Türkiye seçime gidiyor. 31 Mart itibarıyla artık son 44 gün. Cumhurbaşkanı adayları resmen belli oldu. Ankara siyaseten hayli sıcak... Vekil adaylığı telaşı, ortak liste meselesi, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin ayrı liste çıkışı, Emek ve Özgürlük İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı çıkarmama kararı, CHP'lilerin nazarında Muharrem İnce'nin inadı...
Her siyasi seçimin ayrı bir havası var elbette. Ancak 100 yaşındaki cumhuriyet, sırtında onca yük ve sorunla ilerlerken, Millet İttifakı önderliğindeki muhalefet hiç olmadığı kadar iddialı.
Bundan tam 15 yıl önce erken genel seçimlerdeki milletvekili adaylığından sonra konuştuğum siyaset bilimci Prof. Dr. Baskın Oran ile memleketin halini, siyasetin sürüklendiği noktayı bu kez çok başka koşullarda ele aldık.
O dönem "Türkiye'nin resmi tarihi ile gerçek tarihi arasındaki en somut iki farkı, iki kelimeyle özetler misiniz" sorusuna "Bende böyle bir özetleme yeteneği olsaydı büyük adam olurdum" cevabını veren Oran'dan şimdi de 15 Mayıs sabahını yorumlamasını isteyince bu kez "Ben müneccim değilim" dedi.
Çalışma alanı milliyetçilik, azınlıklar, Türkiye'nin dış ilişkileri ve din-devlet ilişkileri olan Oran, "Mevzu Nedir?" köşesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın geleceğinden, HDP'nin Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu'na örtülü desteğine, LAHASÜMÜT yani Laik-Hanefi-Sünni-Müslüman-Türk yurttaş yaratma projesinin bugün ne hal aldığına kadar pek çok soruyu yanıtladı.
"Şartlar bugünkü gibi sürerse Erdoğan kaybetmeye hiç bu kadar yakın olmadı"
Sizce Erdoğan bu seçimde kesinlikle iktidarı kaybedecek mi? Ya da şöyle sorayım. Muhalefetin "Seçimi kazanacağız" özgüveni yerinde bir özgüven mi?
Şimdi Dora kardeşim... Her zaman söylüyorum. Ben bir akademisyenim, müneccim değilim, bilemem. Fakat "Bugünkü koşulların seçim günü de devam etmesi şartıyla" diye sorarsan Erdoğan kaybetmeye hiçbir zaman bu kadar yakın, muhalefet de kazanmaya hiçbir zaman bu denli yakın olmadı. Yalnız birader daha ne kadar zaman var?
44 gün...
Meşhur laftır. Tekrar etmeye bile gerek yok. "24 saat siyasette çok uzundur" diye. Onun için bilemeyiz. Fakat... Erdoğan eğer bu kadar rezalet bir yönetimden sonra ve bu rezalet yönetim rezaletin rezaleti bir deprem ve su baskınıyla taçlandıktan sonra kaybetmeyecek de ne zaman kaybedecek? Veya öteki taraftan al... Türkiye'de Kürtleri "eşit yurttaş" saymamakla ünlü bir CHP, Kılıçdaroğlu döneminde bu yaptıklarını unutturacak biçimde "eşitlikçi" davranılacak sözünü ve izlenimini verdiyse böyle bir zamanda kazanmayacak da ne zaman kazanacak?
Yani her türlü şart müsait diyorsunuz şu anda?
Evet ama dediğim gibi... Yani bunun 3 hafta sonra da geçerli olması şartıyla.
"Cumhurbaşkanı Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetmeye bu kadar yakınsa ve kendisi de bunun farkındaysa asıl amacı mecliste çoğunluğu elde etmek olabilir" deniyor. Siz bunu nasıl değerlendirirsiniz siyaset bilimci gözüyle?
Yahu... Siyaset bilimci başka, müneccim başka kardeşim! "Cumhurbaşkanlığını kaybedecek meclisi kazanacak" Nasıl olacak bu? Hani bunun tersi olsa, bunun siyaset biliminde bir adı var: "Topal ördek". Yani cumhurbaşkanlığını kazandı, meclisi kaybetti, topal ördek olur. Önemli olan Recep Tayyip Erdoğan veya Kemal Kılıçdaroğlu değil.
Önemli olan tek adam rejiminin artık başımızdan ırılması (uzaklaşması), gitmesi… Ve bu tek adam rejimi bir yandan Erdoğan'ın bu yetkilerle hem kanuni hem kanuni olmayan yetkileri kullanarak başımızda kalması hem de MHP yardımıyla çoğunluğu mecliste sürdürmesi sayesinde mevcut. Bunlar birbiriyle el ele olan şeyler, dudak dudağa olan şeyler. Biri olmadan öteki olmaz...
"Devleti savunan devletin partisi CHP şimdi Türkiye milletinin partisi olma çabasında"
Kürtlerin "Demokrasi ve eşitlik Türkiye'si" talebini şu anda gerçekleştirebilecek kişi Kılıçdaroğlu mu? E-rağmen mi Kılıçdaroğlu? Kerhen mi Kılıçdaroğlu? Yoksa şu andaki tablo itibarıyla mı öyle görünüyor?
Şu anda Kılıçdaroğlu'nun yaptıklarına ve söylediklerine bakarsan bu Kılıçdaroğlu (söz konusu talep için) tam biçilmiş kaftan. CHP'nin ne günahları var birader? O kadar çok günahları var ki! Ben kaç yerde söyledim ve yazdım.
"CHP adam olmaz, adam olursa CHP kalmaz" diye... Ama burada Kılıçdaroğlu ve kurmayları -sadece Kılıçdaroğlu olmaz- CHP'yi değiştirip bir Türkiye partisi haline getiriyorlar. Yoksa daha önce bir LAHASÜMÜT partisiydi...
Onu da soracağım zaten. Sorulardan bir tanesi de LAHASÜMÜT...
Yani laik olmak şartıyla Hanefi Sünni Müslüman Türk partisiydi.
Yani bir nevi Amerikalıların WASP'ı gibi diyebilir miyiz?
Evet. Anglosakson beyaz… Şimdi şöyle söyleyeyim. CHP bir devlet partisiydi. Devlet derken ne kadar ilginç aklıma bir şey geldi. Geçen gün adamın biri -adam dediğim için herkesten özür dilerim- kalktı Hizbullah'ı savundu çatır çatır bir sokak röportajında… HÜDA PAR'cılar o adamı "provokatör" diye nitelediler. Çünkü işlerine gelmedi. Adam ne diyordu röportaj sonrası? "Özür diliyorum" dedi. "Ben devleti savunuyorum" dedi. Yahu çok haklı herif! Devleti savunuyor. Hangi devleti? Hanefi, Sünni, Müslüman, Türk... Laik olmayanların devletini savunuyor. Daha ne söyleyeyim? Devleti savunan devletin partisiydi CHP. Şu anda artık Türkiye milletinin partisi olmaya çalışıyor. Onun için destekliyorum. "Türkiye milleti" derken seçilmiş bir tabirdir bu. Bunun içinde bütün "Türkiyeli" tüm dinlere mensup, mezheplere mensup, bütün soylara mensup insanlar bir aradadır, el eledir.
"Türkiyelilik" kavramından cumhuriyet öncesi 1921 anayasasında bahsedilmişti değil mi? 2004-2007 yıllarında da çok tartışılmıştı...
Evet... Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu raporunu, Azınlık Raporu'nu yazmak bana düşmüştü o dönem. Orada uzun uzun bahsetmiştik Türkiyeli kavramından... Yıl 2004'tü. Sonradan araştırdım. Meğer "Türkiyeli" kavramını ilk defa İttihat ve Terakki kullanmış, iyi mi? 1913'te iktidara gelen İttihat ve Terakki hangi vesileyle kullanmış? Gayrimüslim okullarının bir nizamnamesini yaparken kullanmış. Peki ya Mustafa Kemal Paşa, -Atatürk 1934'ten sonra- ilk defa nerede kullanıyor? Ukrayna Büyükelçisi'nin itimatnamesini kabul ederken kullanıyor 1920'de. 1921 anayasasında Türkiyelilik kavramı açık açık kullanılmıyor. Orada çok önemli bir madde var. Vilayet "muhtardır" diyor, "özerktir" diyor. Ve 1923'te Mustafa Kemal Paşa, İzmit'te bir basın toplantısı yapıyor. İstanbul'a gitmek istemediği için İstanbul'daki gazetecileri oraya çağırıyor. Çok önemli bir gazeteci, Vatan'ın sermuharriri kendisine "Bu Kürtler meselesi ne olacak?" diye soruyor. Mustafa Kemal Paşa yazılmamak kaydıyla "Biz bunu hallettik" diyor. "Teşkilat-ı Esasiye kanunumuzda -1921 anayasasından bahsediyor- vilayetlere diyor özerklik verdik. Dolayısıyla Kürtlerin çoğunluk olduğu yerlerde Kürtler kendi kendilerini idare edeceklerdir" diyor Mustafa Kemal Paşa. Daha ne desin?
Yani yerel yönetim ve o anlamda bir özerklikten mi bahsediliyor aynı zamanda?
Evet.... Şimdi bugüne gelelim, 1921'i bırakalım. Tabii arası balçık…
"Kürt meselesinin TBMM çatısı altında çözüme kavuşturulacağını söylemek büyük önemde"
Bugüne geldiğinizde HDP Eş Başkanları Buldan ve Sancar'ın Kılıçdaroğlu ile görüşme mekanı olarak TBMM çatısını özellikle seçmesi; bu sorunun konuşulması için böyle bir adres belirlenmesi, seçimin hemen öncesi böyle bir tutum belirlenmesi kıymetli mi?
Son derece önemli ve kıymetli. Son derece! Yahu Mehmet Ağar var. Mehmet Ağar kim o? Mülkiyelidir, tanırım. Mehmet Ağar'ın kim olduğunu, neler yaptığını, neler söylediğini şimdi burada dile getirecek değiliz. Fakat Mehmet Ağar bile "Dağdan ovaya indirilmeleri gerekir" dedi. Bu ne demek bu? "Meclise gelsinler" demek. Açık açık söyledi işte adam. Daha ne desin?
Dolayısıyla CHP'nin HDP'yi meclisteki odasında ziyareti çok büyük öneme haizdir. "Bu mesele Türkiye'nin en büyük en önemli meselesi, Kürt meselesi TBMM çatısı altında çözüme kavuşturulacaktır" deniyor. Bu ne demek? "Silahlı çözümü reddediyoruz" demek. Ama biz bugüne kadar Kürtleri de reddettik. Aynı zamanda "Bugün Kürtleri kabul ediyoruz, göğsümüze bastırıyoruz" demek. İki kere iki dört...
"İYİ Parti MHP'nin reforme biçimi"
Şimdi ister istemez akıllara şu soru geliyor. Muhalefetin, Altılı Masa'nın; dışarıdan destek veren Emek ve Özgürlük İttifakı'nın da desteğiyle seçimi kazanacağı ihtimalinden yola çıkarsak yeni parlamenter sistemde İYİ Parti'nin tavrı ne olacak? Akşener'in masadan kalkışı var... Yavuz Ağıralioğlu'nun istifa sebeplerinden biri CHP'nin HDP'yle olan "açık, gizli, örtülü, vesaire" nasıl tırnak içine almak isterseniz ilişkisi... İYİ Parti olası bir yeni bir dönemde nasıl bir tutum takınabilir? Bu da siyasi bahis oynamak gibi bir soru bir siyaset bilimci için ama...
İYİP maalesef MHP'nin reforme biçimi. Elbette Millet İttifakı'na girdiği zaman kendisine biraz çekidüzen vermek zorunda hissediyor, hissetti. Fakat işin özü, Ağıralioğlu gibi kişilerin patlayıvermesiyle oluyor.
Bakalım Akşener ne kadar hâkim olabilecek bunlara? Ne kadar Millet İttifakı veya başka bir tabirle söylemek gerekirse Kılıçdaroğlu üslubuna ne kadar uyduracak bu reforme MHP'yi? Bu aslında "Türkiye'yi cehenneme mi götürür, cennete mi götürür?" sorusunun da cevabı olacak.
Çok kritik yani?
Çok, çok...
"İnce'nin adaylığı Erdoğan'a yarıyor, bunu herkes biliyor"
29 Mart'ta Kılıçdaroğlu'yla Muharrem İnce bir görüşme gerçekleştirildi. Muharrem İnce'nin adaylıktan geri adım atmayacağına dair açıklamasını gördük. Ardından Memleket Partisi'nin alacağı oyun Cumhur İttifakı'na yarayacağını, barajı aşamamasının, Cumhur İttifakı'na yarayacağı tespiti yaygınlaştı. Siz nasıl değerlendirirsiniz?
Vallahi Dora kardeşim bu Muharrem İnce'den hiç bahsetmeseydin çok sevinirdim. Çünkü her bahsedişte bin bir aleyhine olsa dahi bundan besleniyor. Nasıl bir partiyse o zaman CHP artık oradan pay biçin, CHP'nin cumhurbaşkanı adayı ilan edilmiş bir adam İnce.
Ama aynı CHP, Ekmeleddin İhsanoğlu'nu da aday ilan etti değil mi?
E, anla işte. Biraz önce konuştuk. "CHP bugüne kadar rezaletin son perdesiydi" derken bunları kastettim. Ama şimdi "Ekmek için Ekmeleddin'i" boşver... Muharrem İnce, bugün kalkıp kendisine o zamanlar büyük şeref verip cumhurbaşkanı adayı ilan etmiş olan partisinin karşısına çıkmış… Yahu seçime dair yapılan bütün anketler iki gündür İnce'nin CHP'nin aleyhine adaylığının Erdoğan'ın lehine adaylığı olacağını hesaplayıp duruyor. Ben ne konuşayım?
Ben burada evimin alt katında çalışma odasında okuyup yazan bir adamım. Anketler söylüyor bunu, ben söylemiyorum. Onun için bak, senden ricam İnce'den artık bahsetmeyelim. Çünkü en kötü biçimde bahsedilse bile adamın işine yarıyor.
"Bahçeli'nin ayrı liste çıkışının nedeni MHP içinden gelen tepkiler"
MHP lideri Bahçeli'yi sorayım o halde. Neden ortak listeye girmiyor MHP? Bu çıkış şu ana kadar yapılmış hesapları altüst etmiş olabilir mi? Bahçeli'nin çıkışı Cumhur İttifakı'nda bir rahatsızlığın, özellikle HÜDA PAR'ın katılımı itibarıyla bir rahatsızlığın tezahürü mü?
Vallahi rahatsızlığın tezahürü ama bu ideolojik bir rahatsızlık değil. Bu doğrudan doğruya "Yahu bak HÜDA PAR gibi partiyi aldınız" tepkisi... HÜDA PAR derken Hizbullah'ın partisi... Biz Hizbullah'ı mezar evlerden, Konca Kuriş'e yapılan rezilliklerden hatırlıyoruz. İstediği kadar şimdi inkâr etsinler. Hizbullah diye bir olay var. Dolayısıyla HÜDA PAR bile çıkıp "Ben farklı bir kimliğe sahibim" diyor. Devlet Bahçeli bunu yediremedi partisine... Daha doğrusu partisi Bahçeli'ye müracaat etti. "Bizim burada adımız geçmiyor. Biz kimiz? Biz yok muyuz ortada? Biz AKP'nin fonksiyonu muyuz?" diye sordular. Ve onun üzerine böyle bir çıkış yapmak zorunda kaldı Bahçeli.
En başta dediğim gibi Erdoğan şu anda bulunduğu noktadan daha kötü bir noktaya hiç varmadı. Varması da zordur diye konuştuk. Hizbullah'ın kaç oyu var? Hizbullah ile ittifak yapmak zorunda kalmış bir tek adam yönetiminden bahsediyoruz. Daha ne olsun? Bugüne kadar ırkçı bir partinin desteğiyle sürdürebildiği bir ittifak ve daha doğrusu iktidar...
Sonuç itibarıyla Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan "Cumhur İttifakı'na girmiyorum, adaylığımı ilan ediyorum" diye deklare ettikten sonra kuvvetle muhtemel yeterli imzayı toplayamadığı ve dışarıda kalmamak için nasıl ittifaka son anda girdiyse MHP de son anda listelere tek başına girme hususunda fikir değiştirebilir mi? Çünkü anketleri MHP'liler de görüyorlar.
Vallahi dikkat edersen kendi kimliğini öne çıkarma eğilimi çok yaygın şu sıralar... Bu tür seçim ayak oyunlarından nefret ettiğim için okumak dahi istemiyorum ama bu işleri son derece bilen bir-iki kişi var Türkiye'de, onları okuyorum. Onlar "İktidar bu seçim kanunu son anda çıkardı, seçim kanununu muhalefet birbirine düşsün de ortak aday çıkaramasın diye icat etti" diyorlar. Ama bu seçim kanunu sadece muhalefete değil, iktidara da uygulanıyor değil mi? Kendileri açısından "Maalesef öyle". Dolayısıyla son ana kadar ne olur belli değil... İşte onun için müneccimlik yapmak mümkün değil. Şimdi bu işleri daha iyi bilenler şu ittifak Yüksek Seçim Kurulu'nun koyduğu tarih ve saate beş dakika kala götürüp şunu sunabilir ve ondan da bir dakika sonra öteki ittifak götürüp başka bir liste sunabilir. Bunların B ve C planları hazır olacaktır. Böyle soytarılık olur mu Allah aşkına? Böyle seçim mi olur?
Millet İttifakı'nın ortak liste yapabilmesi -yirmi otuz ilde- mümkün mü? Bu noktada milletvekili sayısını artırabilme bir durum söz konusu olur mu? Çünkü normal şartlar altında ayrı ayrı girilecek illerde birlikte girildiğinde daha fazla oy kazanımı söz konusu olabilir.
Yani bütün illeri tek tek tahlilden geçirmişlerdir. Nerede ortak nerede ayrı gireceklerini tespit etmişlerdir. Elbette bu, şu andaki bilgilere göre yapılmış planlar... Önemli olan bir tek şey var; o da HDP'nin bugünkü doğru tutumunu devam ettirmeye devam etmesi.
"Demirtaş'a Twitter'ı HDP ile belki hırlaşma olur diye serbest bıraktılar ama…"
Yani HDP'nin de Türkiye partisi şeklinde bir tablo sergilemesi mi demeliyiz, bunu mu anlamalıyız sözlerinizden?
Evet. Şu ana kadar yapılan bütün eylemleri ve verilen bütün demeçleri yüzde 100 bu durumu destekliyor. Onun için ben çok mutluyum.
Eski HDP Eş Genel Başkanı, halihazırda cezaevinde bulunan Selahattin Demirtaş ile HDP'nin mevcut yönetimi benzer çizgide ilerliyor gibi. Hatta hatırlıyorum bir yazı kaleme almıştınız daha önceleri tam da bununla ilgili. "Demirtaş'ın ketıl ile attığı tweetleri neden serbest bıraktılar, acaba birbirlerine düşsünler diye mi?" şeklinde... Öyle olmadı galiba?
Evet. Yani çok ilginçtir. Sanki yanında cep telefonu varmışçasına anında olaylarla ilgili tweetler atıyor Demirtaş. Senin de hatırlattığın gibi "Ketılımdan atıyorum" diye dalga geçiyor. Bunu nasıl yapabiliyor? İktidar izin vermese nasıl yapar? İktidar niye izin veriyor buna? "Sonunda" diyor kendi kafasına göre iktidar, "Selahattin Demirtaş ile parti yönetimi arasında bir hırlaşma olur mu acaba?" diye kendi kendine soruyor.
Bütün umudu bu, onun için izin veriyor. Fakat hem parti hem Selahattin Demirtaş -ki evinden en uzak ile cezaevine atıldı; eğer Balkanlar'ı kaybetmemiş olsaydık bugün Arnavutluk başkenti Tiran'da olabilirdi- arasında mükemmel uyum var. Nedir o mükemmel uyumun özü? Rasyonalite, akılcılık ve Türkiye'yi düşünme...
Bu sürece terör örgütünün yani PKK'nın çok dahil olmaması, siyaseten açıklamalara alışılageldik şekilde dahil olmaması, ya da sesinin eskisi gibi çıkmaması da bir etken mi?
Vallahi PKK dediğin olay nedir yahu? Bundan bir ay kadar önce İçişleri Bakanı Soylu "300 tane adamları kaldı, her birinin ayakkabı numarasını biliyoruz" dedi.
Bunu son iki yıldan beri söylüyor İçişleri Bakanı.
Ya söylüyor hakikaten... Yani PKK'lı kim kaldı Allah aşkına? İçeride Türk Silahlı Kuvvetleri vuruyor. Dışarıda vuruyor. Ki; Türk dış politikasına taban tabana zıttır, dışarıya sarkmak...
"İktidarın işine yarayacak laf edecek olsaydı Öcalan'ı bülbül gibi öttürürlerdi"
Ama orada bir "önder" olarak görülen Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin de terörist olarak nitelendirdiği ve bugün İmralı'da yatan Abdullah Öcalan çok uzun zamandır herhangi bir açıklama yapamıyor, avukatları da daha geçen hafta bu minvalde bir açıklama yapmıştı. Diyelim ki; Öcalan'ın Çözüm Süreci'nde olduğu gibi sesini duyurabileceği bir ortam olsa ve mübalağa ederek söylüyorum "Oyunuzu AK Parti'ye şu gerekçeyle vereceksiniz" dese Kürt seçmen Abdullah Öcalan'ı mı dinler yoksa Demirtaş ve halihazırdaki mevcut, yasal ve kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan siyasi partiyi mi?
Dur bakalım hepsi zor soruları sen soruyorsun. Ben sana şimdi bir soru sorayım.
Buyurun...
Niye 2019 yılından beri Öcalan'ı ailesiyle ve daha önemlisi avukatlarıyla görüştürmüyorlar dersin? Niye gıkını çıkarttırmıyorlar? Bir zamanlar biliyorsun nevrozda şakır şakır Öcalan'ın demeçleri okunuyordu Türkiye'de. Neden konuşturmuyorlar 2019'dan beri o zaman Öcalan'ı?
Çünkü Öcalan onların istediğini söylemeyecek. Tek parti iktidarının istediğini söylemeyeceği için konuşturtmuyorlar. Onun için avukatlarıyla dahi görüştürtmüyorlar. Telefonla dahi görüştürtmüyorlar. Eğer Öcalan tek parti yönetimine şu veya bu biçimde yarayacak bir laf edecek olsaydı bugün bülbül gibi öttürürlerdi.
"Gidişat Türkiye'nin tek adam yönetiminden kurtulacağı yönünde bir gidişat"
Geçen gün ortaya çıkan tabloyla alakalı bir soru gelsin. Nerede? Konya'da. Konya sonuç itibarıyla yıllardır Milli Görüş ve muhafazakar camianın çok klişe tabiriyle kale şehirlerinden birisi olarak anılır. CHP lideri ve Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu'na -her ne kadar Konya'nın Ereğli ilçesinde olsa da zira Ereğli kentteki 31 ilçe içinde AK Parti'ye en düşük oyun çıktığı yerdi 2018 seçimlerinde- fazlasıyla ilgi gösterildi. Bu sizce iktidar cephesinde nasıl yorumlanmıştır? CHP liderliğindeki Millet İttifakı gerçekten iktidarın gözünü korkutur bir halde mi?
Valla Konya'da böyle bir tahaccüm -büyüme- olması önemli. Yalnız bak, müneccimlik yapamam fakat tarihçilik yapabilirim. Hatırlarsan 1950 seçimlerinden önce İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Ordinaryüs Profesör Doktor Fahrettin Kerim Gökalp ne demişti İnönü'ye muazzam kalabalığı göstererek? "İşte paşam İstanbul" demişti.
Bu bir mesele olarak kaldı Türk siyasi tarihinde... Onun için bu kalabalıkların anlamı vardır fakat kesin değildir. Bunu bir kenara bıraksak dahi Konya'da kalabalık toplanması önemlidir. Gidişat Erdoğan tek adam yönetiminin Türkiye'nin kurtulacağı yönünde bir gidişattır, öyle diyelim.
Baskın Oran'ın 2007 adaylığı
Temmuz 2007 seçimlerindeki bağımsız sol ortak aday deneyine soyunmuştunuz. O zaman nasıl bir tepki almıştınız? Ahmet Türk'le yaşamış olduğunuz bir diyalog vardı sanırım. Yıllar sonra ilk kez bu sohbetten bahsettiniz bugün HDP'nin Kılıçdaroğlu için takındığı tutumdan yola çıkarak...
Şimdi efendim ben soyunmadım, beni soydular. Dediğim gibi bu işlerden, fiilen siyaset yapmaktan anlamam. İstanbul'daki arkadaşlar aradılar o dönem. Ki; İstanbul hala Türkiye'de sivil toplumunun tek odağıdır. "Sol bağımsız ortak aday bu seçimlerde önemli olacak, biz de senin ismin üzerinde karar verdik" dediler. Yahu hakikaten mi falan filan... Çünkü bütün solun birleşmesi meselesi pek kolay değil. O sırada Orhan Doğan, eş başkanları Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'u -DTP o zamanlar- benimle buluşturdu. Ahmet Türk, "Hocam İstanbul ikinci bölgeden bağımsız sol adaylığınızı o bölgede aday göstermemek suretiyle destekleme kararı aldık" dedi. Nedir bu? Aynen bugün HDP'nin yaptığıdır, kelimesi kelimesine... Muazzam önemliydi. Çünkü Kürtlerin desteğini en yetkili düzey ve ağızdan almış oluyordum. Tabi bir şey emin olmak istedim. O yüzden "Sağ olun var olun ama diyelim kazandık. Partinize katılmamı isteyecek misiniz? Çünkü bağımsızlık benim için çok önemli" dedim.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
"Hocam biz sizi otuz yıldır tanıyoruz, sizin partimizi dışarıdan desteklemeniz içeriden desteklemenizden daha önemlidir" diye karşılık verince Ahmet Türk, "Tamamdır o zaman" deyip bu işe giriştik İstanbul'da. Sağ olsun rahmetli Tarhan Erdem ağabeyimiz Mecidiyeköy'deki ofisini verdi. Gürhan Ertuğrul arkadaşımız bir minibüs ayarladı. Çünkü her Allah'ın günü üç veya dört yere dolmuşla gidiyordum. Niçin dolmuşla gidiyordum? Para yok birader! Elli, yüz, yüz elli, bilemedin iki yüz kişi 1000'er lira verdik. Ortak bütçeyi oluşturduk. 100 bin liraya ne yaparsın milletvekili seçiminde? O sırada DTP'nin İstanbul İl Başkanı Doğan Erbaş adaylığını ilan etti. Kazancı Yokuşu'nun hemen altında, bir otelin alt katında DTP'li genç arkadaşlarla üçe üç bir toplantı yaptık. Hatta bizdeki üç kişiden biri de Osman Kavala'ydı. Herkes konuştuktan sonra söz istedim. İki şey söyledim. Bir; "Bu aday gösterme sonucunda iki aday da kazanamayacaktır" dedim. İki, "Bunun faturası partinize çıkacaktır" diye konuştum. Olgun çocuklarmış, başlarını eğdiler, ses çıkarmadılar ve nitekim sonuç belli. Bunu niye anlatıyorum? Çünkü bugüne ışık tutan bir olay bu. Çok şükür, çok şükür, çok şükür… O zaman DTP İstanbul İl Başkanı Doğan Erbaş'ın yaptığını bugün HDP'den kimse yapmadı ve yapacak gibi de gözükmüyor. Çok önemli ve çok büyük bir olaydır HDP'nin şu anda yaptığı. Ve yapmaya devam etmesi.
"Kılıçdaroğlu Türkiyeli kelimesini hiç kullanmadan Türkiyeliliği dile getiriyor"
Sizin keşfiniz "LAHASÜMÜT" yani Laik-Hanefi-Sünni-Müslüman-Türk yurttaş yaratma projesine dönelim. Özetle, Türk-İslam sentezi diyebiliriz değil mi? Bu seçim sonrası devletin kodlarında, tanımlama biçiminde, kısaca hala hayatımızda yer alır mı? Diyelim iktidar değişti, iktidarın değişmesi halinde "Her şey toz pembe olacak" gibi bir algı da var sanki...
Şimdi efendim bir kere başından LA'yı kaldırmak şartıyla...
LA'sı gitti mi? Laiklik gitti mi?
Benim bakkal hesabım son derece zayıftır, sen söyle. 2011'den ve kesin olarak 2015'ten sonra gitti. Ararsan bulamazsın. "HASÜMÜT" oldu, yani Hanefi-Sünni-Müslüman-Türk...
Fakat şimdi dikkat edersen CHP'nin o adam olmaz dediğim CHP'nin bir kere Hanefi'yi anlamsızlaştırdığını görüyoruz. Çünkü Kılıçdaroğlu doğum itibarıyla Alevi, Hanefi-Sünni değil. Dolayısıyla CHP'nin…
Devlet algısında HASÜ'nün de (Hanefi-Sünni'nin) öncelenmesi de gidebilir yani sizin görüşünüze göre?
E tabii tabii... Gidebilir derken, giden miden yok. Hanefiler, Sünniler gene Türkiye'de mevcut.
Bahsettiğim kimsenin gitmesi değil zaten, devletin kodlamaları ile alakalı...
Evet ve fakat devletin başına gelecek adamın şu şu niteliklere mutlaka sahip olması gerekir iddiası ortadan kalkıyor.
Bu anlamda da önemli sanırım?
Devlet reformu… Esas bu anlamda önemli! Bakın Kılıçdaroğlu doğuş itibarıyla Alevi. Fakat doğuş itibarıyla bir olan kimliklere objektif kimlik diyoruz. Objektif kimlikleri hiç ama hiç saygıdeğer bulmuyoruz. Nedir bizim saygıdeğer bulduğumuz? Bizim saygıdeğer bulduğumuz sübjektif kimliktir. Yani insanın doğuştan, anasının karnından doğarken getirdiği objektif kimlik, iradi değildir. Nedir iradi olan? Sübjektif kimliktir. Kılıçdaroğlu sonradan Aleviliği hiç dile getirmedi. Türkiyeliliği dile getirdi. Türkiyeli kelimesini kullanmadan dile getirdi son zamanlarda. Onun için saygıdeğer ve çok önemli bir iş yapıyor Kılıçdaroğlu.
© The Independentturkish