Türkiye'de barış ile ilgili güzel gelişmeler yaşanırken, Kürt meselesinin çözümüne ömrünü adamış bir Kürt bilgesini anmamız gerekir.
Sözünü ettiğimiz kişi iyi bir yazar, politikacı, Dr. Tarık Ziya Ekinci.
Ekinci, 15 Ağustos 2024'te aramızdan ayrıldı.
Sosyal medyadan vefat ettiğini öğrendiğimde derin bir hüzün kapladı içimi.
Nitekim bu üzücü haberle birlikte, ben değer verdiğim bir bilgi kaynağımı ve severek okuduğum bir yazarımı kaybederken, Türkiye toplumu ise tecrübeli bir siyaset adamını ve aydınını yitirdi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Ekinci, 1925 yılında Diyarbakır'ın Lice ilçesinde doğan, Kürt kültürünü içselleştirmiş birisiydi.
Tıp eğitimi alarak doktor oldu.
Siyasete atılınca yaptığı çalışmalarında çok kabiliyetli ve bilgili bir insan olduğunu gösterdi.
Sosyalist, Kürt milliyetçisi, modernist ve demokrat biriydi.
O dönemlerin siyasi atmosferini göz önüne alındığında bu anlayışa sahip olmak ve bu kavramları bir arada benimsemek her siyasetçinin kolay kolay yapabileceği bir iş değildi.
Tanıl Bora, "Doktor Tarık Ziya Ekinci" başlıklı yazısında Ekinci'nin bu yönüyle ilgili şunları söyler:
Doktor Tarık Ziya Ekinci, Kürt kimliğinin tanınma mücadelesiyle beraber, sosyalizm fikriyle beraber, demokratikleşme ve barış özlemiyle beraber, gerçekten sağlıklı olmak için toplumsal bir iyileşmeyi mesele edinen 'iyi hekim' tipinin timsallerindendi.
Ekinci, bu zorlu hayat yolculuğunda, Türkiye'nin yakın tarihine tanıklık etti ve bu tarihin şekillenmesinde etkili bir politikacı olarak önemli bir rol oynadı.
Kürt halkının tarihine ait izler taşıyan yaşamı, Türkiye'nin 1940'lar ve 1950'lerindeki çalkantılı döneminde şekillendi.
Bu yıllar, Ekinci'nin de içinde bulunduğu bir kuşağın "Kürt uyanışı" veya "Kürt aydınlanması" olarak adlandırılan süreci yaşadığı yıllardı.
1960'larda, Ekinci, bir Kürt entelektüeli olarak bu aydınlanma sürecinin aktif bir aktörü haline geldi.
Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) Diyarbakır milletvekili ve yöneticisi olarak, 1960'ların sol hareketinin yükselişine tanıklık etti ve bu hareketin önemli bir parçası oldu.
1970'lerde ise İkinci TİP'in kurucuları arasında dönemin sert siyasi mücadelesine katıldı.
Yazar Murat Belge ve Musa Anter'in de yakın arkadaşıydı.
12 Eylül askeri darbesi Ekinci'nin hayatını bir kez daha değiştirdi.
Darbe sonrasında defalarca gözaltına alındı, tutuklandı ve "Kürtçülük propagandası" yaptığı iddiasıyla 3 yıl hapis cezası aldı.
Sonrasında Fransa'ya siyasi mülteci olarak gitmek zorunda kaldı.
Ancak ne sürgün ne de uzaklık, onu Kürt kimliği ve Kürt sorununa dair fikirlerinden ve mücadelesinden vazgeçiremedi.
Yaşamının büyük bir kısmını sürgünlerde geçirdi ve hiçbir zaman şiddet yanlısı olmadı.
Kürtlerin, Türklerle barış içinde, eşit yurttaşlık temelinde yaşamalarını hep savundu.
Onun eserleri, "doktor" unvanından dolayı, ilk bakışta tıp ya da sağlıkla ilgili olduğu izlenimini verse de aslında siyasetle iç içe geçmiş hayatının somut bir örneğiydi.
Metinleri siyasi içerikliydi. Kürt sorununun doğru bir şekilde anlaşılması ve adil bir çözüme ulaşması adına, ilerlemiş yaşına rağmen çözüm yolları üretti ve bu konuda yazılar yazdı.
Yazılarında eleştiri, ciddiyet, felsefe ve bilgelik vardı.
Buna ek olarak; hepsi derin toplumsal analizler ve düşünsel sorgulamalar da barındırıyordu.
Sadece Türkiye'nin değil, dünya siyasetine de kafa yoruyordu.
Fikirlerini farklı görüşlere sahip çevrelerin çıkardığı dergi ve gazetelerde yazdı.
Ayrıca "Türkiye'nin Kürt Siyasetine Eleştirel Yaklaşımlar," "Türkiye'de Demokrasi ve İnsan Hakları Sorunları," "Türkiye'nin Çağdaşlaşması ve Kürtler" gibi birçok önemli kitap kaleme aldı.
"Mülkiyeti bir şahsa ait olsa da, toprak halkın malıdır" düşüncesine sahip Ekinci, Kürdoloji çalışmalarına önemli finansal katkılarda bulundu.
614 dönümlük arazisini eğitimsel faaliyetlerde değerlendirmek üzere bir vakıf kurmak istedi; ancak vakıf kurmanın zorluklarını öğrendiğinde, bu arazilerin ederini Kürtçe ve Kürt tarihi çalışmalarına harcanmak üzere İsmail Beşikçi Vakfı'na bağışladı.
Bu topraklar babamdan kalsa da Kürt halkının malıdır. Ben de bu toprakları Kürt halkı için yararlı işler yapan bir kuruma bağışlamak istiyorum. Akrabalarımla görüşeceğim. Eğer toprakları almak isteyen varsa, bedelini bağışlayacağım. Yoksa arazileri bağışlayacağım. Tercihim de İsmail Beşikci Vakfı'dır.
Tarık Ziya Ekinci'nin mücadelesini ve yaşamını daha iyi anlayabilmek için, merhumun vefatından önce yayımlanan ve anılarından oluşan "Lice'den Paris'e Anılarım" adlı kitabından bahsetmek istiyorum.
Derviş Aydın Akkoç tarafından yayına hazırlanan ve İletişim Yayınları etiketiyle yayımlanan bu 1064 sayfalık eser, tek bir dakikası bile boşa harcanmamış bir hayatı konu alan bir otobiyografi olarak öne çıkıyor.
Ekinci, bu kapsamlı anı kitabında, Türkiye'nin siyasal ve toplumsal dönüşümünü de kendi tanıklığıyla değiniyor.
Lice'de geçen çocukluk yıllarından, Diyarbakır'daki gençlik dönemine; siyasete atıldığı Demokrat Parti yıllarından, Türkiye İşçi Partisi içindeki mücadelesine; sürgün ve cezaevi süreçlerinden, Paris'teki yıllarına kadar uzanan geniş bir yaşam kesiti çıkıyor karşımıza.
Belçika'dan döndükten sonra Behice Boran'ın bana karşı olan husumetini sürdüreceğini anlamıştım…yurtdışına kendi kararımla çıktığım için yerleşeceğim ülke konusunda da kendim karar verecektim. Paris'te belli bir çevrem vardı…
Ekinci'yi tanımam bu kitap vasıtasıyla oldu.
Bu hacimli eser, Türkiye'nin siyasal ve toplumsal dinamiklerine dair farkındalığımı artırdı.
Ekinci'nin kaleminden çıkan her metin, benim için oldukça yol gösterici oldu.
Bir okur olarak onun çalışmaları, bugün bile üzerinde düşünmeye devam ettiğim konularda önümü aydınlattı.
Tarık Ziya Ekinci ile tanışmayı, konuşmayı ve ona bazı sorular sormayı isterdim.
Soracağım ilk soru, Ekinci'nin yurtdışında yaşamış olmasını da göz önünde bulundurarak, Türkiye'deki ve dünyadaki demokrasi örneklerini karşılaştırmasını isterdim.
Maalesef onunla tanışamadım. Ama bu yazıyı hazırlamak için Ekinci ile yapılan röportajları tararken sorumun cevabını buldum.
Gazeteci Abdulhakim Günaydın'ın Independent Türkçe'de Tarık Ziya Ekinci ile yaptığı "Türkiye'ye Yakın Zamanda Demokrasi Geleceğine İnanmıyorum" isimli röportajından, Türkiye'deki demokrasi hakkındaki görüşünü buraya bırakıyorum:
Türkiye'de yakın zamanda çağdaş anlamda bir demokrasinin kurulabileceğine inanmıyorum.
Röportajının devamında deneyimli siyasetçi, barış sürecinin olumlu bir adım olduğuna dikkat çekiyor:
…barış süreci Doğu ve Güneydoğu'da büyük bir rahatlık yarattı. Barış sürecinde insanlar son derece mutluydu, ekonomi gelişti, ticaret canlandı, köylerde geniş ekim faaliyetleri başladı. Tarımda kapitalist gelişme hız kazandı. Traktör ve biçerdöver sayıları arttı. Süreçte çok rahat bir dönem yaşandı.
Ve Kürt parti ve siyasetçilerine de çeşitli eleştiriler yöneltiyor, hak arama mücadelesinde artık silah ve şiddete başvurma döneminin bittiğine değiniyor:
Şırnak, Hakkâri veya Batman'ın bilmem neresinde bir ilçe başkanı çıkıp biz özerklik ilan ediyoruz diyor. Ve ertesi günü tutuklanarak ağır cezalar alıyor. Bu yanlış bir karardır. O zaman da yanlış olduğunu söyledim. Yani sen 'özerklik ilan ettim' demekle neyi kast ediyorsun. Hangi güce ve neye dayanıyorsun. Ertesi gün o çocukların hepsi tutuklandı. Bu yanlış bir politikaydı.
Sonuç olarak; Ekinci'nin hayatı, bir halkın kaderine tanıklık etmiş, bedeller ödemiş onurlu bir entelektüelin yaşamını örnekler.
Hayatını adadığı Kürt meselesi, yıllar boyunca inkâr, baskı ve çatışmalarla şekillense de bugün, çözüm umudunun yeniden filizlendiği bir döneme tanıklık ediyoruz.
Ne yazık ki Ekinci, halkı adına yürüttüğü, silahların susması için mesleğini ve ömrünü feda ettiği bu meselenin barışla taçlanacağı bu günleri göremedi.
Ama bizler onu, barışı konuştuğumuz bu günlerde anacağız.
Zira onun en çok arzu ettiği şey, bir an önce bu topraklara barışın gelmesiydi.
Tarık Ziya Ekinci'ye selam olsun!
1. Age,s,738
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish