"Cumhuriyet özgür yurttaşların demokratik rejimidir"

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Birinci Dünya Savaşı'nın önemli sonuçlarından biri, çok halklı klasik imparatorluklar döneminin bitmesi ve bu bağlamda Osmanlı İmparatorluğu'nun da yıkılması oldu. 

Osmanlı İmparatorluğu'nun 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi çerçevesinde yenilgisi tescil edilmiş olup, akabinde son toprak Anadolu'nun açık işgali başlamıştı.

Savaşın getirdiği yoksulluğun, yorgunluğun, ölümlerin, yaralıların yaygınlığı işgalle birleşince, varlık yokluk hali ile karşı karşıya kalan halk, yerel kongreler biçiminde örgütlenmeye başladı.

İstanbul'da toplanan Meclis-i Mebusan, Misak-ı Millî''yi kabul etti. Ancak işgalci İngiliz güçleri meclisi dağıttığı gibi, mebusların da büyük bir kısmını yakalayarak sürgüne gönderdi.

Anadolu'nun başka bölgelerinden gelen Laz, Çerkes, Gürcü, Kürt vd. yerel önderler, tutuklanmaktan kurtulan mebuslar, halifeyi ve hilafeti kurtarmak isteyenler, ülke içindeki İttihatçılar, sosyalistler, yerel önderlerle beraber Ankara'da kurulan Büyük Millet Meclisi'nde yer aldı.

Büyük Millet Meclisi'ne çağrılmadıklarından dolayı yer alamayanlar Osmanlı bakiyesi gayrimüslim halklardı.  


Bir toplumsal sözleşme var mıydı?

1921 Anayasası toplumsal sözleşme olarak kabul edilirse vardı.

Ocak 1921'deki ilk halinde, devletin resmi dini ve dili konusunda bir belirleme yoktu.

Meclisin adı dahi Büyük Millet Meclisi'ydi.

1921 Anayasası'nın en önemli maddesi "Vilayet" başlıklı 11'inci maddesidir.

Bu maddeye göre, "İller, tüzel kişilik ve özerklik sahibidir. İç ve dış politika, şer'i, adli ve askeri işler, uluslararası ekonomik ilişkiler ve hükümetin genel vergileri ile birden çok ilin çıkarlarını kapsayan konular istisna olmak üzere; Büyük Millet Meclisi tarafından konacak yasalar gereğince vakıflar, medreseler, eğitim, sağlık, ekonomi, tarım, bayındırlık ve sosyal yardım işlerinin düzenlenmesi ve yönetimi, İl Meclislerinin yönetimi altındadır."

Devamla 12'nci madde, il meclisleri ve seçme yöntemi, 13'üncü madde, il meclis başkanı, il yönetim kurulu ve görevleri ile ilgilidir. 14'üncü madde, valinin görevlerini devletin genel ve ortak görevleri ile sınırlamıştır. İlin yürütme yetkisi, İl Meclisi içinden seçilen İl Yönetim Kurulu'na bırakılmıştır. Buna göre devletin genel ve ortak görevleri dışında her türlü görevle ilgili kararlar, İl Meclisi tarafından alınır ve yürütülür.

Görüleceği üzere Büyük Millet Meclisi tarafından 20 Ocak 1921'de kabul edilen ilk Anayasa vilayetlerin il yönetimi kapsamındaki görevlerde özerk olduğunu açıklıyordu.

Vilayet Konseyleri iki yıllığına seçiliyor; bu konseylere vakıflar, medreseler, eğitim, sağlık, ekonomi, tarım, bayındırlık ve sosyal yardım hizmetleri veren kamusal işleri, Büyük Millet Meclisi kanunları çerçevesinde yönetme yetkisi tanınıyordu.

Yerel yönetimler de bu çerçeve içinde kalıyordu.

 
Mustafa Kemal ve Kürt meselesi            

...başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde, hangi livanın (sancak) halkı Kürt ise, onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye'nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir.

İfade olunmadıkları zaman, bundan kendilerine ait sorun yaratmaları daima mümkündür. Şimdi, Büyük Millet Meclisi hem Kürtlerin hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden oluşmuştur, bu iki unsur bütün çıkarlarını ve kaderlerini birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki bu ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz.

(Mustafa Kemal ile söyleşi, 16 Ocak 1923,
Vakit Gazetesi, M. Emin Yalman)


Anlaşılan Lozan'ın arifesinde Mustafa Kemal, Kürtlerin özerkliğini ayrı bir sınır çizme içinde değil de ülke ölçeğinde bulundukları alanlarda, nüfus çoğunluğuna sahip oldukları alanlarda 'yerel özerklikler' kapsamında "kendilerini özerk olarak idare edebileceklerini" söylüyor.

"Bundan sadece Kürtlerin değil, bundan başka Türkiye'nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir" diyor.

Peki ne oldu da Lozan'dan sonra Kürtlerin Türk olduğu kabul edildi?

Mustafa Kemal neden değişti?

İpler nasıl ve ne zaman koptu?

Yoksa her şey siyaset (miydi) 1

 
Mektup

Mustafa Kemal'in ülke içindekilerle olsun, yurt dışına kaçan Talat ve Cemal Paşalarla olsun, İttihatçılarla ilişkisi sürüyor.

Enver Paşa ile ilişkisi iyi değil, anlaşılan onunla ilişkisi olmuyor. Zaten Mustafa Kemal ve etrafındaki kadronun hemen hemen hepsi bir zamanların İttihatçı kadroları.

Kürtlere ve Türk olmayan halklara tanınan haklar konusunun manasını anlamak isteyen İttihatçı dönemin güçlü muktedirlerinden Talat Paşa'ya Mustafa Kemal 29 Şubat 1920 tarihinde yazdığı gizli mektupta, Kurtuluş Savaşı sırasında izlenen politikayı ve Kurtuluş Savaşı bittiğinde işgalci güçlerle barış antlaşması imzalandıktan sonra izlenecek politikayı şöyle yazıyor:

Ben harekât safhasını ikiye ayırıyorum: Birincisi sulha kadar takip olunacak tarz-ı hareket; ikincisi sulhtan sonraki tavır ve hareket.

Bunlar birbirinden farklı olmak lazım gelir.

Çünkü bugün yalnız dâhili düşmanlarımıza karşı değil, onlarla beraber doğrudan doğruya İtilaf Devletleri'ne, bilhassa İngilizlere karşı vaziyet ve tedbir almak mecburiyetindeyiz.

Hâlbuki istiklalimiz mahfuz(saklı) kalmak şartıyla bir sulh akdedildikten sonra yalnız dâhili husemâmızla (hasımlarımızla) karşı karşıya bulunacağız.

Bugünkü âm ve şamil (genel ve yaygın) kuvvet ve nüfusumuzu hüsn-ü (iyi) muhafaza ettiğimiz takdirde bu zavallılara layık oldukları muameleyi tatbikte hiçbir müşkülat tasavvur etmiyorum. 2


Ne yaman çelişki?

Mustafa Kemal Talat Paşa'ya yazdığı mektupta sonuç olarak şunları söylüyor:

...İstiklalin korunması koşuluyla barış sözleşmesi yapıldıktan sonra iç hasımlarla karşı karşıya gelineceği, bugünkü genel ve yaygın kuvvet nüfusumuzu iyi koruduğumuz takdirde bu zavallılara layık oldukları muameleyi uygulamada hiçbir zorluk çıkacağını düşünmüyorum.

Kim bu 'zavallı hasımları' dersiniz?... Hiç şüphesiz Büyük Millet Meclisi bünyesinde temsil edilen birkaç sosyalist şahsiyet, bazı muhafazakâr Türkler ve ayrıca Kürtler, Alevi Kürtler, Çerkez ve diğer muhalif kesimler...

Kısacası Mustafa Kemal, zamanı geldiğinde muhalefete layık oldukları dersi vereceğini ve vermekte de hiçbir zorluk çekmeyeceğini Talat Paşa ile paylaşıyor.

Peki ya bu Talat Paşa kim?

İttihatçı dönemin derin muktediri, ırkçı asimilasyonun, idamların, "Büyük Felaket "in, baskı ve savaş politikalarının başta gelen aklı...

Hiç şüphesiz Türkiye toplumunun gördüğü en demokratik Anayasa 1921 Anayasası'dır.

Hiç şüphesiz böyle bir Anayasa'nın yapılmasını sağlayan Mustafa Kemal'dir.

1921 Anayasası'nın, Talat Paşa'ya yazılan o 'hasımcı', 'tasfiyeci' mektuptan fazla değil 10 ay 20 gün sonra Büyük Millet Meclisi tarafından 20 Ocak 1921'de kabul edilmesini sağlayan da Mustafa Kemal'dir.

20 Ocak 1921'de demokratik Anayasa kabul edildikten bir ay sonra Koçgiri halk hareketinin liderleri Anayasanın öngördüğü şekilde özerklik talep edince Ankara ile çoğunlukla Alevi Kürtler ilk kez karşı karşıya geliyor.

Ankara Merkez Ordusu Koçgiri'ye gitmeden başkaldırı bölgedeki kanaat önderleri tarafından durdurulduğu, uzlaşma sağlandığı halde, Merkez Ordu, 'ünlü' katil Topal Osman ve milis güçler Koçgiri halkına karşı ibret-i alem için vahşete varan katliamlara girişiyor.

Mustafa Kemal-Talat Paşa mektuplaşmasını anımsayarak Koçgiri katliamını bir kenara not edelim...
 
Kuruluş tamamlanmıştı ama sıra demokrasi de (mi?)

Mustafa Kemal'in devlet- toplum ilişkilerini düzenlemeyi hedefleyen programı, Ziya Gökalp'in sistemleştirdiği 'Türkleştirmek', 'Müslümanlaştırmak', 'muasırlaştırmak' üzerinden tek tip ulus inşası programı ile bütünlük içinde idi.

Nitekim şöyle diyor: 'Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası Ziya Gökalp'tir.' (28 Ekim 2020)


İttihatçı muktedirlerin Türkleştirme projesi öncelikle gayrimüslimleri tasfiye idi.

1914-15 yıllarında, içlerinde Paramaz'ın da olduğu 20 Ermeni devrimcinin Sultanahmet Meydanı'nda asılmasının ardından gerçekleştirilen "Büyük Felaket" gibi adımlar atılmıştı ama Birinci Dünya Savaşı nedeniyle "Türkleştirme projesi" tamamlanamamıştı.

Savaşı kaybeden İttihatçı muktedirler kapağı yurtdışına atınca "yarım kalan" Türkleştirme projesini tamamlamak Mustafa Kemal'e kalmıştı.

Bu bağlamda Mustafa Kemal'in Talat Paşa'ya yazdığı mektuptan da anlaşılacağı üzere, en azından 1920'ler-30'lar sürecinde hedefin demokrasi olmadığı anlaşılıyordu.

Bu da düşündürücüydü.

Toplumsal katılımı sağlama bakımından demokrasinin bilinen sıkıntılarıyla zaman ve enerji kaybetmeme, hedefe kilitlenerek tarihi hızlandırma yararlı görülüyordu, demokrasi değil...

Zayıf sermaye birikimiyle Osmanlı'nın külleri üzerinden fabrika, yol, haberleşme ve iletişim, yaşam biçimi, şapka, kılık kıyafet, müzik, estetik gibi modernlikleri gerçekleştirmek için de demokrasi yararlı görülmüyordu.

Üstelik sıra Türk ulusal devletini kurmaya gelmişti;

Demokrasiyle, bir şekilde "anasır-ı İslam" 3 içinde görülen, Birinci Meclis'te yer alan ve Kurtuluş Savaşı'nı destekleyen Türk ve Sünni olmayanların, yani Kürtlerin ve Dersim Alevi Kürtlerinin tasfiyesi nasıl olacaktı?

 
Sıra "kuruluş"taydı, ama nasıl?..

Kurtuluş gerçekleşmişti.

Sıra ülkenin geleceğiyle ilgili fazla netameli Kuruluş işlerindeydi: "Muasır medeniyet seviyesi"ne ulaşmayı "tek dil, tek din, tek ulus, tek parti ve tek lider" yönetimi ile ve yukarıdan idari yöntemlerle sağlayabileceğine inanan güçlü bir liderlik, "otokrat" liderlik vardı.

Bütün bu netameli icraatları gerçekleştirmek için uluslararası meşruiyete ihtiyaç vardı.


Lozan beklenecek, Lozan'a hazırlanılacaktı

İkinci Meclis seçimleri 28 Haziran 1923 yılında yapılacak, tam da Mustafa Kemal'in Kuruluş düşüncesine uygun biçimde kendi ifadesiyle 'kız gibi meclis seçilecekti'...

Birinci Meclis'in tüm mebus üyeleri İkinci Meclis'te yer almayacak, topyekûn tasfiye edilecekti.  

30 Ocak 1923 tarihinde Türk-Yunan Mübadelesi gerçekleşecekti.

29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilan edilecekti.

15-21 Şubat 1923 tarihleri arasında yapılan İzmir İktisat Kongresi'nde Batı kapitalizmine, özellikle İngiltere'ye, kapitalist yoldan kalkınma ve yabancı sermayeye açık olma tercihi faş edilecekti.

1 Kasım 1922 tarihinde halifelik ve saltanat birbirinden ayrılacak, önce saltanat kaldırılacaktı.

En önemlisi halifelikti...

1 Mart 1924 tarihinde halifelik de kaldırılacaktı.

24 Nisan 1924 tarihinde, 1924 Anayasası kabul edilecekti.

1924 Anayasası'nda "dinsel hükümlerin yerine getirilmesi" hükmü Anayasa'dan çıkarılırken devlet bir biçimde laikliğe yönelmiş oluyordu.

Anayasa'da kalmaya devam eden "Devletin dini İslam'dır" hükmü 10 Nisan 1928 tarihinde kaldırılırken, laiklik ilkesi ancak 1937 tarihinde Anayasa'da yer alacaktı.


Lozan ve sonrası

24 Temmuz 1924 tarihinde Lozan Barış Antlaşması imzalanacak, Lozan'da belli bir uluslararası meşruiyet elde edilince Mustafa Kemal'in, Talat Paşa'ya yazdığı mektupta geçen "Sulh sonrası tavır ve hareket" programını uygulamak için eli rahatlayacaktı.

Lozan'da, "dış güçlere karşı birlik" oyununa kapılan kimi Kürt ileri gelenlerinin iyi niyetlerini istismar ederek sözde "ortak mutabakat"ın öngördüğü şekilde "Türkler ve Kürtler asli kurucu yurttaş" diyenler, Lozan'ın imzalanması sonrasında İttihatçı iktidar döneminde başlanan ama yenilgi nedeniyle yarım kalan Türkleştirme programını açıktan güncelleştirecekti. 4 

Ülkenin yeni sosyal siyasal, sınıfsal görünümü, cumhuriyet idaresi altında Türk, Sünni, kapitalizm üçlemesine dayanıyordu.

Elbet en üstte Cumhuriyet kabuğuyla sarmalanmış "otokrat" bir liderlik vardı.

Ve farklılıklarını sürdürmek isteyen, itiraz eden ulusal, inançsal, sınıfsal/siyasal toplumsal halk katmanlarını, İstiklal Mahkemeleri, Takrir-i Sükûn, Şark Islahat Planı, İskân Kanunu, Tunceli Kanunu üzerinden yasak, hapis ve darağacı bekliyordu.

 
Düğmeler "eksik" iliklenince...  

Makaleme ilk dönem filozoflarının düşüncelerinden ödünç aldığın kavramlarla "Cumhuriyet özgür yurttaşların demokratik rejimidir" başlığını atarak başladım.

Gel gör ki Cumhuriyet'in kuruluş sürecinde Mustafa Kemal'in, yani kurucu iradenin tekçi idealleri doğrultusunda eksik iliklenen düğmeler bu haliyle içselleşiyor.

Ortaya çıka çıka "halksız", Kürtsüz,", "Alevisiz", "solsuz", sonuç olarak "demokrasisiz" bir cumhuriyet çıkıyor. 

Tanınan Sınırlı Yurttaşlık Hakları çoğu kez "yok hükmünde", çok övünülen laiklik güdük ve tartışmalı oluyor...

En olanaksız, en zor koşullarda demokratik denebilecek Birinci Meclis kuruluyor, bu meclisten demokratik 21 Anayasası çıkıyor.

Bu meclis Kurtuluş Savaşı'nı da yürütüyor ve kazanıyor. 

Akabinde Türkiye, barış dönemine giriyor.

O da ne?

Birinci Meclis'in hemen hemen tüm mebusları ve "demokratik" anayasa tasfiye ediliyor.

Muhalefet tasfiye ediliyor.

 
Ez cümle;

100 yıllık Cumhuriyet'le ilgili "Cumhuriyet neden demokratikleşmedi?" sorusu başta gelen soru oluyor.

Bu soruya verilen cevap çoğu kez "demokratikleşmenin tercih edildiği ama günün koşulları, dünyanın ahvali gibi nedenlerle demokratikleşemediği" biçiminde sürüp giden açıklamalar oluyor.  

En zayıf döneminde önemli ölçüde çoğulcu, demokratik denebilecek bir meclis kuruluyor, Anayasa yapılıyor.

Öte yandan en güçlü döneminde günün ve geleceğin demokrasi eğilimleri tasfiye ediliyor.

Öyle bir tasfiyeye yatırış ki Türkiye'de demokratik eğilimler, devlet labirentlerinin derinlerine gömülüyor ve bir daha gün yüzü görmüyor...

İlk düğme "halksız", Kürtsüz," "Alevisiz," "solsuz", "demokrasisiz" iliklenince yüzyıllık derin çelişki sürüyor. 

 

 

1. Celalettin Can, Independent Türkçe, "21. Yüzyıl'dan doğru, 1921 'Büyük Millet Meclisi'ne bakmak"... 24 Nisan 2020-İstanbul.
2. Yalçın, Hüseyin C. (2002), İttihatçı Liderlerin Gizli Mektupları, Temel Yayınları, İstanbul, s.215.
3. "anasır-ı İslam": Müslüman unsurlar, milletler.
4. Lozan'da Türk diplomatik heyeti Türkiye'de ırki ve lisani azınlıkların bulunmadığından ve Kürtlerin "asli unsur" olduğundan söz ediyor. Yani ana tema "Biz Türkler ve Kürtler"dir.
Hasan Hayri Bey'in Meclis'teki diğer Kürt milletvekilleri ile aynı görüşte olduğu 3 Ekim 1921'de Mecliste yapmış olduğu konuşmasından anlaşılıyor:  
" …Sonra görüyorsunuz, Fransız ve İngilizler birtakım tezvirler yapıyorlar. Kürdistan'a bir şekil vermelidir, böyle olmalıdır diyorlar. Bunlar sırf Kürtleri Türklerden ayırmak, ikisini de boğmaktır. Başka bir fikir değildir. Bugün Kürt Türk'ten ayrılsa pek fena olur. Bilmiyorum Beyefendi başka Kürtleri bilmem, fakat Dersim'in vaziyeti böyledir."
Lozan görüşmeleri esnasında Hasan Hayri Bey, Mustafa Kemal'in isteği üzerine Kürt milli kıyafetlerini giyerek Lozan'a telgraf gönderiyor.
Sonrası var… Hasan Hayri Bey'in, 13 Şubat 1925'te patlak veren Şeyh Said İsyanı ile zorlama bir ilişki üzerinden olmayan bağı kuruldu, Mustafa Kemal'in isteğiyle Lozan'a gönderdiği "Kürtlerin Türklerden ayrılmayacağını" bildiren telgraf dahi göz önüne alınmadı ve 23 Kasım 1925'te idam edildi.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU