Devlete göre toplum (1)

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Shonagh Rae/The Gurdian

1970'li yıllarda, daha doğrusu 1974-80 yılları arasında egemen sınıflar ülke çapında faşist saldırıları dayatınca, olay kısa sürede devrimci halk güçleriyle faşist güçler arasında süren bir çatışmaya dönüştü.

1980'lere gelinirken ülke bir iç savaş görünümü almıştı. Toplumsal saflaşma devlete de yansımış, devletin çeşitli katlarında saflaşma dinamikleri ortaya çıkmaya başlamıştı.

Bu tür saptamalar o zor yılları yaşayan devrimciler için yeni şeyler değildir, öyle ki sıradan bir şey gibi gelebilir.

Başka bir şey var ki bu çok önemli. Bu durumu yaşayan ülkenin egemen sınıflarının ve devletin karakteri neydi, tarih boyunca halkıyla ilişkileri nasıl şekillenmişti de böylesi bir gelişme ortaya çıkmıştı.

Bu noktaya parmak basılırsa "sıradan" ve "basit" gelen yukarıdaki saptamalarımızın derin anlamı ortaya çıkar.

Türk egemenliği için, devletin devlet olarak kendini güvenceye alması ve sürekliliğini sağlaması fikri, halk-devlet ilişkilerinin anlaşılması bakımından anahtar öneme sahiptir.

Bu fikrin temeli Asya ve kısmen Çin geleneklerine dayanıyordu. Abbasiler, Sasaniler ve Bizanslılarla girilen ilişkide geliştirilmişti.

Osmanlı devleti kendisini "din-ü devlet" (devletin dini) diye tanımlardı. Osmanlı'da din, devleti korumanın bir aracıydı.

Osmanlı'da "Batılılaşma akımı" da esasen çöken bir devleti kurtarmak için "yukarıdan" bulunan bir çözümdü.

Nitekim III. Selim, ilk önce orduyu yenilemeyi esas almıştı.

Tek parti döneminin Kemalist kültürü, devleti kurma, kollama ve sürekliliğini sağlama kültürüydü.

Tüm mezhep ve tarikatlar "zararlı" bulunduğundan yasaklanmış, Sünnilik, Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla devleti korumanın bir aracı haline getirilmişti.

Kürtler ise "yok" sayılarak "Dağlı Türkler" biçiminde Türk Tarih Tezi'ndeki yerini almıştı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Olmayan burjuvazi, devlet eliyle, devletçi karakterde yaratılacaktı.

Kemalist kültür, özünde devlet ve iktidar kültürüdür.

Bu 'Bin yıllık devlet efsanesi' eşliğinde, Türk kültürünün de özüdür. 

Türk egemenlerinin toplum-devlet ilişkisine tarihsel yaklaşımı, toplumsal sınıflaşmayı kılıç, sürgün ve zindan üçlemesiyle adeta "toplum mühendislerini" andıran bir tavırla düzenlemedir.

Devletin, toplumsal-sınıfsal ilişkilere göre biçimlenmesi gerekirken, toplumsal sınıflaşma önemli ölçüde devlete göre biçimlenmiştir.

Türk egemen kültüründe öncelikle devlet vardır. Devlete "yücelik" payesi verilmiştir. Devleti korumak ve kollamak en kutsal görevdir.

Türk egemenliği için din, milliyetçilik, ideoloji, hatta "solcu"luğun kimi biçimleri devleti korumak, güçlendirmek ve yüceltmek için birer araç olmuştur.

Burjuva demokrat bir kamuoyu ve kamu bilinci gelişkin değildir. Sivil çalışma alanları ve sivil toplum örgütleri zayıftır, burjuva manada dahi bağımsız değildir.

Mevcut ideolojiler, politikalar ve kültürler, ifadesi oldukları sınıfların, katmanların, milliyetçi ve dini grupların çıkarlarının ve kendisini ortaya koyuş tarzının bağımsız ifadeleri olmaları gerekirken, adı geçen kesimleri devletin denetimi altına almanın inceltilmiş biçimleridir.

2000'li yılların dünyasında dahi Türk egemenlerinin devlet anlayışı, halkın özgür bir şekilde kendini ifade etmesine kapalıdır.

Halka güvenmez, halka biraz serbestlik tanıdığı takdirde devletin darbe alacağı, sonra yıkılacağı endişesi taşınır.

Düzen içi muhalefete bile güç olma fırsatı verilmez; izlenir, denetim altına alınır, liderleri bir şekilde etkisizleştirilir.

Devrimci-sosyalist hareketlere ise hiçbir şekilde yaşam hakkı tanınmaz. Kesin tasfiye edilir.

Kısacası, Türk egemen devlet kültüründe halkı koruma, bireyi geliştirme ve güçlendirme yoktur.

Tersine Pavlov'un şartlı reflekslerini andırırcasına, halkın devlet fikriyle koşullandırılması ve devleti halkın bilincine yerleştirme amacı vardır.

Dolayısıyla, ortalama Türk insanının kişiliği devletle özdeşleşmeye eğilimlidir

Türklerde devlete aidiyet eğilimi, devlete göre toplum tarihi-sosyolojik bir vakıadır.

600 yıllık kulluk bilinci değil midir ki, kötücülleşen sağlığı vesilesiyle de olsa Kanuni'ye şu sözü söyleten:

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi. Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi

 


Devam ediecek...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU