Sandığın sihri: Brezilya'da olan Türkiye'de neden gerçekleşmedi?

Özgür Uyanık Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Sandık boş, temiz ve lekesizdi ama salonda tek bir seçmen, oy atmaya gelmiş, o toplantı yerini kendisine sergileyebilecekleri, onlara tanıklık edebilecek tek bir kişi yoktu.


Türkçeye "Görmek" ismiyle çevrilen "Ensaio sobre a Lucidez" adlı eserinde Jose Saramago seçmensiz bir seçim sandığını böyle tarif ediyordu; "boş, temiz ve lekesiz".

Aslında Portekizli yazar halkın büyük çoğunluğunun sessiz bir anlaşmayla boş oy atması durumunda iktidarın ve devletin ne yapacağı üzerine kafa yormaktaydı. 

Saramago'nun hayalini kurduğu devrim henüz hiçbir toplumda denenmedi. 

Denenen şey ise dünyanın her yerinde birbirine benziyor…

Türkiye'deki seçimler, özellikle muhalif basında, çokça Brezilya'ya benzetildi. Bu, ülke koşullarından ziyade siyasal aktörler arasında kurulan bir paralellikti. 

Kişiliklerinden ve siyasal süreçlerinden bağımsız olarak; Bolsonaro her türden kuralı hiçe sayan radikal popülizmiyle Erdoğan'la, Lula ise anayasal kurumlara ve uluslararası "demokratik normlara" saygıyı öne çıkaran Kılıçdaroğlu ile özdeşleştirildi. 

Oysa bu bir illüzyondu. Zira çok değil son on yılda Brezilya'da İşçi Partisi hükümetlerini düşüren, Dilma Rousseff'i başkanlıktan indiren, Lula'yı hapse attıran tüm komplolar Washington tarafından desteklenmişti. 

Aslında, herhangi bir seçimde kazananı belirleyen şey, birinin ötekinden daha popülist söylemlere sahip olması ya da olmaması değildir.

Masada sürekli el artırarak oyun kazanılmaz. Zira siyaset sahnesi, gücü elinde tutan tarafından düzenlenir.

Bu düzeni bozabilmek sahneyi tutan ayakları kırmak ya da kitle ve sınıf gücünü harekete geçirmekle mümkün olur.

Yahut kulisteki elbiselerden birini giyip sahnede size kalan rolü layığınca oynamaya çalışılır.

Brezilya'da Lula bu ikisini de, koşulların izin verdiği ölçüde, en uygun biçimde gerçekleştirdi. 

Öncelikle bir devlet başkanı adayı durup dururken ortaya çıkmıyor. Onu hazırlayan politik süreçlerden geçmeli.

Mesela, Şili'de Gabriel Boric gençlik hareketine liderleri arasından yükselmişti. Ama yine de sol ittifakta adaylığı ön seçimle belirlendi.

Lula ise tarihsel bir lider. Cezaevinden serbest bırakıldığı andan itibaren adaylığı netti. Bolsonaro karşısında sağdan sola tartışmasız kazanma ihtimali olan tek lider oydu. 

Sandık, sınıfsal fark ve taleplerin görünmez kılındığı sihirli bir kutudur ve o kutuya giren emekçi artık "seçmen"dir.  

Ancak bu tamamen sınıfsal varlığından soyutlandığı anlamına gelmez. Bir takım kavram ve sembollerle kendi sınıfsal karşılığını bulur ya da sınıfsal karşıtlarını işaretler.

Bunlar kuşkusuz sosyolojik, kültürel ve tarihsel süreçle uyumlu kavram/sembollerdir. 

Buna kısaca "toprağın dilini konuşmak" diyoruz.

70'lerde ve 80'lerde dünyanın en büyük işçi hareketlerine liderlik eden ve son 40 yıldır Brezilya ve Latin Amerika siyasetini yönlendiren Lula'nın bu dili çok iyi bildiğine kuşku yok.

Üstelik Lula o dilin inşa edildiği işçi hareketi sürecinden yükselip gelmiş bir lider. Yani tarihsel rezervinde taşıdığı büyük bir kitlesi zaten var. 

Fakat iş sadece dili doğru kullanmakla bitmiyor. Halk seçeceği liderin önce geçmişinde bir başarı hikayesi var mı ona bakıyor.

Bu yüzden kent çehresini değiştirmiş ve sosyal politikalarda başarılı olmuş belediye başkanları daima favori siyasetçilerdir. 

Her ne kadar Bolsonaro, özellikle tarım kesimine destekleri ve halka yönelik genel sübvansiyonları artırmış olsa da 2000'lerin ortasında 30 milyon Brezilyalıyı yoksulluktan orta sınıfa çıkaran Lula hükümeti Brezilyalıların hafızasında taze.

Doğrusu Bolsonaro'nun bu nostaljiyi aşabilecek kadar zamanı yoktu.

Yazının girişinde belirttiğim "popülizm" etiketinin yanıltıcılığına dair her iki liderin benzer ekonomi politikalarından örnekler verilebilir. 

Lula'nın başlattığı "aile sepeti" gibi sübvansiyonların Bolsonaro döneminde daha da artarak sürmesinin yanı sıra aralarında ayrım olduğu düşünülen Amazon politikasında bile güçlü ortak yanlar vardır.

Kamuoyundaki imajının tam tersine Amazonlarda tarım alanları açılmasında Lula'nın Bolsonaro'dan katbekat daha fazla payı vardır.

Brezilya ekonomisi Lula döneminde yapılan tarım reformları sayesinde Amazon'a yayılmıştır.

Bolsonaro'nun yaptığı şey artık Amazonların yok oluşu noktasında bu istilaya dur dememesidir. 

Diğer yandan her ne kadar Lula'nın Bolsonaro karşıtlığını iyi yönettiği söylense de bunun bir belirleyiciliği yoktu. Çünkü kökleşmiş İşçi Partisi karşıtlığı onu dengeliyor. 

Halk, sandıkta tercihini yaparken negatif faktörlerden ve yaşanan felaketlerden ziyade olumlu düşünme eğiliminde. 

Örneğin Bolsonaro, pandemi döneminde gerekli önlemleri almaya direndiği için Brezilya neredeyse 1 milyon insanını kaybetti.

O süreçte ana akım medya sadece Brezilya'da değil küresel ölçekte Bolsonaro'nun bu konudaki vurdumduymazlığını yoğun biçimde işledi.

Her gün toplu mezar resimleri manşete taşındı. Fakat sonuçta Bolsonaro yönetiminin sebep olduğu felaketin seçmen tercihlerine en ufak bir etkisi olmadığı görüldü.

Bu noktada; Türkiye'deki durumun tam tersine, Brezilya'da ana akım medyanın Bolsonaro tarafından ele geçirilemediği için bilgi üzerinde bir hegemonyasından söz etmek de mümkün değildir.

Böylece iki lider eşit şartlarda ekranda canlı tartışma yapabilmiştir. 

Benzer biçimde taraftarlarının Lula ve partisiyle ilgili yolsuzluk ve rüşvet iddialarından etkilenmediği anlaşıldı.

Üstelik bu yüzden İşçi Partisi'nin yüzlerce yöneticisi ceza almış, 2016'da Dilma Rousseff'in devlet başkanlığı düşürülmüş ve Lula 580 gün hapsedilmiş olmasına rağmen…

Sermaye düzeni, dünyanın her yerinde halkın gözünde rüşvet ve yolsuzlukla eştir. Hatta yolsuzluklar birçok yerde iktidarın becerisi olarak değerlendirilir.

Halk iktidarın yarattığı ranttan kendisine düşen payı önemsiyor iktidarın ne kadar çaldığıyla ilgilenmiyor.

Cezayı sandıkta kesmiyor; onu mahkemelere ya da rejimin diğer denetim kurumlarına bırakıyor.

Lula'nın iyi yönettiği bir başka olgu da Brezilya siyasetinin merkeziyle kurduğu ilişkidir.

Lula'nın merkezle kurduğu ittifak hem oy desteği sağladı hem de merkez sağın Bolsonaro'ya kaymasını engelledi.  

Ancak Brezilya'da bir merkez sol ve sağın halen varlığını sürdürmesi Lula'dan bağımsız bir olgudur. Bu merkez Bolsonaro döneminde de istediğini alacak güçteydi.

İlginçtir; Latin Amerika ülkeleri içinde en uzun askeri diktatörlüklerle yönetilmiş iki ülke, Brezilya ve Şili'de anayasal kurumlar istikrarlı biçimde çalışmaktadır.

Ayrıca, bu ülkelerde diğerlerinden farklı biçimde merkez siyaset çökmemiş durumdadır. 

Bu noktada uzun askeri yönetimlerin devletin çekirdeği olan anayasal kurumların dayanıklılığını artırdığı ve askeri vesayete karşı dengeli bir siyasi merkezi dayattığını gösteren bazı verilere sahibiz.

Ya da sistemin istikrarı açısından kısa askeri müdahalelerin uzun askeri yönetimlerden daha zararlı olduğunu söyleyebiliriz.

Buna bir örnek de General Pinochet'in ülkesinden: Şili'de genç sosyalist lider Gabriel Boric merkezle kurduğu konsensüs sayesinde iktidara geldi ve halen onun desteğiyle kalabiliyor.

Benzer biçimde eğer Brezilya'da merkez sol-sağ çökmüş olsaydı Lula'nın Bolsonaro karşısında şansı olmayabilirdi.

Buna karşılık Bolsonaro, seçmeni ideolojik tercihle oy vermeye zorlayarak avantaj sağlamaya çalıştı.

Bolsonaro, Evangelist Pentikostalizmin yaygın ve dinamik örgütlenmesini etkin biçimde kullandı. 

Brezilya'da Evangelist kilisesine 43 milyon kişi kayıtlı. Bunların en güçlüsü olan "Assembleias de Deus" adlı tarikatın 22,5 milyon üyesi var.

Evangelist kiliselerine üye olanlar Brezilya nüfusunun yüzde 23'üne tekabül ediyor. 

Türkiye-Brezilya karşılaştırmasında her iki ülkede din olgusunun öne çıktığını gözlemliyoruz.

Ancak Brezilya'da Evangelist Kilise'nin Türkiye'deki Sünni İslamcı tarikatlardan çok daha belirleyici bir toplumsal etkiye sahip olduğunun altını çizmeliyim.

Bolsonaro'nun Erdoğan'dan çok daha radikal dinci bir dil kullandığı da açıktır. 

Diğer tarafta ise Lula'nın din silahından tamamen yoksun olduğu söylenemez.

Katolik kilisesi taraftarlarının yarısından fazlasının İşçi Partisi ve Lula'yı desteklediği biliniyor.

Öyle ki Lula seçim kampanyasına Fransiskan Kilisesini ziyaretle başladı. 

Ayrıca Lula'nın önceki seçimlerde Evangelistlerle ittifak tecrübesi var. Geçmişte Lula ve Rousseff'in İşçi Partisi hükümetlerinde bazı önemli bakanlıklar Evangelist kilisenin liderlerine verildi.

2023 seçimlerinde Bolsonaro'yu destekleyen başlıca Evangelist pastörlerin birçoğu 20 yıl önce Lula'yı desteklemişti.

Fakat o dönemde Evangelist Kilise daha ılımlı bir politika izliyordu. Yine de verilere göre son seçimlerde -Bolsonaro yüzde 50'sini elde ederken- Lula, Evangelist oyların yüzde 30'unu almayı başardı. 

Türkiye'deki ideolojik kutuplaşmanın Brezilya gibi dinle sınırlı olmadığı, bölünme tehdidine karşı milliyetçi tepkinin halen diri olduğunu görüyoruz.

Seçim sonuçları milliyetçiliğin daha belirleyici bir ideolojik ayrım olarak öne çıktığını ispatlıyor. Bu yönden bakarsak solcu lider Lula'nın eli çok rahattı.

Brezilya'da seçimler sırasındaki ekonomik göstergeler Bolsonaro lehineydi. Son yılında istihdamı 2016'daki son İşçi Partisi hükümeti zamanından biraz daha iyi duruma getirmişti (yüzde 9,5 işsizlik).

2022 Ağustosunda faizler en yüksek seviyesi olan yüzde 13,75'e çıkarken enflasyon yüzde 10'a inerek düşmeye başlamıştı. 

Ancak Brezilya'da merkez bankası gibi para yönetim merkezleri halen bağımsız olduğundan rezervlerde önemli bir kayıp yoktu.

Sermaye kesiminde Bolsonaro'nun gitmesi halinde ekonomi politikalarında bir süreklilik sorunu yaşanmayacağı rahatlığı vardı. 

(Altı aylık Lula yönetimi de bu öngörüyü doğruladı. Mayısta enflasyon yüzde 3'e gerilerken işsizlik yüzde 9 seviyesinde seyrediyor. Tabi ki Lula bu şartlarda halen aynı seviyede tutulan faizin düşürülmesi gerektiğini savunuyor.)

Ayrıca Lula, Bolsonaro'nun ihmal ettiği ve zaten son on yıldır sürekli gerileyen Brezilya sanayisini geliştirme iradesi ortaya koyarak geçişi kolaylaştırdı.

Brezilya'da seçimin ekonomi politikalarıyla ilgili olan kısmında her iki tarafta rasyoneldi ve inandırıcı olmayan bir vaat söz konusu değildi.  

Türkiye'de ise tam tersine halk iki irrasyonel adayla sınandı. Doğal olarak bu iki irrasyonel adaydan pratikte çözüme en yakın olanını tercih etti.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU