Güneşin görmediği yerleri hatıralar kaplar: İlhan Sami Çomak'ın "Karınca Yuvasını Dağıtmamak" kitabı

Mustafa Orman Independent Türkçe için yazdı

Hatırlamak ile unutmanın, unutmak ile hatırlamanın iç içe geçerek birbirini tamamladığı, yaşamı devam ettirme çabasında bir bahçe görevi üstlendiği söylenebilir.

Bireyin hem içsel yolculuğuyla hem de toplumdan miras kalan olaylarla yaşamda kalma uğraşında olduğu gerçeğiyle karşılaşırız.

Bu karşılaşma yine bireyin öz tarihinde saklıdır. Hem unutan hem de hatırlayan olarak birey nasıl bakar dünyaya?

Bu soruya net cevap vermenin imkansızlığı karşısına cevap verme imkânı da koyabiliriz.

Bireyin ortaya koymuş olduğu süreğen tutum, eylem ve üretim aşamaları bu konuda fikir sahibi yapar.

En temelinde bu da bir yorumlamayla ancak açıklanabilir. Bireyin bize aktardığı her bir sözcük, unutmaya, hatırlamaya ve belleğe dair küçük ayrıntılar verir. Ama sözcükler bizi tuzağa düşürebilir.

Çünkü sözcükler gölge anlamlarıyla açıklanmadığı zaman, zihinde yerleşmiş olan anlamıyla farklı bir sözcüğün yerini alabilir.

Pekala bu da bireyin kazıya kazıya serptiği bir hatırlama kabiliyeti ya da budayarak unutmaya çalıştığı zihinsel ve ruhsal bir yolculuk olabilir.

Biz o sözcüğün kökleştiği yere inmediğimiz müddetçe, bireyin de geçmişine doğru bir tanımlamada bulunamayız. 


Sınırlar çizdiren ve sınırları yok eden unutma ile hatırlama, düşüncelerdeki kışkırtıcı gücü açığa çıkardığı gibi gerçekliğe dayatılan anlamı da paramparça eder.

Çünkü varoluşsal sancıların, bireyi eyleme geçirme itkisinde bulunması doğal bir süreci gösterir.

Eğer varoluşsal sancıda unutma devreye giriyorsa, bireyin geleceği yeniden dizayn etme çabasına giriştiği fark edilir, yok eğer hatırlama devreye giriyorsa geçmişle yüzleşme ve geçmişe özlem duyma amacında olduğu anlaşılır.

Ama öte yandan bir diğer gerçeği gözden kaçırmamak gerek, geleceği bilebilmek için de yine en derinlere, geçmişin karanlık yerlerine değmek lazım.

Birey unutma isteğini gerçekleştirmek istiyorsa böyle bir deneyimin içinden geçmesi gerek.

Yoksa her şey eksik kaldığı gibi ne hatırlamaya ne de unutmaya ulaşabilir.

Bundan sonrasını takip eden güçlük ise bedenin kendini aşırı derecede hasta düşürmesine şahit oluruz.

Zihinsel, ruhsal olarak iflas etmek doğal olarak bedenin iflasını da bize gösterir.

Beden, ruh, zihin birbirinden bağımsız değiller, fakat işlev gereği birbirlerine bağlı da değiller. Komaya giren beden, bireyin tüm hareketlerini işlevsiz kılar.


Duvarları sayıklayan zaman, hatıraları un ufak parçalar halinde zihni kurcaladığında, yaşanmış bir yaşamın ışığı yeniden yanmaya başlar.

İlkin hatıraların eşiğine yaslanan bir çocukluk yüzü görünür. Yaşam ağır ağır belirir, günler birbirini kovalar, seneler örtündüğü yerden çıkar ve hayat yaşanma çabasına bulaşır.

Bu bir ilk değil, yaşamın ışıksız kaldığı anlarda, hatıratlarda saklanmış bir çocuğun yüzü görünür.

Çocuk, sensin, o ve diğerleridir. Ama en çok "sen" olan çocukluğu biliyorsun. Yüzüne yansımış bir gaz fenerinin ışığıyla gösterir kendini.

Bir gülümseme, bir kucaklaşma ve ardını sesler kaplar, seslerin ta arkasında temiz bir gökyüzü ve dağlar… 


Karınca Yuvasını Dağıtmamak

İlhan Sami Çomak'ın Karınca Yuvasını Dağıtmamak adlı kitabı, karanlık ve çıkışsız bir mağarada dünyaya ve en çok çocukluğa ulaşma arzusuyla yaşar.

Çomak, 28 yıllık cezaevi sürecini, dışarıyı içeriye aktararak anlatır. Ama İlhan Sami Çomak, sadece kendi yaşamını değil, 28 yıldır adalet bekleyen umudunu, tüm kurumlarıyla 28 yıl önce de aynı çürümüşlükle insanın hayatını altüst eden bir devleti de ele alır.

Bu devlet, kurulduğu günün gölgesini ve o günün karanlık ellerini hâlâ insanların suratına indiriyor.
 

Ilhan-Comak-3.jpg
İlhan Sami Çomak

 

Karınca Yuvasını Dağıtmamak kitabında kuşkunun, korkunun, adaletsizliğin, çocukluğun, babanın, kardeşin, annenin, işkencenin, eğitimin, dışarıya özlem duymanın, dünyayı sarsmanın cümle duygusu ve düşüncesine rastlarız.

Hiçbir zaman varolmayan, her dönem yalnızca kendi iktidar tebaasına uygulanan bir adalet.

Yozlaşmış insan kalabalığının dünüyle bugünü arasında ayrım yapılacak hiçbir yan yok.

İki de aynı gözle bakıyor, aynı sopayla vuruyor. Adalet bu olsa gerek, sadece kendinde uygulanana rast geldiğinde adalet olabiliyor. 
 

 

İlhan Sami Çomak'ta hatırlama ve unutma iki yol gibi görünse de, çocukluk hatırlanırken gençlik neredeyse hiç hatırlanmak istenmez.

"Zaman her şeyi eskitiyor da en az çocukluğa dokunuyor sanırım" cümlesiyle, Burhan Sönmez'in önsözde onun ağzından aktardığı, "'Anımsamaya çalışıyorum" dedi, "bir zamanlar dışarıda olduğumu, İstanbul'un sokaklarında yürüdüğümü hayal etmeye çalışıyorum ama zihnim algılamıyor. Dışarıdaki hayatıma dair gerçeklik duygumu yitirdim. Sanki burada, cezaevinde doğdum ve dünya hakkında bildiğim şeyler ya ziyaretçilerden duyduklarım ya da kitaplardan okuduklarım" demesi onun yaşama dair çizdiği sınırı ifade eder.

Çocukluğun iyi ve kötü hatıraları kitap boyunca karşımıza dikilir. Çomak'ın donmak ve soba ile ilgili sayfalara taşıdığı hatıra belki de yaşamının içerideki ve dışarıdaki halini anlatır.

Küçük yaşlarda, soğuk ve karlı bir havada donma tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

Aile fertleri, baştan aşağıya onu soyar ve çıplak bedenini karla ovmaya başlar.

karınca yuvasını dağıtmamak.jpg

Çomak, o anlarda çok üşüdüğünü, titrediğini alev alev yanan sobanın kenarına ulaşmak istediğini, karla ovma işleminin canına tak ettiğini, sonunda aile fertlerinden kurtulup sobaya kaçtığını, o sırada da iki kalçasının sobaya yapışıp yandığına dair anısını üstüne basa basa anlatır.

Çomak'ın dışarıdaki donma tehlikesi içeride yanmayla tamamlanması daha çocukken, şimdi içeride yanmakta olan bir ömrü, dışarıda üşüyen bir soğuk özlemle yaşar.

Belki de anlatmış olduğu bu kısa çocukluk anısı, onun yaşamına dair bir özettir.

Yaşamak denilirse tabii. Ama o çocukluğa tıpkı doğanın dupduru sessizliğiyle bakar:

Çocukken, yani dünyam köyken, tüm güzellikler gibi renkler de katıksız ve tamdı. Kesin bir yargıya sahibim: Hiçbir ışık öyle duru ve pürüzsüz olmadı sonraları. Sessizlik, dinginlik ve huzurla buluşunca kuşatıcılığına şefkat ekliyordu ışık ve karanlık. Karanlığı ve aydınlığı bütün renklerle birlikte büyüyünce kaybettim.


"Ben devleti görünce büyüdüm"

İlhan Sami Çomak, çocukluk anılarında yer edinen sadece güzel hatıralarla anmaz her şeyi, onun okul yılları ve devletle tanışmadaki günün saflığı, bugünün karanlık bir eli olarak düşer.

Eğitim sisteminin çocukluğun zihnini nasıl işgal ettiğine dair tespitlerle gelir.

Çocukluğun, yetişkinliğe giden yolda bir anlama ve kavrayış biçimi olduğunu gösterir. Çocukluk bize yaşamın sonuna dek eşlik eder.

Bu eşlik etme hali, gündelik yaşamı yetişkinlikte kavrama fırsatı verdiği gibi insanın güzelliklerini elinden almaya bile yeter.

Thomas Bernhard'ın Eski Ustalar kitabında söylediği, "Öğretmenlik mesleğine de zaten aşağı orta sınıftan duygusal ve sapkın küçük kafalılar yapışıyor. Öğretmenler devletin yamaklarıdır" sözü Çomak'ın anısına birebir uyar: 

Ve devletle tanıştım! Önce jandarmalar geldi köye, sonra okula başladım. Okulda "devlet" her zamanki gibi zorbaydı ama yumuşaktı da bu zorbalık. Birbirimizi anlayabiliyorduk. Birbirimizle konuşuyorduk, herkes akrabaydı. Türkçe konuşmaya mecbur edilsek de Kürtçeye kaçıyorduk. Kürtçe konuşmak, anlamadığım bir suça dönüşmüştü ve öğretmen dille dövüyordu bizi! Kötülüğe ayak uyduramadım ama travma daha sonra Bingöl kent merkezinde okumaya başladığımda parçaladı beni. İlk çocukluğum okula başlamakla bitti, yani devletle karşılaşmamla. Ben, devleti görünce büyüdüm. 


Hapislik hayatının ilgili ve ilgisiz tüm ayrıntılarında bulunmak, insanı yaşamaktan yorar noktaya getirir.

Buradan göründüğü gibi değildir. İnsan bazen yorulur, devam etmek istemez. Yaşam sınırlanır. Varolan pencereler ve kapılar bir bir kapanır üzerine.

İnsan kendine fazladır, yaşam da fazla gelince içeriden kopar her şeye. Yaşama yatkınlığı atfedilen içerideki hayal dünyası da iflas eder.

Kişi bellek yitimine yavaş yavaş başlar. Belleğin yitimi, kendinin ve yaşamın yitimidir.

Hiç de övülecek bir yanı yok içeride olmanın. Yalnızca içerideki kişi bilir o yaşamın ne demek olduğunu, oradaki yaşamın ne anlattığını ne anlatamadığını.

Hayatı o bilir, o görür; olmayan bir hayatın sayfalarını karıştırırken. Hapislik olmanın romantize edilecek bir yanı yok, ister içeride olsun ister dışarıya çıkmış olsun.  

Kafka'nın Dava kitabında söylediği "Unutmayın, tutuklusunuz Bay K. Ama dışarıda işlerinizi yapabilir, gezebilirsiniz" cümlesiyle yaşadığımız dönemi açıklayabiliriz, fakat 28 yıldır içeride olan, dünyaya dair tek iletişimi çocukluğu ve edebiyat olan bir insana bu söze anlam vermesini bekleyemeyiz.

Bize dışarıdan güzel görünen her şeyin ardında saklı dev bir karanlık vardır, ama biz hâlâ ışığı arama telaşındayız ve karanlığa neredeyse hiç dokunmuyoruz.
 

 

İlhan Sami Çomak'taki yarılma sadece çocukla değil, göç, din, devlet ve eğitim hayatıyla da açıklanabilir.

Ayrıca İlhan Sami Çomak'ın güçlü edebiyatı her daim mekânı öne çıkaran saptamalarla neredeyse gözardı ediliyor.

Çünkü Çomak'ın şairliği mahpusluğundan önce gelir. Edebiyatın onda yarattığı, onun da edebiyatla yarattığı yaşam büyüsü, yaşama katılma ve hayata uzanma pratiği şiirlerinde güçlü bir biçimle kendini bulur.

Sürekli mahpusluğun edebiyattan önce öne sürülmesi, Çomak'a dair edebi pencereyi kısıtladığı gibi ona ulaşma arzusunu da elimizden alır.

Kitabın girişinde bizleri karşılayan Şiirimdeki Kuşlar Havalandı şiiri her şeyi fazlasıyla açık eder: 

Çırpındım ben taze otların çiyinde
Karanlıkta nehrin yatağını aradım
Aramak güzelmiş! Susamak ve özlemek
Heyecanıma çarpıp parlayan varlığın rengi çok güzel!
Artık gizli bir bahçe değil hayat
Dokunsun bana nerde unutulmuşsam işte.


28 yıl önce bugün ölen ve 28 yıl sonra bugün yaşayan İlhan Sami Çomak, umudunu yitirmemekle birlikte adalete olan inancını kaybetmiş, yaşamı kâh içeriden dışarıya kâh dışarıdan içeriye taşıyarak edebiyat yoluyla, inancını sürekli tazelediği yere odaklandırır.

Ezici yorgunluk artık cümlelerine tesir eder. Tükenişe yürüyen bir hayat sessizliğe ve sakinliğe koşar: 

Bunca yılın sonunda adalet nedir sorusuna sağlıklı bir cevabım yok benim. Zira bu konuda her şey o kadar değişken, hercai ve umutsuz ki… Eh, insanın neresi ağrırsa canı orası. Adalet, uzun upuzun yargılanmamaktır; adalet, kanunların herkes için geçerli olmasıdır; adalet, haksız yere içerde olmamaktır; adalet, unutulmamaktır…


İlhan Sami Çomak, Karınca Yuvasını Dağıtmamak kitabına verdiği isimle, hem ev vurgusu yapar hem adalete çağrıda bulunur hem de yaşanılası bir dünyanın görüntüsünü çizer hafızamızda.

Evet: Karınca Yuvasını Dağıtmamak.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU