Dünden bugüne depremin konut mimarisine etkileri

Umut Berhan Şen Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Yaşadığımız büyük felaketin tarifi imkansız olsa da bir daha benzer bir deprem afetinin yurdun başka bir bölgesinde yaşanması halinde, muhtemel maddi ve manevi hasarı ve en önemlisi de can kaybını önleyebilmek, bugün için temel gayemiz olmalı diye düşünüyorum.

Zira önümüzdeki süreç deprem konusunda büyük riskler barındırmaya devam etse de güvenli bir 'yer üstü yaşamı' yeni bir yol bulmak için, öncelikle dev bir adım atmak gerekiyor:

Yeni bir güvenli konut mimarisini düşünmek.


Elbette kadim Türk mimarlığı tarihsel süreçte pek çok dönüşüm geçirdi. Bu kısa yazıda bunlara değinecek değilim. Ancak bu coğrafyada deprem gerçeğinin tarihi de oldukça eskilere dayanıyor.

-.JPG

Ülkemizin en önemli mimarlarından ve aynı zamanda mimarlık tarihçilerinden olan merhum Doğan Kuban'ın, 'Türk Ahşap Konut Mimarisi' adlı eserinde, İstanbul'da yaşanan 1509 deprem felaketi sonrasında, taş ve tuğla evden kerpiç ve ahşap eve doğru yoğun bir yönelim yaşandığı belirtilir. 

Osmanlı İmparatorluğu'nun yaşadığı en büyük felaketlerin başında gelen Büyük İstanbul depremi, 10 Eylül 1509 tarihinde merkez üssü Marmara Denizi'nin kuzeydoğusu olan 7,2 şiddetinde gerçekleşmiştir.

Tarihsel kayıtlara göre, deprem sonucunda Osmanlı İmparatorluğu'nun payitahtı İstanbul'da 4 bin ila 13 bin arasında kişi yaşamını yitirmiş ve 10 binden fazla kişi yaralanmıştır.

1070 civarında hane yıkılmış ve on binlerce yapı ağır hasar almıştır. İlaveten depremin ardından oluşan ve yüksekliği bazı yerlerde 6 metreyi aşan tsunami dalgaları şehrin surlarını aşarak güzergahı üzerindeki bazı mahallelerde feci tahribat yaratmıştır.

Yarattığı ağır hasar sebebiyle halk arasında "küçük kıyamet" olarak adlandırılan deprem, son 500 yıl içinde Marmara bölgesinde gerçekleşmiş olan en büyük ve en yıkıcı depremlerden birisi olarak kayıtlara geçti.

Devrin padişahı II. Bayezid on gün boyunca saray bahçesi olan Gülhane Parkı'nda kurulan çadırda kaldıktan sonra 23 Ekim 1509'da İstanbul'dan eski payitaht şehri Edirne'ye geçti.

Burada Dîvân-ı Hümâyunu toplayıp, depremin yol açtığı feci sonuçların tespit ve telafisi amacıyla kararlar aldı.

Bu kararlar kapsamında, deprem sonrası yeniden inşa ile bakım ve onarım işleri için Anadolu'dan 37 bin, Rumeli'den 29 bin işçi ve 3 bin usta görevlendirdi.

İstanbul'daki her yirmi evden bir kişi işçi olarak alındı ve hane başına 22 akçe geçici vergi toplandı.

Yeniden onarım ve inşaat çalışmalarının tamamı, Baş Mimar Hayreddin'in gözetim ve denetimde gerçekleştirildi.

Deprem sonrası padişah tarafından çıkarılan ferman ile dolgu zeminler üzerine yapı yasağı konuldu ve İstanbul'da inşa edilecek tüm yapıların ahşap malzemeden olması zorunlu hale getirildi.     

II. Bayezid'in çıkardığı bu ferman, Türkiye'deki inşaat tipolojisi ve kullanılacak malzemeye ilişkin kurallar getiren ilk yasal yaptırımdır.

23 Mart 1510'da başlayan inşa ve onarma çalışmaları takriben iki buçuk ayda bitirilmiştir.

Yaşanılan her toplumsal olayda hem konseptler hem zihniyetler hem de bunlarla orantılı olarak tedbirlerin değişmesi yaşamsal bir zorunluluktur.

Bu zorunluluk, kısa önce yaşadığımız deprem felaketi açısından da böyledir. Peki bugün ne yapmak gerekiyor?

Günümüz modern mimarlığında, depreme karşı dayanıklı yapıların başında çelik ve demir konstrüksiyon yapılar geliyor.  
 

 

Depreme dayanıklılık misyonuyla, sismik olarak tasarlanan bu yapılar, fay hattındaki herhangi bir binanın veya tesisin, her açıdan gelebilecek sarsıntıları güvenli şekilde karşılayabilmesi için uygulanan tasarım yöntemi olarak öne çıkıyor. 

Çelik konstrüksiyonu kısaca; yapının taşıyıcı sistemin metal kolon ve taşıyıcılar ile birleştirilmesi ile gerçekleştiren bir yapı sistemi olarak tanımlanıyor.

Çelik yapılar, çeliğin yüksek dayanıklılığı ve esneme becerisi sayesinde oldukça güvenli bir inşa sistemidir.

Ayrıca benzer bir mukavemet gücüne sahip olmak, klasik betonarme binalarda oldukça maliyetli ve kütle yoğunluğundan dolayı da son derece riskli.  

20-30 metrekareden başlayarak, iki katlı geniş dublekslere kadar türleri mevcut olan çelik evler, maksimum 2 ay içerisinde inşa edilebiliyor.

Nihayetinde bu sistem depreme karşı dayanıklı olup, konutu en iyi şekilde korumayı başarıyor.
 

 

Demir konstrüksiyon ise; köprü, alışveriş merkezi, fabrika, spor tesisi gibi yapıların yapımında geniş açıklıklara sahip alanlarda kullanılan bir taşıma sistemidir.

Depreme karşı dayanıklı olup, yapıyı en iyi şekilde koruyabiliyor. Kuşkusuz demir yapılar diğer betonarme destekleyici yapılara göre son derece mekanik, teknik ve statik bir karakteristiğe sahip.

Dolayısıyla, deprem risk ve tehdidi daima güncel olan bir ülkede, diğer yapı taşıyıcı sistemlerine göre daha fazla tercih edilmesi gerekiyor. 

Deprem bilinç ve farkındalığı kadar, depreme karşı yeni bir mimari inşa zihniyetinin oluşması da, deprem kuşağında yer alan ülkemiz açısından yaşamsal bir zorunluluk ve bilimsel bir realite olarak karşımızda.

Bu nedenle bu realiteyi her zamankinden fazla dikkate almak ve hatta süratle uygulamaya geçirmek gerekiyor. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU