Suriye'de Türkiye'nin meşru güvenlik endişeleri ve bölgesel istikrar

Dr. Osman Gazi Kandemir Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Esad rejiminin çöküşünden 9 ay sonra Suriye'de ortaya çıkan siyasi vakum, bölgesel güçlerin stratejik çıkarlarının kesiştiği kritik bir alan haline getirdi.

Mart 2025'te imzalanan entegrasyon anlaşmasının fiilen askıya alınması, Suriye'nin geleceğinin temel parametrelerini belirleyecek dört ana aktörün çelişkili hedeflerini netleştirdi.

Bu çerçevede Türkiye'nin ulusal güvenlik öncelikleri ile terörle mücadele kapsamındaki meşru endişeleri, Suriye'nin toprak bütünlüğü ve istikrarı açısından merkezi bir öneme sahip.


Türkiye'nin stratejik öncelikleri ve meşru güvenlik kaygıları

Türkiye'nin Suriye politikası, üç temel stratejik eksende şekilleniyor.

İlk olarak, PKK terör örgütünün Suriye uzantısı olarak değerlendirilen SDG'nin varlığı, Ankara için kabul edilemez bir güvenlik tehdidi oluşturuyor. Bu değerlendirme, 40 yıllık terör deneyiminin ortaya koyduğu somut verilere dayanıyor.

İkinci olarak, Türkiye sınırlarında barındırdığı 3.6 milyon Suriyeli sığınmacının güvenli ve gönüllü geri dönüşünü sağlamak zorundadır. Bu demografik yük, Türkiye'nin iç siyasi dengeleri ve sosyo-ekonomik yapısı üzerinde sürdürülemez bir baskı yaratıyor. SDG'nin kontrol ettiği bölgelerin istikrarsızlığı, bu geri dönüş sürecinin önündeki en büyük engeli teşkil ediyor.

Üçüncü olarak, Türkiye'nin yeni Şam yönetimiyle geliştirdiği stratejik ortaklık, bölgesel dengeleri yeniden şekillendirme potansiyeli taşıyor. Ağustos 2025'te imzalanan askeri işbirliği anlaşması, Türkiye'nin Suriye'nin toprak bütünlüğünü destekleme konusundaki kararlılığını gösteriyor. Bu yaklaşım hem Suriye halkının çıkarlarına hem de bölgesel istikrara hizmet ediyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Türkiye'nin 2025 yılında gerçekleştirdiği 58 operasyonel müdahale, terör unsurlarına karşı kararlı duruşunun bir tezahürü olarak değerlendirilmeli. Bu müdahaleler, uluslararası hukukun tanıdığı meşru müdafaa hakkı çerçevesinde gerçekleştirilmekte ve bölgedeki terör faaliyetlerinin önlenmesini hedefliyor.


Şam yönetiminin rasyonel tercihleri

Ahmad eş-Şara liderliğindeki yeni Suriye yönetimi, "tek devlet, tek ordu" prensibini benimserken oldukça rasyonel bir yaklaşım sergiliyor.

Ülkenin 10 yılı aşkın süren iç savaştan çıkabilmesi için merkezi otoritenin yeniden tesis edilmesi kaçınılmaz bir zorunluluk.

Şam yönetiminin SDG'den petrol sahaları, sınır kapıları ve havaalanlarının kontrolünü talep etmesi, devlet egemenliğinin temel unsurlarını geri alma çabası olarak değerlendirilmelidir.

Bu talep, uluslararası hukuk çerçevesinde tamamen meşru ve anlaşılır nitelik taşıyor.

Özellikle dikkat çekici olan husus, Şam'ın Arap aşiretleriyle kurduğu yakın ilişkiler.

Ukaydat aşiretinden Hüseyin El-Salama'nın istihbarat şefi olarak atanması, yeni yönetimin toplumsal tabandan destek alma stratejisini gösteriyor.

Bu yaklaşım, SDG'nin Arap çoğunluklu bölgelerdeki meşruiyet sorunlarını daha da belirginleştiriyor.


SDG'nin sürdürülemez pozisyonu

SDG, federalizmden "adem-i merkeziyetçilik" düşüncesine geçiş yapmasına rağmen temel talepleri değiştirmedi.

Ancak bu talepler hem Türkiye'nin güvenlik endişeleri hem de Suriye'nin toprak bütünlüğü açısından problemli görünüyor.

SDG'nin Suriye petrol üretiminin yüzde 90'ını kontrol etmesi, merkezi otoritenin ekonomik bağımsızlığını tehdit eden bir faktör olarak karşımıza çıkıyor.

Al-Omar, Al-Tanak ve Jafra sahalarında günlük 85.000 varil üretim kapasitesi, Suriye devletinin gelir kaynaklarının büyük bölümünün SDG kontrolünde olduğunu gösteriyor.

Mazlum Abdi'nin "zenginliğin adil dağıtılması şartıyla" yaklaşımı, esasen Şam yönetimiyle pazarlık pozisyonunu güçlendirme çabası olarak okunabilir.

Ancak bu yaklaşım, devlet egemenliği prensibiyle çelişmekte ve Suriye'nin toprak bütünlüğünü zedeleme riski taşıyor.

Temmuz 2025'teki Süveyda olayları, SDG liderliği için önemli bir uyarı niteliği taşıyor. Dürzi topluluğuyla yaşanan çatışmalar, etnik ve mezhepsel gerilimlerin ne kadar kolay alevlenebileceğini gösterdi.

Bu durum, SDG'nin çok etnikli yönetim modelinin sürdürülebilirliği konusunda ciddi soru işaretleri yaratıyor.


ABD'nin çelişkili politikası ve sonuçları

Washington'ın Suriye politikası, temel bir tutarsızlık sergiliyor.

Pentagon'un IŞİD karşıtı operasyonlar bahanesiyle SDG'ye yıllık 130 milyon dolar destek sağlaması, Dışişleri'nin "tek Suriye" söylemiyle örtüşmüyor.

ABD Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın "YPG, PKK'nın türevi" açıklaması, Washington'ın Türkiye'nin endişelerini anladığının bir göstergesi.

Ancak sahada devam eden destek, bu anlayışın politikaya yansımadığını gösteriyor.

Suveyda olayları sonrası ABD'nin SDG üzerindeki baskısını azaltması, Washington'ın kısa vadeli taktik çıkarlarını uzun vadeli stratejik hedeflerinin önüne koyduğunu düşündürüyor.

40 binden fazla IŞİD tutuklusunun güvenliği gerekçesi makul görünse de bu durum sonsuza dek sürdürülemez.

ABD'nin asıl sorunu, hem Türkiye gibi stratejik bir NATO müttefikini kayırmama hem de bölgedeki operasyonel varlığını sürdürme ikilemi yaşaması.

Bu çelişki, Suriye'deki istikrar sürecini olumsuz etkileyen en önemli faktörlerden biri.


İsrail'in fırsatçı stratejisi

İsrail'in Suriye politikası, klasik "böl ve yönet" stratejisinin modern bir uygulaması olarak değerlendirilebilir.

Suveyda'daki Dürzi koruma operasyonu, insani gerekçelerle örtülmüş stratejik bir hamle niteliği taşıyor.

Tel Aviv'in 1960-70'lerdeki "Çevre Doktrini"ni güncelleyerek Arap olmayan gruplarla ilişki geliştirme stratejisi, bölgedeki güç dengesini kendi lehine manipüle etme çabası olarak okunmalı.

İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar'ın Kürtlerle "doğal ittifak" çağrısı, bu stratejinin açık bir ifadesi.

İsrail'in temel hedefi, İran ve Hizbullah'ın Suriye'deki etkisini kırmak olsa da bunun için Suriye'nin parçalanmış kalmasını tercih ettiği görülüyor.

Güçlü ve birleşik bir Suriye devleti, İsrail'in bölgesel manevralarını sınırlayabilir.

Mazlum Abdi'nin "destek sunmaya istekli herkesten destek almaktan memnun oluruz" yanıtı, SDG'nin İsrail kartını devreye sokma isteğini gösteriyor.

Ancak bu yaklaşım, SDG'yi bölgesel kutuplaşmanın daha derin bir parçası haline getirme riski taşıyor.
 


Stratejik değerlendirme ve gelecek projeksiyonları

Mevcut denklemde, Türkiye'nin pozisyonu hem meşru güvenlik endişeleri hem de bölgesel istikrara katkı açısından en tutarlı yaklaşımı temsil ediyor.

Ankara'nın Şam yönetimiyle geliştirdiği işbirliği, Suriye'nin toprak bütünlüğünü destekleyen ve terör unsurlarını etkisizleştirmeyi hedefleyen rasyonel bir strateji.

SDG'nin mevcut pozisyonu sürdürülemez görünüyor.

Arap çoğunluklu bölgelerdeki artan direnç, Türkiye'nin kararlı tavrı ve Şam'ın alternatif güç odakları yaratma başarısı, SDG'yi zor durumda bırakıyor.

Grubun uzun vadeli varlığı, Türkiye'nin güvenlik endişelerini dikkate alan bir formülle mümkün olabilir.

ABD'nin çelişkili politikası, bölgedeki istikrarsızlığın devam etmesinin ana nedenlerinden biri.

Washington'ın ya Türkiye'nin meşru endişelerini tam olarak desteklemesi ya da SDG'ye verdiği desteği tamamen sonlandırması gerekiyor.

İsrail'in fırsatçı yaklaşımı ise bölgesel istikrar açısından olumsuz bir faktör olarak değerlendirilmeli.

Tel Aviv'in kısa vadeli taktik kazanımları, uzun vadede daha büyük güvenlik risklerine yol açabilir.

Bu çerçevede, en olası senaryo mevcut düşük yoğunluklu gerilimlerin devam etmesi. Ancak Türkiye'nin kararlı duruşu ve Şam'la geliştirdiği işbirliği, orta vadede dengeleri SDG aleyhine çevirebilir.

Bu süreç, bölgesel istikrar ve Suriye'nin toprak bütünlüğü açısından olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmelidir.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU