteriyor. Farabi de bu sürecin büyük bir düşünce insanı olarak ortaya çıkmıştır.

Yunan düşünce insanları toplumun, düşünce insanları tarafından yönetilmesini istiyor, felsefe metinlerinin anayasal metin olmasını öneriyordu.

Farabi buna kutsal metinleri (Kuran) ve peygamberleri de ekliyor. Ona göre yasalar, kutsal metinlere uymalı, toplumu yönetecek olan peygamberler de bu metinlere uymalı ve toplumu adil bir biçimde yönetmelidir.


Kitapta Marx'a geniş yer ayırmışsınız. Hukuk denince Marx'ın özgünlüğü nedir? Hukuka bakış konusunda Hegel ile farklılıkları nedir?

Hukuk felsefesi denince Marx son derece önemli bir isim. Zaten kitabın alt adı: Marx ve Engels'in Hukuk Felsefesi. Marx, hukukun devletle birlikte sönümleneceğini söylüyor.

Buna göre gerçek özgürlük ancak sınıfsız bir komünist toplumda mümkün olabilir. Onun hukuk anlayışı, hukuku meşru görmez.

Çünkü hukuk, orta çağda feodalizmi, modern dönemde ise burjuvazinin çıkarını temsil etmiştir. Dolayısıyla Marx ve Engels açısından "adil yargı" da "adil ücret" de çözüm değildir.

Zira bunlar düzen-sistem içi çözümlerdir. Onlar için tek çözüm komünist bir dünyanın kurulmasıdır. Ben de kitapta büyük oranda bu tezi savunuyorum.

Buna "sönümlenmeci hukuk teorisi" diyebiliriz. Marx gibi Hegel'in de ilk eğitimleri ve eserleri hukuk üzerinedir.

Hegel'in Geist Felsefesi ve sosyal tarihi ve ulus devletle sınırlıdır. Çünkü Hegel'e göre ulus devletlerle birlikte yasalar ve hukuk hâkim hale gelmiştir. Hukuk sayesinde de eşitlik hâkim olmuştur...

Oysa Marx, eşitliğin ulus devlette değil, proletarya önderliğinde kurulacak olan komünist toplumda mümkün olacağına inanıyor.


Marx deyince, hemen akla ekonomik kriz teorisi geliyor. Biraz evvel de "hukuk krizi" ifadesini kullandınız. Ülkemizde son yıllarda büyük bir enflasyon ve pahalılık var. Hukuk felsefesi ve krizler konusunun aktüel boyutunu nasıl açıklıyorsunuz?

Dikkat ederseniz Türkiye'de 15 Temmuz 2016 darbe süreciyle birlikte toplum bir bütün olarak adeta bir çıkmaz sokağa itildi. Hayat pahalılığı çok yükseldi, yaşam adeta çekilmez hale geldi.

Hapishaneler dolup taşıyor. Yenilerinin yapılması için tartışmalar sürüyor, planlar yapılıyor. Hukuk krizinin olduğu yerde sosyal ve siyasal kriz kaçınılmaz oluyor.

Soruna Marx'ın optiğiyle bakarsak, tüm bunları belirleyen ekonomik ilişkiler ve ekonomik krizlerdir.

Darbe gibi siyasal, hukuksal krizlerin arkasında da iktisadi gelişmeler yer alıyor.

Bu somut durumdan hareketle toplum aslında ekonomiyle, hukukla, felsefeyle yakından ilgilenmiş oluyor.

Bu ilginin farkında olmasa bile.

 

Devam edecek...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU