Çocuk dünyaya geldiğinde evren hâlâ kusursuzdur; fakat toplum, daha ilk nefesinde ona zincirini uzatır.
Oyun oynayacağı bahçesi, kitap okuyacağı sessizliği, hayal kuracak zamanı yoktur…
Sırtında ağır çantalar taşır; içinde sadece kitaplar değil, yetişkinlerin kayıp umutları, toplumun yarım kalmış hayalleri ve henüz çocukken büyümeye zorlanmanın sancısı vardır.
Türkiye'de çocuk olmak, varlığın en saf hâlinde, sosyal adaletsizlikler ve eşitsizlikler arasında kendi yolunu bulmaya çalışmaktır.
Türkiye'de çocuk olmak, çoğu zaman büyümeye mecbur bırakılmak, hatta daha çocukken yetişkinlerin enkazını taşımakla başlar hayata.
Çocukluk, oyunla ve hayalle büyümesi gereken bir çağken, bu ülkede çoğu çocuk daha kalemi eline alır almaz sınavların ağırlığını, rekabetin acımasızlığını ve yetişkin dünyasının kaygılarını tanımakla gelişmeye başlıyor maalesef!
Eğitim, onların ufkunu genişletmek yerine tek tip bir yarışın daracık kulvarına sıkıştırıyor.
Türkiye'de artık çocuklar, ancak eğitimi satın alabildikleri ölçüde ilerleyebiliyor...
Yoksulluk ise onların sırtına daha ağır bir yük bindiriyor; sokaklarda mendil satan, çöplerden kâğıt toplayan, tarlada nasır tutan ellerle hayallerine veda eden binlerce çocuk, bugünün ekmeğini kazanmak için yarının hayallerini, umutlarını ve belki de sessizce büyüyen sevinçlerini geride bırakmak zorunda kaldığımızı unutmamak gerekir; çünkü seçimlerimiz arzu ve isteklerimiz, sadece o anı kurtarmaz, ardında kalan geleceğin sessiz ağırlığını da taşır...
Çocuk işçilerin sayısına, çocuk gelinlerin dramına, boşanmış bölünmüş ailelerde mutsuz çocuklarına farklı bir perspektifle yaklaşıp empati kuracakken, 12 yıl zorunlu eğitimin tartışılmaya açılması bambaşka sorunlara kucak açacağı aşikar...
Türkiye'de çocuk olmak, göçlerin, savaşların ve maalesef kayıpların da yükünü sırtlanmak demek; kimi zaman kimliksiz, güvencesiz, evsiz bırakılmak...
Çocukluğun sıcak yuvasından çok, belirsiz bir merdiven altı eğitim sığınağına sığınmak anlamına geliyor.
Oyun oynaması gereken bahçeler beton duvarlara teslim edilmiş, hayal gücünü besleyecek sanat alanları yerini tüketim kültürüne bırakmış durumda.
Çocukların gülüşü artık sokaklarda yankılanmıyor; soğuk ekranların ışığında kayboluyor.
Konuşmuyorlar, çünkü kelimeleri yerine, mavi ışığın esareti altında akıp giden yapay dünyayla avunmak düşüyor paylarına.
Oyunları, sokakların özgürlüğünden uzak, yüklenen içeriklerin geçici hazlarıyla sınırlı kalıyor.
Ama sessizlikleri bir çığlık gibi kulaklarımızda çınlıyor; öğretmensiz ve çoğu zaman kalabalık, materyalsız, hijyenden yoksun sınıflarda, deprem enkazında kaybolan minik ellerde, sınav kitaplarının karanlık sayfalarına sıkıştırılmış bir kuşağın derin suskunluğunda yankılanıyor.
Ve yine de bütün bu karanlık içinde çocuk, hâlâ umutla özdeş bir varlık olarak kalıyor.
Onların bir gülüşü, bir çizimi, bir oyuncağa sarılışı, bu ülkenin bütün umutsuzluğunu yarabilecek kadar güçlü. Ama umut kendiliğinden var olmaz; korunmazsa söner.
Bu yüzden bir ülkenin geleceğini kurtarmak, aslında çocukların çocuk kalmasına izin vermekten, onların yarınlarını ellerinden almamaktan geçer diye düşünüyorum...
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish