Trump Biden'laşıyor mu?

Doç. Dr. İkbal Dürre Independent Türkçe için yazdı

ABD Başkanı Donald Trump / Fotoğraf: AP

Trump, Savunma Bakanlığı'nın adının "Savaş Bakanlığı" olarak değiştirilmesini öngören başkanlık kararnamesine imza atarken, "sertleşeceğiz, kazanmaya devam edeceğiz" şeklindeki açıklamalarına sadece kişisel kaprisler gözüyle bakmak eksik olur.

Bu sözlerde daha geniş bir anlam, ABD dış politikasının geleceğine dair ipuçları saklı.

"Trump Bidenlaşıyor" mu?

Örneğin, Güney Kafkasya'da attığı adımlar, Biden döneminin politikalarının bir devamı niteliğinde; Demokratlar bir planı pişirdi, Cumhuriyetçiler uyguluyor.

Bu sadece küçük bir örnek.

Bakmak istediğimiz çerçeve ise çok daha geniş.

A. Bloom, W. Kristol, R. Kagan gibi Neo-Con teorisyenler, 20'nci yüzyılın sonlarından itibaren teorik altyapısını hazırlayıp 21'inci yüzyıla girerken Cumhuriyetçilere önerdikleri "Yeni Reagancı" siyaset tarzını savunmuşlardır.

Trump'ın açıklamaları, ABD dış politikasının bu teoriye geri döndüğünün bir göstergesi niteliğinde.

Bu değişimin özü şudur:

Müdahaleci ve yayılmacı bir dış politika; Amerikan çıkarları ile liberal-demokratik değerlerin birbirine karıştırılarak desteklenmesi; otoriter rejimler ve düşman ideolojilerle, onları ortadan kaldırana kadar mücadele.

(Present Dangers / R. Kagan, W. Kristol).
 

Trump dönemi dış siyasetteki değişikliklerin, bölgemizi ilgilendiren boyutunu, ABD Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın ilk açıklamaları ile son açıklamaları arasında büyük bir fark olarak gözlemlemiştik.

Gerçi Barrack’ın vardığı nokta bizler açısından çok şaşırtıcı değildi (bkz. Too good to be true).

Trump’ın Ukrayna savaşı, Gazze’de yaşanan gelişmeler ve en sonunda X hesabında paylaştığı, Şi, Putin ve Kim’i ilk kez aynı karede gösteren ŞİÖ toplantısı fotoğrafı sonrası yaşadığı hayal kırıklıkları, ABD dış siyaseti bağlamında onun "fabrika ayarlarına" dönmesinde etkili olmuş gibi görünüyor.

Zaten ona yeniden başkanlık şansı veren küreselciler karşısında daha fazla direnmesi, farklı sonuçlara yol açabilirdi.

Ancak böyle bir niyetinin olduğunu düşünmüyorum.

Özü itibarıyla bir iş insanı olan Trump, her ne kadar pervasız bir portre çizse de, kiminle uğraşıp kiminle uğraşmaması gerektiğini çok iyi bilir.

Sonuçta, öyle ya da böyle, Marco Rubio faktörü de kendini göstermiş oldu denebilir.

Tüm bunlar, Trump’ın dış siyasette rasyonaliteyi tamamen bir kenara bırakıp anlaşmacı yaklaşımlardan vazgeçeceği anlamına gelmemeli.

Söz konusu olan, eklektik bir siyaset tarzı; "fabrika ayarlarına dönmek" derken kastettiğim de budur.


Peki sizce, ABD’nin artık iyice netleşmeye başlayan bu yeni dış siyasetine Türkiye açısından baktığımızda en uygun iktidar hangisidir?

Elbette, şu anda var olan iktidar. Bütün çelişkilere, ilişkilerdeki dalgalanmalara rağmen, yaşananlar ve veriler soğukkanlılıkla değerlendirildiğinde bu açıkça görülüyor.

Evet, ekonomi, iç siyaset dinamikleri ve diğer alanlarda çok ciddi sorunlarla karşı karşıya; dış siyasette de, özellikle Ortadoğu bağlamında sıkışmış bir iktidar var.

Görünen o ki, genel anlamıyla, iktidar göreve geldiğinden beri en kırılgan dönemini yaşıyor.

Fakat öte yandan, Trump dönemi yeni yeni şekillenmekte olan dış siyaset ekseninde değerlendirildiğinde, Türkiye’deki iktidarın içerideki "zayıflığı", dışarıda (ABD denkleminde) "gücünün" teminatı hâline geliyor.

Bu durum, içeride "beni kimse tutamaz" yaklaşımını, dışarıda ise "çıkarımız bunu gerektiriyor" mantığını güçlendiriyor ve yeni hamlelere kapı açıyor; açmaya da devam edecek.

Muhalefet ise iki şeyi doğru okuyamadı:

  • Birincisi, kendi içindeki ileride sorun çıkarabilecek kişi ve gruplarla ilişkileri yönetmek;
  • İkincisi, dış faktörlerin iç siyasete etkisini görebilmek.

Daha tutuklanma dalgaları başlamadan, kendime yakın kanallarda katıldığım programlarda bu iki faktörü birkaç kez dile getirmiştim.

Hatırlıyorum, bir keresinde aynen şöyle demiştim:

Bugün, iktidarın kesinlikle yapamaz dediğiniz her şeyi, yarın iktidar size karşı yapacak. Çünkü dışarıdan gelen rüzgar iktidarın lehine; içeride ise şu Gürcü atasözünü unutmayın: Koyun hep kurttan beklemiş ama eceli çobandan gelmiş.
 


Bu makalenin ana konusu çerçevesinde, Türkiye dış siyaseti (bence aynı zamanda iç siyaseti de) açısından en kritik gündem maddesi olan Suriye meselesiyle ilgili olarak, aylardır yazdığım ve katıldığım yayınlarda dile getirdiğim gibi, yanlış hesap Bağdat’tan döner.

Eğer her şey eskisi gibi devam etseydi, ne Saddam giderdi ne de Esad.

Bu meseleye hep geriden gelen bir mantıkla yaklaşmak, belki şu anda "iç siyaseti dizayn etmek" için fırsat tanıyabilir; ancak diğer taraftan, bölgeye ilişkin "ön alıcı meşru müdafaa" siyaseti, "ön açıcı, toplumsal gerçekçilik" mantığına dönüşmek zorunda.

Bu, hem iç hem de dış etkenlerin dayattığı bir realite.

Bu bölgesel, hatta küresel sürece direnmek, sadece zaman ve kaynak kaybına yol açar.

Trump’ın Venezuela eksenli son konuşmasında verdiği mesajlar ise, bölgesel ve küresel anlamda "filmin hızlandırılacağını" gösteriyor.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU