Filistin'in bağımsızlık mücadelesi, yüzyıldan fazla bir süredir Arap dünyasının merkezindeki meselelerden biri olmuştur.
Filistin üzerindeki İngiliz Mandası'nın ilk yıllarından günümüzdeki İsrail işgaline kadar, Arap dünyası Filistin'in yerinden edilmesine ve işgaline karşı tutarlı bir şekilde direnmiş; Filistin'in özgürlüğüne olan desteklerini çeşitli yollarla dile getirmiştir.
1918 ile 1940'ların ortalarına kadar olan dönem, Filistin ile Britanya İmparatorluğu arasındaki sorunlu ilişkinin başlangıcını işaret eder.
I. Dünya Savaşı'nın sona ermesi ve akabinde Filistin üzerindeki İngiliz Mandası'nın kurulması, Arap entelektüelleri ve liderleri için Siyonist harekete ve bu harekete İngiliz yetkililerce verilen desteğe açıkça karşı çıkabilecekleri verimli bir zemin oluşturdu.
Arap liderler, 1917'de yayınlanan ve Filistin'de Yahudi ulusal yurdu kurulmasını öngören Balfour Deklarasyonu'na şiddetle karşı çıktı.
Bu bildirinin, Osmanlı döneminde yerli Filistin halkının yerinden edilmesiyle sonuçlanacağından korkuluyordu.
1930'lu yıllarda, birçok Arap entelektüel ve lider, Filistinlilerin maruz kaldığı adaletsizlikler hakkında kapsamlı yazılar kaleme aldı.
Örneğin, Lübnanlı yazar Wadih el-Bustani, 1936 tarihli eseri "el-İntidab el-Filastini batıl ve muhal" (Filistin Mandası Geçersiz ve İmkânsızdır) ile İngiliz işgalini ve Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması fikrini, İsrail'in kurulmasından önce bile, sert bir dille eleştirdi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Yıllar geçtikçe, Arap dünyasının Filistin ile olan dayanışması daha da derinleşti.
Bu dönemde Arap ülkeleri tarafından yayımlanan eserlerin, düzenlenen konferansların ve yapılan siyasi açıklamaların sayısı giderek arttı.
Mısır'da 1938 yılında yayımlanan "el-Şehadat el-Arabiyye emam el-Lecne el-Melakiyye" (Arapların Kraliyet Komisyonu Önündeki Tanıklıkları) adlı yayın, Kraliyet Komisyonu'nun Filistin meselesine dair yürüttüğü soruşturma sırasında Arap dünyasının tutum ve tepkilerine dair önemli bilgiler sundu.
Bu eser, İngiliz sömürge politikasını sert bir şekilde eleştiriyor ve Filistin'in bağımsızlığının önemini vurguluyordu.
Bu dönemde Arap entelektüel topluluğu, Siyonist anlatıya karşı çıkan ve Filistin haklarını savunan eserler üretmeye devam etti.
Vahid Talhuk'un yazdığı "Filastin el-Arabiyye fi madiha ve hadiriha ve mustakbaliha" (Arap Filistin'i: Geçmişi, Bugünü ve Geleceği) adlı eser, Filistin trajedisine tarihsel bir bağlam sunup geleceğe dair bir vizyon ortaya koyuyordu.
1948'de İsrail Devleti'nin ilanı, Filistinliler için devam eden bir trajedinin başlangıcı oldu.
Nakba (Büyük Felaket) olarak bilinen bu olay, 700 binden fazla Filistinlinin yerinden edilmesine yol açtı.
Arap dünyası bu gelişmeye büyük bir şok, dayanışma ve siyasi seferberlikle yanıt verdi.
Bu dönemde, entelektüellerden Ekrem Zuaytir, "el-Kadıye el-Filastiniyye" (Filistin Davası) adlı eseriyle, Afrika ülkelerinin İsrail işgaline nasıl tepki verdiğini detaylı bir şekilde ele aldı ve Batılı sömürgeci politikaları eleştirdi.
Aynı zamanda, Filistin davasına yönelik edebi katkılar da önemli ölçüde arttı.
1960 yılında, Filistinli şair Salih Eşter, "Fi şi'r el-Nakba" (Nakba Şiiri) adlı eseriyle Filistin halkının acılarını ve kültürel direnişini Arap ve dünya kamuoyunun bilincine taşıdı.
Bu entelektüel ve sanatsal ifadeler, Arap kamuoyunun işgale karşı mobilize olmasında hayati bir rol oynadı.
Arap edebiyatı ve siyasal tepkisi, Filistin'in işgaline karşı yıllar boyunca süren dikkate değer ve tutarlı bir direnişi ortaya koymaktadır.
Filistin'in özgürlüğü için verilen mücadelenin hâlâ sürdüğü günümüzde, bu Arap entelektüel ve aktivistlerin mirası bize direnişin, dayanışmanın ve adalet arayışının gücünü hatırlatmaktadır.
Onların yazıları, Filistin'le dayanışma içinde olan Arap gençliğine ve dünya çapındaki destekçilere ilham vermeye devam etmektedir.
Direnişin ve dayanışmanın süregelen mirası
Filistin davası sadece siyasi değil, aynı zamanda kültürel ve edebi bir direnişe de sahne olmuştur. Kamuoyunun dikkatini çekti.
Arap edebiyatı ve siyasi söylemi, Filistin'in işgaline karşı tutarlı ve güçlü bir direniş sergilemiştir.
Bugün hâlâ devam eden özgürlük mücadelesi içinde, geçmişteki Arap entelektüellerin ve aktivistlerin bıraktığı miras; direnişin, dayanışmanın ve adalet arayışının gücünü hatırlatmaktadır.
Bu eserler, Filistin'le dayanışma içinde olan yeni kuşaklara ve küresel destekçilere ilham vermeye devam ediyor.
Günümüzde bu direnişe karşı Arap dünyasında entelektüel bir mücadelenin olduğunu söylemek zordur.
Hatta Mısır ve Suud hükümetinin hemen yanı başında olup bitenlere karşı takındığı sorumsuz tavır bir hayal kırıklığı olarak görülmektedir.
Suudi hükümeti Filistin için neden adım atmıyor?
Bu hususta belki birinci etken jeopolitik hesaplar ve ABD ittifakıdır.
Suudi Arabistan uzun yıllardır ABD'nin en güçlü müttefiklerinden biri.
ABD ise Filistin'deki katliam ile ilgili İsrail'in en büyük destekçisidir.
Dolayısıyla, Suudi yönetimi Filistin için doğrudan harekete geçtiğinde, bu ABD ile olan stratejik, askeri ve ekonomik ilişkilerini riske atabilir.
Bu nedenle Suudi yönetimi, "Filistin'e retorik destek" verirken, sahada ciddi bir adım atmaktan kaçınıyor.
Öte yandan Riyad yönetimi için bir süredir İran tehdidi, Filistin davasının önüne geçmiş durumda.
İsrail de İran karşıtı cephede yer aldığından, "İsrail ile gizli veya açık yakınlaşma", Suudi yönetimi için daha cazip hale geldi.
Bu da Filistin davasına olan ilgiyi arka plana itmektedir.
Bir başka husus Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas ve Sudan gibi ülkelerin İsrail ile normalleşme anlaşmaları (İbrahim Anlaşmaları) imzalaması, bölgede yeni bir "normalleşme dalgası" başlattı.
Suudi Arabistan resmî olarak henüz İsrail'le normalleşme anlaşması imzalamasa da, kapalı kapılar ardında askeri, ekonomik ve istihbarî iş birliklerinin geliştiği yönünde çok sayıda rapor mevcuttur.
Suudi yönetimi içeride monarşik yapısını ve otoritesini koruma kaygısıyla dış politikada fazla risk almak istemiyor.
Filistin'e güçlü destek vermek, İsrail'le, dolayısıyla ABD'yle gerilimi artırır ki; bu da rejim güvenliğini tehdit edebilir düşüncesiyle hareket etmesine sebep oluyor.
Öte yandan pek çok insan ve Filistinli açısından bu tutum bir "haysiyet" meselesi olmuştur.
Filistin topraklarında her gün sivil ölümleri, abluka, sürgün ve işgal yaşanırken, İslam'ın en kutsal iki şehrine (Mekke ve Medine) ev sahipliği yapan bir ülkenin sessizliği, ahlaki ve tarihi sorumluluktan kaçmak olarak görülmektedir.
Bazı analistler bu durumu şu şekilde özetliyorlar:
Petrolü, parası, gücü olan Arap rejimleri Filistin'i sattı; halkları ise hâlâ direniyor.
Unutmamak gerekir ki Suudi halkı ile Suudi yönetimi aynı şey değil.
Suudi Arabistan'da da Filistin'e destek veren, İsrail'e öfkeli, adalet isteyen insanlar var fakat seslerini duyuramıyorlar.
Çünkü muhalefet baskı altındadır. İsrail işgaline karşı en etkili direnişi organize eden ve sahada somut güç kullanan İslam ülkesi İran'dır.
Ancak bu desteğin saf "vicdani" değil, çoğunlukla jeopolitik hesaplara dayandığını da unutmamak gerekir.
Filistin meselesinde Yemen'in İsrail ile olan davası
Yemen'deki iç savaşta İran destekli Husiler ile hükümet güçleri savaşmakta ve bu yüzden İsrail, İran'ı en büyük güvenlik tehdidi olarak görmektedir.
Dolayısıyla İran'ın bölgedeki müttefikleri (Hizbullah, Husiler, bazı Irak grupları) da İsrail'in hedefindedir.
Bu durum Yemen ile İsrail arasındaki ilişkileri daha da zehirli hale getirmiştir.
Yemen, tarih boyunca Filistin davasını güçlü bir şekilde destekleyen Arap ülkelerinden biri olmuştur.
İsrail'in 1948'de kurulması ve ardından gelen Arap-İsrail savaşları, Arap dünyasında İsrail'e karşı bir nefret oluşturmuştur. Yemen de bu çizgide yer almaktadır.
Özellikle İsrail'in işgal politikalarına ve Gazze'deki saldırılarına karşı Yemen halkı ve yönetimleri sert tepki vermiştir.
Yemen'in özellikle kuzeyindeki Husiler, Şii inancına sahip ve İran'a yakın bir çizgidedir.
İsrail'e karşı çok sert bir ideolojik duruşları var.
“İsrail'e ölüm" gibi sloganlar, Husilerin kullandığı resmi söylemler arasında yer alıyor.
İsrail ise hem Husileri hem de onları destekleyen İran'ı ciddi bir tehdit olarak görüyor.
Özetle Yemen, İsrail'i tanımıyor.
Arap Ligi'nin 1967'de kabul ettiği “Üç Hayır” politikası (İsrail ile barış yok, tanıma yok, müzakere yok) Yemen tarafından da benimsenmişti.
Bazı Arap ülkeleri İsrail'le normalleşmeye gitse de (BAE, Bahreyn, Fas vs.), Yemen bu sürece katılmamıştır.
Sonuç
Ortadoğu ülkelerinin İsrail'in Filistin topraklarında gerçekleştirdiği katliam ve askeri operasyonlara karşı geliştirdiği tutumlar, bölgedeki siyasi dengeler, ideolojik yönelimler, halk baskısı ve uluslararası ilişkiler ağı çerçevesinde farklılık göstermektedir.
İran, Suriye ve Yemen'deki Husi hareketi gibi aktörler, İsrail'e karşı ideolojik ve siyasal olarak açık bir düşmanlık sergilemekte; İsrail'in meşruiyetini tanımamakta ve Filistin direniş gruplarını desteklemektedir.
Bu ülkelerde İsrail karşıtlığı, hem resmi söylemlerde hem de fiili politik eylemlerde keskin bir biçimde kendini göstermekte; İsrail'in varlığı, sadece bölgesel bir tehdit değil, aynı zamanda Batı destekli bir sömürgecilik projesi olarak değerlendirilmektedir.
Özellikle İran, İsrail karşıtı söylemin merkezine Filistin davasını değil, İsrail karşıtı direnişin bölgesel liderliğini koyarak, bu tutumunu dış politikasının temel unsurlarından biri hâline getirmiştir.
Bunun karşısında yer alan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Fas gibi ülkeler, İsrail'le normalleşme sürecine girmiş ya da diplomatik ilişkiler tesis etmiş olup, Filistin meselesine dair açıklamalarını daha çok sembolik düzeyde tutmaktadır.
Bu ülkeler, İsrail'in askeri operasyonlarına yönelik kamuoyunu yatıştırma amacı taşıyan diplomatik kınamalarla yetinmekte; fiili olarak ise İsrail ile ekonomik, güvenlik ve teknoloji alanlarında iş birliğini sürdürmektedir.
Bu bağlamda, Filistin halkına verilen destek, çoğu zaman iç kamuoyunun baskısı sonucu yapılan sınırlı insani yardım veya sözlü tepki düzeyinde kalmakta; İsrail karşıtı bir dış politika pratiğine dönüşmemektedir.
Türkiye, Ürdün ve Katar gibi ülkeler ise İsrail'e karşı retorik düzeyde güçlü eleştiriler yöneltmelerine rağmen, zaman zaman İsrail'le ekonomik, diplomatik ya da güvenlik temelli ilişkiler kurabilmekte ve bu yönüyle çelişkili bir tutum sergilemektedir.
Benzer şekilde Ürdün, İsrail ile barış anlaşması bulunan az sayıdaki Arap ülkesinden biri olmasına rağmen, Filistin meselesinde tarihsel ve coğrafi yakınlık nedeniyle kamuoyunun yoğun baskısıyla karşı karşıya kalmaktadır.
Son olarak Kuveyt, Umman gibi ülkeler daha temkinli, tarafsız ya da sessiz bir yaklaşım benimsemekte; ne İsrail'le doğrudan düşmanca ilişkiler kurmakta ne de Filistin davasına karşı belirgin bir liderlik üstlenmektedirler.
Bu ülkeler, çatışmalar sırasında genellikle itidal çağrısında bulunarak her iki tarafa da diyalog öneren bir diplomatik dil kullanmayı tercih etmektedirler.
Sonuç itibarıyla, İsrail'in Filistin'de gerçekleştirdiği katliamlara karşı Ortadoğu ülkelerinin tutumları oldukça pragmatik bir zeminde şekillenmektedir.
Retorik düzeyde Filistin davasına verilen destek yaygın olsa da, bu destek çoğu zaman sembolik düzeyde kalmakta ve bölge ülkeleri arasındaki gerçek politik farklar, İsrail'e yönelik ortak ve tutarlı bir tepkinin ortaya çıkmasını engellemektedir.
Böylece İsrail'in askeri eylemlerine karşı bölgesel düzeyde etkili ve sürdürülebilir bir karşı duruş gelişmemekte, Filistin meselesi Arap dünyasında büyük ölçüde diplomatik söylemlerin ve iç siyaset dengelerinin bir parçası olarak varlığını sürdürmektedir.
Kaynaklar:
al-Bustani, W. (1936). al-Intidāb al-Filasṭīnī bāṭil wa muḥāl [The Palestinian Mandate is Invalid and Impossible]. Beirut: Dar al-Kitab al-Lubnani.
Talhuk, V. (1946). Filasṭīn al-ʻArabīyah fī māḍīhā wa-ḥāḍirihā wa-mustaqbalihā [Arab Palestine: Its Past, Present, and Future]. Cairo: Maktabat Misr.
Zuaiter, A. (1950). al-Qaḍīyah al-Filasṭīnīyah [The Palestinian Cause]. Beirut: Dar al-Fikr al-ʻArabi.
Eshter, S. (1960). Fī shiʻr al-Nakba [In the Poetry of Nakba]. Jerusalem: Matba‘at al-Quds.
Royal Commission on Palestine. (1938). The Reports and Testimonies before the Royal Commission (Peel Commission). London: His Majesty's Stationery Office.
Anonymous. (1938). al-Shahādāt al-ʻArabīyah amām al-lajnah al-malakīyah [Arab Testimonies Before the Royal Commission]. Cairo: al-Hay'ah al-‘Āmmah li-Shu'ūn Filasṭīn.
Balfour, A. J. (1917). Balfour Declaration. Official British Government Correspondence.
Khalidi, R. (1997). Palestinian Identity: The Construction of Modern National Consciousness. New York: Columbia University Press.
Pappé, I. (2006). The Ethnic Cleansing of Palestine. London: Oneworld Publications.
Gençoğlu, H. (2024) Palestine in the Ottoman Archival Documents 1517-1917, South Africa.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish