Özünü, kimliğini ve
kültürünü koruyan kimse,
varoluşun fırtınalarına karşı
daima sakin ve sarsılmazdır…(Kızılderili Reisi Ohiyes)
İbrahim Sediyani'nin kaleme aldığı "Adını Arayan Coğrafya", küresel ve yerel ölçekte uygulanan asimilasyon politikası gereği ismi değiştirilen yerleri ele alan, özgün içeriğe sahip bir kitap.
İsmi değiştirilen coğrafyalara ek olarak Türkiye'de 40 il, 368 ilçe ve 7526 köye ait bilgiler de içeriyor.
Kitapta, değiştirilen isimlerin orijinali ve yeni halleri bir arada veriliyor; her ismin ne anlama geldiği, tarihi, dini ve mitolojik bağlamları detaylı bir şekilde inceleniyor.
Ayrıca, isimlerin farklı dillerdeki anlamları ve kökenleri üzerinde de duruluyor.
İsimlerin zaman içinde geçirdiği anlam değişiklikleri ve güncel anlamları geniş bir çerçeveden ele alınıyor.
Yazar, bazı isimlerin ilk kez geçtiği kaynaklara da yer veriyor ve bu isimlerin yerel halk ve coğrafya için taşıdığı önemi vurguluyor.
Yanlış bilinen detaylar açıklığa kavuşturuyor ve doğru bilgileri sunuyor.
İsim değişikliklerinin yerel halk tarafından nasıl karşılandığına dair analizlerle birlikte, isimlerin tarihi arka planları da detaylı bir şekilde işleniyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Asimilasyon, bir topluluğun dilini, kültürünü ve tarihini dönüştürerek, onu başka bir kültüre benzetme süreci olarak tanımlanabilir.
Bu süreç, bir toplumun kültürel belleğini değiştirmeyi ya da tahrif etmeyi amaçlar ve genellikle rızaya dayanmayan, zorlayıcı ve sistematik yöntemlerle yürütülür.
Asimilasyon politikaları özellikle dili, kelimeleri ve isimleri hedef alır.
Çünkü bunlar, bir toplumu tanımlayan özü, kolektif hafızayı ve varlık bilincini oluşturan temel bileşenlerdir.
Bir toplum, dili aracılığıyla ve o dilin yapıtaşı olan kelimelerle kendini ifade eder; duygularını ve düşüncelerini aktarır, şarkılar yazar, edebiyat üretir ve çocuklarına isim verir.
Tarihsel süreçte uygulanan bazı politikalar üzerinden asimilasyonun izini sürdüğümüzde, coğrafi keşiflerin yerli topluluklar üzerinde derin etkiler yarattığını görürüz.
Avrupalılar, Amerika kıtasına ayak bastıkları andan itibaren asimilasyon politikalarını hayata geçirdi.
1492 yılında, Kristof Kolomb'un öncülüğünde bir ekip, "Santa Maria" gemisiyle Amerika kıtasındaki San Salvador Adası'na ulaşır.
Bu ekip, yerel halkın dilini ve kültürünü değiştirmeye girişir, yerleşim yerlerinin isimlerini değiştirerek halkı asimile eder.
Ve ayak bastıkları ilk adaya "San Salvador" adını verirler.
Kültürel erozyonun ilk adımıydı.
Asimilasyon süreci, "Amerika" isminin türetilmesiyle de devam eder.
Bu isim, İtalyan denizci Amerigo Vespucci'nin adından alınmıştır ki o da bu yeni toprakların bir kıta olduğunu iddia eden ilk Avrupalıdır.
Yapılan isimlendirmeler, yerli halkların tarihlerinin silinmesine yol açar. Günümüzde hâlâ devam ediyor.
Başka bir örnekte ise; dünyanın en büyük adası olan Grönland, Danimarkalıların asimilasyon politikasına maruz kalır.
Danimarkalılar, oranın yerli dili olan Eskimo dilini yok etmek için yerleşim birimlerinin Eskimo dilinden olan isimlerini kaldırıp yerine Danca isimler verirler.
Bu insanlık dışı politikanın bir sonucu olarak Grönland'daki köylerin Danca olan resmi isimleriyle Eskimo dilindeki isimleri birbirinden farklıdır.
Yerel halk, anlamlı bir davranışta bulunarak halen kendi ana dillerindeki isimleri kullanıyor ve yaşatıyor.
Bazı yerleşim birimlerinin Eskimo dilindeki orijinal isimleri ile Danimarka'nın verdiği resmi isimleri şunlardır:
Nuussuaq-Kraulshavn, Noorliit-Ny Herrnhut…
Osmanlı İmparatorluğu'nun mirası üzerine inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti, mevcut sınırları içerisinde ulus devlet anlayışıyla kurulur.
Bu dönem içerisinde, ülkenin yasal sınırları içerisinde yaşayan halkların dini ve milli unvanları, geleneksel isimleri belli yasalar çerçevesinde Türkçeleştirilir.
Tarihçi Ercan Çağlayan, cumhuriyetin ilanıyla birlikte uygulamaya konan politikaların amacını şu şekilde açıklar:
Cumhuriyetin eğitim ve kültür kurumlarının temel hedefi, yeni rejime sadık 'makul vatandaşlar' yetiştirerek toplumda Kemalist ideolojiyi konsolide etmekti. 1
Bu resmi değişikliklere karşın, bölgeler, bölümler ve yerleşim yerleri, halk arasında orijinal isimleriyle anılmaya devam etti.
Bu durum, tarih boyunca derinlere uzanan kültürel ve tarihsel bağlar sebebiyle gerçekleşti.
Resmi kayıtlarda yeni isimler kullanılsa da, günlük yaşamda halk arasında eski isimlerin kullanımı yaygın bir şekilde sürdü.
Bu değişimler, ulusal kimliğin oluşturulması ve geliştirilmesi amacı taşıyor.
Yapılan değişikliklere örnek olarak "Diyarbekir" ismi verilebilir.
Tarih boyunca kullanılan ve günümüzde hâlâ Kürtler arasında yaygın olarak tercih edilen bu isim, cumhuriyetin ilanından sonra, 1937 yılında resmî olarak "Diyarbakır" 2 şeklinde değiştirildi.
Başka bir örnekte ise; Sediyani önemli bir bilgi daha veriyor:
Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan bölgeye 'Mezopotamya' denir. Yunanca olan bu isim, 'iki nehir arasındaki ülke' anlamına geliyor. Araplar, buraya 'el Cezire' derler. Bu kelimenin anlamı 'yarımada' olup, iki nehir (Dicle-Fırat) ile çevrelenmiş olan bu coğrafya, bir 'ada' görüntüsü aldığı için böyle adlandırılmış. Araplar Yukarı Mezopotamya' ya 'Cezire'tul- Kûrdî' (Kürd Ceziresi), Aşağı Mezopotamya' ya ise 'Cezire'tul- Ereb' (Arap Ceziresi) derler. Bu coğrafyaya İslam tarihçilerinin verdiği isim ise daha bir şiirseldir; 'Behr'un- Nehreyn' yani 'iki nehir denizi'. 3
Asimilasyon, insan zihninde kavram kargaşasına ve yanlış bilgi edinmeye neden olabilir.
Toplumun sağlıklı düşünememesine, tarihi olayları doğru bir şekilde analiz edememesine ve dolayısıyla geleceği isabetli bir şekilde tahmin edememesine yol açabilir.
Denizleri de inceleyen yazar, Türkiye'de denizler ile ilgili de yanlış bilgilerin öğretildiğini söyleyerek bizi hem şaşırtıyor hem de bilgilerimiz konusunda kuşkuya düşürüyor.
Türkiye'de tümüyle 'Ege Denizi' olarak anılan sular, aslında üç ayrı denizin sularıdır: Girit Denizi, orta Ege Denizi ve kuzeyde Trakya Denizi. 4
Bu bilgilerden Türkiye'nin 4 değil, 5 denize kıyısı olduğunu anlıyoruz:
Bize yanlış öğretilen diğer bir konu da, Türkiye'nin 4 değil, 5 denize kıyısı vardır. Bilinmeyen beşinci deniz, Trakya Denizi'dir. 5
Başka bir örnekte ise; Avrupa diye bir kıtanın olmadığını, bugün "Avrupa" denilen kıtanın aslında Asya'nın batı toprakları olduğunu söylüyor ve ekliyor; beyaz ırk, kendilerine ayrı bir mekân oluşturmak için, burayı Asya'dan ayrı bir kıta olarak kabul ettiler ve dünyaya da kabul ettirdiler.
Asya ve Avrupa, siyasi sebeplerden dolayı ayrıştırıldı. Asya- Avrupa sınırını ilk olarak milattan önce 6'ncı yüzyılda Hekataios çizdi. Yeniçağ'da ise doğu sınırı olarak Ural belirlendi. 6
Kitapta bazı ilginç ve çok az bilinen bilgilere de yer verilmiş.
Grönland'ın tamamen köylerden oluştuğunu ve hiçbir şehre ev sahipliği yapmadığını öğreniyoruz.
Bu eşsiz coğrafyada, sadece 9 bin 500 nüfuslu en büyük köy, aynı zamanda başkent işlevini görüyor.
Diğer başkentlerden oldukça farklı bir başkent.
Başka bir örnekte ise; "Rusya" isminin pek bilinmeyen hikâyesine değiniliyor.
Eskiden, bu topraklarda yaşayan İsveçlilere 'Rus' denirdi. Yani, 'Rusya' aslında 'İsveçlilerin Ülkesi' anlamına geliyor.
Bazı ülke isimlerinin dini kökeni de inceleniyor, kitapta.
Okura yeryüzünde peygamber adını taşıyan üç ülke haber veriliyor.
İsrail, peygamber Hz. Yaqub'un ismini taşırken, El Salvador, İspanyolcada "Kurtarıcı" anlamına gelir, kurtarıcı olarak görülen kişi Hz. İsa'dır.
Ülkenin başkenti San Salvador ise "Aziz Kurtarıcı" anlamına gelir.
Salomon Adaları ise, Alvaro de Mendana de Neyra tarafından 1568 yılında, bu bölgede Hz. Süleyman'ın efsanevi "Altın Ülkesi"nin bulunduğuna olan inanç nedeniyle "Süleyman Adaları" olarak adlandırdı.
4 yıllık titiz bir çalışmanın ürünü olan metin, yalnızca masa başında yapılan araştırmalarla değil, sahada gerçek deneyimlerle zenginleştirilmiştir.
Bu çalışma, kitap okunarak, cümle altları çizilerek, daktilo tuşlarına basılarak değil; minibüs koltuğunda oturarak, yol işaretleri izlenerek, konuşularak hazırlandı. 7
Sediyani, araştırmasını yürütürken geniş ve çok yönlü kaynaklardan yararlanmış.
Çalışmasının temelini gezi notları ve saha gözlemleri oluştururken, yerel halk anlatıları ve yaşlı kuşakların bilgi birikimini "yaşayan tarih" olarak değerlendirmiştir.
1967, 1968 ve 1973 il yıllıkları, Aşağı Fırat Havzasında Araştırmalar ve 1977 Aşağı Fırat Yüzey Araştırmaları gibi belgeler ile Dicle ve ODTÜ raporları, köy envanterleri ve haritalar araştırmaya bilimsel ve akademik bir nitelik kazandırmış.
Geniş bir kaynak havuzundan beslenen yazarın Türkiye basınından özel bir isteği var:
Bölgede bir yerin adının zikredilmesinde, eski adlar, yeni adlarıyla beraber verilsin, zahmet olmazsa tabii!.. Bu çalışmanın neşrinden sonra, bu konuda 'cehalet', herhalde artık 'özür' olmayacaktır. Örneğin; Bingöl (Çêwlik) ili, Genç (Dara Hênê) ilçesinin, Servi (Sêvan) bucağına bağlı Üçgül (Hesenan) köyü… 8
Sonuç olarak; yeryüzü, tüm insanlık için ortak bir yaşam alanıdır.
Hiçbir birey, topluluk, millet ya da ülke bu dünyada ayrıcalıklı bir konuma sahip olmamalıdır.
İnsanlar, topluluklar ve devletler; birbirlerinin diline, kültürüne, tarihine ve varlığına saygı duymalı.
Hiç kimsenin varlığı, bir başkasının varlığına düşman olarak görülmemelidir. Hiçbir kültür, başka bir kültürden üstün değildir.
Bir topluluğa tanınan bir hak, diğerleri için de eşit biçimde geçerli olmalıdır.
Asimilasyon, kültürleri, dilleri ve edebiyatları ya yok eder ya da isimleri değiştirilerek egemen kültürlere aitmiş gibi gösterir.
Asimile edilemeyen/olmayan topluluklar ise genellikle toplu katliamlarla karşı karşıya kalmışlardır.
Aztekler, İnkalar, Eskimolar, Aborijinler… bilinen örneklerdir.
Bunlara ek olarak; asimilasyonun insanlar ve toplumlar üzerinde kültürel, psikolojik, sosyolojik, tarihsel, eğitsel ve bilimsel açılardan da büyük bir yıkıcı etkiye sahiptir.
Bireyin kendi kimliğini kaybetmesine ve çoğunluğun norm, değer ve davranışlarını benimsemesine sebebiyet verir.
Asimile edilmiş/olmuş birey, öz kimliğinden ve ait olduğu toplumun gerçekliğinden uzaklaşır.
Bu durum, zamanla derin bir kimlik çatışmasına yol açar ve çoğu zaman kişilik bölünmesiyle sonuçlanabilir.
Hatırlatmak gerekirse, kişilik bölünmesi, psikiyatride "çoklu kişilik bozukluğu" olarak bilinen ciddi bir rahatsızlıktır.
Bu bozukluğa sahip bireyler, 2 ya da daha fazla kimlik arasında bölünmüş bir yaşam sürer.
Asimilasyon süreci ilerledikçe birey, öz saygısını kaybeder ve kendisi olmaktan uzaklaşır.
Kendi kültürünü, inançlarını ve yaşam biçimini reddedebilir; hatta onlara karşı düşmanca bir tavır geliştirebilir.
Bu süreçte, çoğunluk toplumun bir parçası olma arzusu ağır basar ve birey, başkalarını taklit etmeye, sürekli onay aramaya ve aşırı övgüye ihtiyaç duymaya başlar.
Ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov, "Gün Olur Asra Bedel" adlı meşhur romanında "mankurtlaşma" terimiyle bu durumu açıklıyor.
Mankurtlaşma: Belli işkenceler sonucunda kişinin hafızasını yitirmesi ya da delirmesidir.
Artık kişi hiçbir şey hatırlamayan bir "mankurt"a yani geçmişini hatırlamayan bir köleye dönüşmüştür.
Aytmatov, mankurtlaşmış bir insanı şöyle tarif ediyor:
Bir mankurt kim olduğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını, babasını, çocukluğunu bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş. Bilinci, benliği olmadığı için, efendisine büyük bir avantaj sağlarmış. Ağzı var, dili yok, itaatli bir hayvandan farksız, kaçmayı düşünmeyen, bu yüzden de hiç tehlike arz etmeyen bir köle imiş. 9
"Adını Arayan Coğrafya", coğrafi isimlerin evrimini ve dönüşümünü detaylı bir şekilde incelerken, küresel, yerel düzeyde meydana gelen veya kasıtlı olarak yaratılan değişimlerin etkilerini aydınlatan kapsamlı bir çalışma.
Bu metin, atalarının başarılarıyla övünen fakat bu tarihsel mirasına somut katkıda bulunmayan ve tarihsel hafızası zayıf olan toplumlar için büyük bir öneme sahiptir.
Toplumun tarihsel hafızasındaki eksik parçaları gün yüzüne çıkararak yeni bilgiler sunuyor ve yeni bir perspektif kazandırıyor.
Asimilasyonun yıkıcı etkilerine "yeter" denmeli ve kültürel çeşitlilik korunmalı.
Farklılıklara saygı duymaya teşvik edilmeli. Kültürel çeşitlilik, tüm insanlığın ortak mirasıdır.
Korunması ve gelecek nesillere aktarılması büyük bir öneme sahiptir.
Kitaptan bir alıntıyla noktalayalım:
İnsanlığın üretimine saygısı olanlar insanlığın ürettiği maruf olan her şeye sahip çıkmak durumundadır. Bir tarihi esere sahip çıkıldığı gibi tarihten gelen isimlere de saygıyla bakıp sahiplenmek insanlığın üretimine saygı duymanın ve insan olmanın gereğidir. 10
İsimlerimize sahip çıkmak dileğiyle…
1. Ercan ÇAĞLAYAN, Kemalist Ulus-Devletin İnşası, 1.Baskı, Açılım kitap, 2018, s,10
2. İbrahim SEDİYANİ, Adını Arayan Coğrafya, İstanbul, 1. Baskı, Özedönüş Yay, 2009, s,169
3. Age,s,162
4. Age, s,28
5. Age,s,28
6. Age,s,33
7. Age, s,11
8. Age,s,23-24
Kaynaklar:
İbrahim SEDİYANİ, Adını Arayan Coğrafya, İstanbul, 1. Baskı, Özedönüş Yay, 2009
Okan OKUMUŞ, Kuzey ve Orta Afrika, İstanbul, 2. Baskı, Kolektif Kitap, 2017
Ercan ÇAĞLAYAN, Kemalist Ulus-Devletin İnşası, İstanbul, 1.Baskı, Açılım kitap, 2018
Cengiz DAĞCI, Onlar da İnsandı, Ankara, 17. Baskı, Ötüken Neşriyat, 2013
Eric HOFFER, Kesin İnançlılar, Çeviri: Erkıl Günur, İstanbul, 1.Baskı, Olvido Yayınları, 2019
Frantz FANON, Yeryüzünün Lanetlileri, Çeviri: Şen Süer, İstanbul, 2. Baskı, Versus yayınları, 2013
Said BOUMAMA, Afrika Devriminin Figürleri, Çeviri: Şule Ünsaldı, Ankara, 1.Baskı, Nota Bene Yayınları, 2016
Cengiz AYTMATOV, Gün Olur Asra Bedel, Çeviri:Refik Özdek, İstanbul, 32.Baskı, Ötüken Yayınları2013
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish