Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olursa sosyal demokrasi kazanır mı?

Dr. Onur Alp Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: ANKA

Geçtiğimiz yıl kasım ayı, CHP açısından hareketli bir ay olmuştu. Öncelikle topluma bir helalleşme çağrısı yapan Kılıçdaroğlu, hemen ardından ise "Ben sosyal demokratım" çıkışını şu sözlerle yapmıştı: 

Ben sosyal demokratım arkadaşlar, CHP de sosyal demokrat bir partidir. Ben sosyal devlete inanırım. Ben fakirliği söküp atarsam eğer halkımın duasını alırım. Bu fakirleştirilme süreci kabul edebileceğimiz bir süreç değildir.


Aslında CHP, hem bunun öncesinde hem de bunun sonrasında kamucu çıkışlar yaptı.

Örneğin Kılıçdaroğlu'nun bir iç kapitülasyonu andıran geçiş garantili yol ve köprüleri "kamulaştırma" vaadini, Kanal İstanbul kreditörlerine ilettiği mesajın anti-emperyalist tonunu ve Türkiye'yi bir "yarı-medeni öteki" gören Batı'nın Türkiye'yi ileri bir mülteci karakolu hâline getirme çabasına ettiği veryansının emperyalizm suçlamasını bu kapsamda değerlendirebiliriz.

Bunlara ek olarak, özellikle derin yoksulluğun yaşandığı pandemi sonrası süreçte belediyelerin yaptığı sosyal yardımlardan yine belediyelerin yurt krizinde aldığı inisiyatife kadar birçok örnek CHP'nin kamucu politikalardaki samimiyetini bizlere pratikte gösterdi. 

Yani Kılıçdaroğlu hem bu çıkışı öncesinde hem de sonrasında zaten kamucu bir söylemi benimsedi.

O, uzunca bir süredir CHP'nin temas edemediği, kendi ifadesiyle "sosyal gruplar" ile partisinin temasını arttırırken bunun doğal sonucu olarak bu gruplarla partisi arasında bir güven ilişkisi tesis etmeye çabalıyor.

Özellikle hükümetin emekçiden zengine inanılmaz bir servet transferi yapmaya dayanan iktisadi politikalarının toplumdaki bir avuç imtiyazlı şımarık yandaşın dışında her gruptan tepki çektiği bu dönemde CHP lideri, halk lehine kapsamlı bir dönüşümü, mülkiyeti tabana yaymayı, adil bölüşümü ve dolayısıyla yoksulluğun bertaraf edileceği bir düzeni uzunca bir süredir zaten vadetse de söyleminin başlığını yeni yeni "sosyal demokrat" olarak atmıştı.

Mesela Kılıçdaroğlu'nun göreve gelmesinin ardından sosyal güvence ağlarının dışında kalanlar için savunduğu Aile Sigortası'nı nasıl sosyal demokrat saymayabiliriz?

CHP liderinin bu konuda bugün konuştuğunu söylemek haksızlık olur.

O, 2011'de Oktay Ekşi'yle yaptığı "Türkiye'ye Sözüm Var" başlıklı nehir söyleşisinde de sosyal hukuk devletinin anayasanın değişemez maddelerinden biri olmasına karşın, "yoksulluğun siyasi sömürü alanı hâline" getirildiğini belirtmiş ve "Sosyal devleti yeniden inşa edeceğiz, refahı tabana yayacağız, bu coğrafyada tek bir çocuk yatağa aç girmeyecek" demişti.

Ancak Kılıçdaroğlu, bu söyleminde ısrarcı olmadı. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Elbette Kılıçdaroğlu'nun "Ben sosyal demokratım" vurgusunu, onun helalleşme söyleminden de bağımsız değerlendirmemek lazım.

CHP liderinin temel amacı AK Parti sonrası sürecin olası toplumsal barışına yeniden fay hatlarının kaşınarak halel getirilmemesi.

O, sadece bugün değil, yarın için de sağ popülist siyasetin alanını kapatmaya çalışan bir strateji izliyor.

Yani o, 1970'lerde Ecevit'in yaptığı gibi, toplumu kimlikler üzerinden ayrıştıran "tarihsel yanılgı"yı bertaraf ederek, ilericilik-gericilik ayrımının bu sahada değil, iktisadi sahada gerçekleştiğini gözler önüne sermenin peşinde.

Dolayısıyla, "gerici" olanı Türkiye'nin tüm kaynaklarını üç-beş kişiye peşkeş çekenler olarak kodlarken, kendisinin ve partisinin sosyal demokrat kimliğini hatırlatarak, kamu kaynaklarını halk için seferber edeceğini belirtip "ilericilik" anlayışını da ortaya koyuyor.

Yani Kılıçdaroğlu, tıpkı 1970'lerde Ecevit'in yaptığı gibi kimlik temelli çatışma ve kavgalardan kaçınarak tartışmayı sosyo-ekonomik zemine çekiyor.

Bunu yaparken de toplumla diyalog kanallarının geliştiği ve toplumun sosyal demokrat bir dönüşüme belki de hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyduğu bir dönemde üst perdeden "sosyal demokratım" demeye başlıyor.

Dolayısıyla aslında olan, onun zaten savunduğu politikalara sadece "sosyal demokrat" başlığı atması.

Sebebiyse Kılıçdaroğlu'nun dönüşümü değil, halkın sosyal demokrat dönüşüme olan ihtiyacı.


Aslında bir kenara "helalleşilecek" toplum ve "hesaplaşılacak" iktisadi ve siyasi elitler (beşli çete) arasında bir ayrıma gidilen ve sol-popülist bir çatışmacılığa dayanılan bu süreçte, kamuculuk ve sosyal demokrasi vurgularını sürekli kılmak önemli.

Toplumun seçimden sonra yeniden refaha kavuşmak için keramet arayacağı ve zihnine kazınacak kavram setlerini şimdiden oluşturmak, gelecek olan iktidarın kendisine şimdiden alan açması için hayati önem taşıyor. 

Çünkü CHP, tarihi boyunca insanların günden güne güvencesizleştiği ve yoksullaştığı kriz evrelerinin birinden zafer, diğerinden ise hezimet çıkardı.

Kamu çalışanlarından işçilere kadar, geniş bir toplumsal yapının hareketlendiği 1980'ler sonu ve 1990'lar başında SHP, bu dönemde Sovyet blokunun çöküşüne de tanıklık etmesi dolayısıyla bir sosyal demokrat hegemonya çıkaramadı ve hezimeti temsil etti.

Diğer yandan 1970'ler CHP'sinin sosyal demokratları, 1950'lerde Forum Dergisi'nde başladığı tartışmalar sonucunda 1960'ların ortasında CHP'de, 1970'lerde ise Türkiye'de iktidarı kısıtlı da olsa ele geçirerek böyle bir stratejinin başarılı olabileceğini gösteren örneği temsil ettiler.

Peki, neydi bu başarının altında yatan strateji?

Öncelikle uzun yıllar tartışılan ve partiyi tutarlı bir ideolojik çerçeveye oturtan iştahtı.

Sonrasındaysa toplumdaki işçi sınıfıyla köylüleri "halk kesimleri" ya da "bozuk düzenin mağdurları" şeklinde ortak bir kavramın altına yerleştiren, kitleleri halk lehine dönüşün için mobilize eden yanıydı.

Nitekim tüm dünyada sosyal demokratların ahlaki ve siyasi üstünlüğü, kendi sosyal sınıflarını kavramaları ve onları bir araya getirip çıkarlarının ortaklaştığına ikna edebilme kapasitelerine bağlı olageldi.


Bugün ise CHP'nin ortak bir çerçevede buluşturması gereken üç kesim var:

KOBİ'ler, tüm mikro gruplarına ayrı ayrı çalışılacak olan mavi yakalılar ve sanayi sonrası toplumun niceliksel olarak en büyük sınıfı hâline gelecek olan beyaz yakalılar.

Ancak unutmamak gerekir ki CHP, bu treni kaçırırsa Türkiye de çok büyük bir treni kaçırır.

Nitekim 1990'larda kaçırılan tren, AK Parti'nin yoksulluğu fona bağlama niteliği taşıyan sosyal politikaları, çarpık toplu taşıma anlayışı ve sağlık yatırımlarına dahi büyük bir rıza üretti.

Bu geç kalmışlık dolayısıyla AK Parti toplum gözünde ayrıcalıklı ve "icraatçı" sayıldı.

Dolayısıyla bir ideolojik tartışma başlatılırsa Kılıçdaroğlu, Erdoğan'ı yenerken; bakarsınız bıraktığı miras da sosyal demokrasiyi orta vadede iktidar yapar.

Tıpkı İsmet İnönü'nün başlattığı tartışmaların orta vadede Ecevit'i Başbakan yapması gibi… 

Bunun yolu da Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanı olduğu bir denklemde dahi parti içindeki hiziplerden birine-birilerine değil, şimdiden şekillendirmeye başladığı kendisinden sonraki süreçte bu "dava"ya ve ideolojik rotaya sahip çıkacak kişiyi işaret etmesinden geçiyor.

Kapsamlı bir programla ortaya çıkmak ve uzun erimli bir iddiaya sahip olmak da bahsettiğim şeyin önkoşulu. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU