Ukrayna savaşına Türkiye barış planı: Kolaylaştırıcılıktan arabuluculuğa?

Prof. Dr. Hasan Ünal Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Erdoğan'ın Putin nezdinde yaptığı girişimin Tahıl Koridoru olarak bilinen anlaşmanın devamını sağlaması Türkiye'nin Ukrayna savaşındaki rolünü bir tık yukarıya taşımış görünüyor.

Savaşın başlangıcında barış girişimleri konusunda Ankara'nın rolünün kolaylaştırıcı (facilitator) olabileceği; arabulucu (mediator) düzeyine çıkmasının pek olası görünmediği düşünülüyordu; fakat son zamanlarda yaşananlarla, beklenmeyen pek çok gelişme ve faktör Ankara'nın savaşın sonlandırılmasındaki rolünün arabuluculuk olabileceğine işaret ediyor.


Türkiye'nin en büyük şansı şu ana kadar izlediği dengeli ve dikkatli politika sayesinde taraflar (Rusya ve Ukrayna) nezdinde güven sağlamış olmasıdır.

Erdoğan'ın hem Putin hem de Zelenski ile kurduğu yakın dostluk en son Tahıl Koridoru anlaşmasını askıya aldığını açıklayan Rusya'nın anlaşmaya geri dönmesini sağlarken Ukrayna'nın da Rusya'nın istediği güvenlik garantilerini Türkiye üzerinden vermesiyle sonuçlandı.

Gerek Tahıl Koridoru anlaşmasının geçtiğimiz yaz Türkiye vasıtasıyla sağlanması gerekse son yaşadığımız krizle askıya alınmasının engellenmesi bu savaşın gidişatı açısından tarihi diplomatik başarılardır ve bunların hepsi de Türkiye'nin hanesine yazılmıştır.

Ayrıca esir takaslarında Türkiye'nin özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın oynadığı rol Rus ve Ukrayna kamuoylarında olduğu gibi dünyada da ciddi takdir toplamıştır.


Şimdilerde Ankara'nın bu rolünü daha ileri taşıyarak çabalarını bir barış antlaşması ile taçlandırması mümkün olabilir.

Taraflar arasında bir yandan nükleer savaş tehlikesinden endişe etmemize neden olacak kadar gerilim olsa da bir yandan da yorgunluk ve bıkkınlık alametleri var.

Savaşlarda ve soğuk savaş tarzı uzun soluklu mücadelelerde ya taraflardan birisinin savaşı veya mücadeleyi sürdüremeyecek derecede yorgun/yıpranmış hale gelmesi veya tarafların savaşın/mücadelenin devamından eşit derecede zarar görmeye başlaması gibi durumlarda barış görüşmeleri için uygun ortamın oluştuğu şeklinde kabul edilir.

Yani genellikle barış görüşmelerinden sonuç alınması teorik olarak en iyi veya en akıllıca görünen bir planın ortaya atılmasıyla olmaz.

Bugünlerde Rusya ve Batı üzerine yapılacak bazı gözlemler tarafların maksimalist taleplerini bir kenara bırakarak güvenilir bir ülke tarafından başlatılacak ve sürdürülecek barış sürecine destek vermelerinin mümkün olabileceğini gösteriyor.

En azından savaşın başından bu yana en uygun noktaya gelindiği söylenebilir.


Savaşı sürdürmek Amerika ve Batı açısından çok maliyetli ve riskli hale geldi

Amerika ve Batı açısından Rusya'nın yaptırımlar yoluyla ekonomik olarak dize getirilemeyeceği, bu gidişatı zorlamanın iki tarafı da keskin bir bıçak gibi kesmeye devam edeceği açık.

Özellikle Avrupa halklarının ve sanayileşmiş Avrupa ülkelerinin göreceli olarak ucuz Rus enerji kaynaklarından uzaklaşmasının maliyetinin bu ülkelerde -bilhassa Almanya, Fransa ve İtalya- sanayinin tasfiyesine kadar gidebileceği, bu arada halkların yaşadığı yüksek enflasyon, hayat pahalılığı gibi sorunların eski kıtanın neredeyse tamamında kamuoylarını adeta isyana sürüklediği gözlemlenebiliyor.

Her ne kadar Avrupa medyası halkların protestolarını yeterince vermese de birçok ülkede bu durumun seçim sonuçlarına yansıdığını görebiliyoruz.

Ayrıca Ukrayna'ya vadedilen askeri malzeme ve maddi yardımlar konusundaki isteksizlik de gözle görünür hale gelmiş durumda.


Savaşın bu şekilde devamının Amerika'da da yorgunluk yarattığına hiç şüphe yok. Şu ana kadar Ukrayna'ya 60 milyar dolardan fazla kaynak ayıran Vaşington'un bu paranın ne kadarını Kiev'e gönderdiği ne kadarını ise Amerikan silah şirketlerine verdiği tam olarak bilinmiyor.

Öte yandan bu kaynak aktarımlarının dipsiz bir kuyu haline gelen Ukrayna'ya daha ne kadar devam ettirilebileceği ciddi bir soru işareti olmaya başladı.

Kaldı ki, bütün bu harcamalara rağmen Amerika'nın savaştan istediği sonucu alacak derecede Rusya'yı yıpratmakta olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusu.

Örneğin son zamanlarda Amerikan basınında çıkan ve ABD askerlerinin Ukrayna içinde olduğuna hatta belki de çatışmalarda yer aldıklarına dair haber ve imalar Ukrayna'nın Rusya'ya karşı savaşacak insan gücünün azalmakta/tükenmekte olduğuna işaret ediyor olabilir ki, Rusya savunma bakanlığının ekim ayı sonunda verdiği ayrıntılı dökümler de bunu gösteriyor.


Rusya da savaşı sürdürmek istemeyebilir

Savaşı bu şekilde devam ettirmek Rusya'nın da lehine olmayabilir. Rusya tarafı yaptığı açıklamalarda Ukrayna'nın kayıplarının bire yedi/sekiz civarında olduğunu söylemesine rağmen, "Rusya bu savaşı sürdürerek ne elde edebilir" sorusu daha belirgin bir şekilde karşımıza çıkıyor.

Rusya gibi Türkiye'nin iki mislinden daha az bir nüfusa -144 milyon civarında- ama bizim topraklarımızın neredeyse 20 katına sahip bir ülkenin toprağa ihtiyacı olduğunu iddia etmek pek inandırıcı gelmiyor.

Bu arada Rusya'nın bu savaş dolayısıyla başka devletler aleyhine toprak kazanmaya kalkışmanın pek de kolay bir iş olmadığını görmüş olduğunun da altını çizelim.


Moskova bu savaşı sürdürerek bir miktar daha toprak kazansa ve o bölgelerde referandumlar düzenleyerek bunların Rusya'ya katılmalarını sağlasa bundan ne elde etmiş olacaktır?

Rusya açısından önemli olan Ukrayna'nın tamamının tarafsız bir devlet olarak kalması ve bu ülkedeki Rus ve Rusça konuşan toplumun haklarının temini olmalıdır.

Ukrayna'dan toprak koparmak Rusya'nın güvenliğine çok büyük katkılar yapmayabilir. Zaten Putin ve diğer Rus yetkililerin de defalarca dile getirdikleri gibi Moskova açısından önemli olan NATO'nun genişlemesinin durdurulması, Ukrayna ile Gürcistan'ın NATO'ya alınma sürecinin sona erdirilerek, Avrupa güvenliğinin bir bütün olarak ele alınması ve Rusya'nın en azından dünyanın bu bölgesinde büyük güç olarak kabul edilmesidir.

Çok kutupluluğa evrilen dünyada kendisinin küresel etki yaratabilecek kapasiteye sahip bir büyük güç olduğunun siyaseten kabul edilmesini isteyen bir Rusya'nın Kırım hariç Ukrayna'dan toprak koparmaya çalışması güvenlik endişelerini gidermez. 


Nasıl bir uzlaşma olabilir?

Ankara'nın nisan ayında ciddi bir arabuluculuk yaptığını ve Rusya'yı, işgal ettiği topraklardan çekilmeye ikna ettiğini; buna karşılık Ukrayna'nın da Kırım'dan vazgeçip, Donetsk ve Lugansk'ın otonomilerini tanıyacak düzenlemeler yapmaya razı olduğunu; ancak o zamanki İngiltere başbakanı Boris Johnson'ın Amerika'nın da onayı ve desteğiyle bu uzlaşmayı bozduğunu ve Zelenski yönetiminin savaşa devam etmesi gerektiğini telkin ettiğini biliyoruz.

Bu demektir ki, aslında Rusya temel itibarıyla toprak ilhakı peşinde değildir ve bir manada Minsk Antlaşmalarının (2004-2005) uygulanmasını talep etmektedir. Bu esaslar üzerine yeni bir barış inşa edilebilir.

Savaşlar çoğu zaman tarafların müzakere pozisyonları üzerinde önemli değişiklikler yaratabilir; ancak mesele Moskova'nın güvenlik endişelerinin önemli ölçüde azaltılması açısından ele alındığında Ukrayna topraklarının bir kısmını ilhak etmeye çalışmanın Rusya'nın dile getirdiği sorunları ortadan kaldırmayacağı açıktır; çünkü Rusya o topraklar üzerindeki kontrolünü sürdürdükçe Ukrayna'nın geri kalan kısımlarında da başta ABD ve İngiltere olmak üzere Polonya, Baltık ülkeleri ve diğerleri Rusya'ya karşı Ukrayna yanındaki mevzilenmelerini devam ettireceklerdir.


Sorun, Ukrayna'nın iki kurucu millet ve iki kurucu devlet esası üzerinde federal bir devlete dönüştürülmesi ve yapılacak anayasa değişikliği -muhtemelen bir referandumla- ile tarafsız olacağının/kalacağının kayda alınması sayesinde kökten çözülebilir.

Buna göre, Ukrayna kendi anayasaları, parlamentoları, tam iç yönetimleri (polis ve yargı da dahil) ve kendi idari yetki sınırları belirlenmiş olan iki egemen kurucu devletten oluşur.

Federal hükümet başlangıçta daha sınırlı yetkilere sahip olur ve özellikle savaşın toplumlarda açtığı derin tahribatın giderilmesine ve ekonomik iş birliğine odaklanır. 


İyimser senaryoda bu sorunlar ve acıların zamanla üstesinden gelinir ve bir tür Çekoslovakya veya başarılı gittiği yıllardaki Yugoslavya oluşumu ortaya çıkar ve bu devlet bir yandan Rusya, Çin vd. ile iyi geçinerek doğudan öte yandan da Avrupa Birliği ve Amerika ile iyi ilişkiler sayesinde Batı'dan yararlanarak yaşanan acıları geride bırakmayı başarır.

Yugoslavya tecrübesinin görece iyi gittiği 1950'lerin sonları ve özellikle 1960'lı yılları hatırlayacak olursak iki taraftan da azami fayda temin etmenin bu gibi tampon devletlerin ekonomik kalkınma süreçlerine ciddi katkılarda bulunduğu/bulunacağı söylenebilir.

Hatta iyimser senaryoda, Ukrayna üzerinde varılacak böylesi bir uzlaşma sayesinde, Rusya ile ABD/Avrupa arasındaki güvenlik sorunlarının NATO'nun genişlemesinin durdurulması ve tarafların birbirleriyle olan diyaloglarının yeni bir yapıda ele alınmasıyla yumuşatılması, yönetilebilir hale getirilmesi veya belki de çözülmesinin mümkün olabileceği bile ileri sürülebilir. 


Kötümser senaryoda ise bir süre sonra iki kurucu devlet ayrılırlar; ancak bu ayrılma Çekoslovakya örneğinde olduğu gibi medeni boşanma tarzında gerçekleşir ve Ukrayna topraklarının tarafsız kalacağı uygulaması anayasa ve imzalanacak uluslararası anlaşmaların gereği olarak devam eder.

Yani kurulacak bir ortaklık devletinin ortadan kalkması oluşturulacak bütün güvenlik sistemlerinin ve bunun sigortalarının ortadan kalkması anlamına gelmez. Rusya ile NATO arasında savaş tamtamları yeniden çalınmaz.


Gerek iyimser gerekse kötümser senaryoda federasyonu oluşturan federe ünitelerin birbirlerine karşı tavırları kadar dış aktörlerin özellikle de ABD ve Avrupa'nın tavrı belirleyici olacaktır.

Örneğin Ukrayna'nın orta ve Batı bölgelerindeki Rusya karşıtı halk/devlet federasyonu sürdürmedikleri takdirde ülkelerinin bölüneceğini, doğudaki egemen kurucu devletin bağımsızlık ilan ederek Rusya'dan yardım isteyeceğini; üstelik federasyondan ayrılması halinde bile NATO'ya giremeyeceğini; çünkü tarafsız kalma taahhüdünün kendilerini de bağladığını bilecektir.

Fakat burada esas belirleyici olacak faktörün ABD ve Avrupa'nın tavrı olacağının altını çizmek gerekir; çünkü eğer onlar Ukrayna'yı tekrardan Rusya'ya karşı oynamak isterlerse bu mimariyi temelden yıkabilirler.

Öte yandan iyimser senaryonun her halükârda Kolektif Batı'nın istemesi halinde gerçekleşeceğini ve devamının da ancak bu sayede mümkün olabileceğini varsaydığımızı belirtmek gerekir.


Böyle bir çözüme mevcut Kiev yönetimi Kırım hariç bütün diğer toprakları tekrar Ukrayna'ya kattığını söyleyerek destek verebilir; Rusya ise amacının baştan beri Ukrayna'dan toprak almak olmadığını; NATO'nun doğuya doğru sürekli genişlemesinin Avrupa güvenlik mimarisinde yarattığı sorunları ABD/NATO ile anlamlı ve kapsamlı bir şekilde müzakere etmek istediğini; ancak NATO'nun atlatma taktikleriyle karşılaştıkları için sorun yaşadıklarını, dolayısıyla mevcut anlaşmanın Moskova'nın güvenlik endişelerini asgariye indirdiğini belirterek sahip çıkabilir. 

Herhangi bir uzlaşma olmaması halinde nükleer savaş ihtimalinin Küba Füzeler Krizi'nden (Ekim 1962) bu yana en yüksek noktada olduğunun konuyu ciddiyetle takip eden herkes tarafından kabul edildiği, Biden'ın bile bu tehlikeye dikkat çekmek zorunda kaldığı ve Fransa'nın Papa'dan arabuluculuk yapmasını istediği bir ortamda böyle bir çözüm çerçeve olarak denemeye değer olabilir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU