Suriye'de jeopolitik rota değişimi: İdeolojik güvenlikten harita mühendisliğine

Dr. Osman Gazi Kandemir Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Esad gitti, harita tartışması kaldı

2024 sonunda Esad rejiminin ani çöküşü, Suriye'de sadece bir siyasi dönemin kapanışı değil; bölgesel güç mücadelelerinin yeni perdesinin açılışı oldu.

Kimi gözlemciler için bu gelişme bir "bahar sonrası bahar" anlamına gelirken, bölgeye hâkim olan daha gerçekçi çevreler için asıl savaş yeni başlıyordu. 

2025'in ilk aylarında Ahmed eş-Şara'nın geçici hükümetin başına getirilmesiyle birlikte, başta Batılı aktörler olmak üzere pek çok çevre bu geçişi bir "fırsat penceresi" olarak değerlendirdi.

Ancak çok geçmeden ortaya çıkan jeopolitik savrulmalar, bu sürecin ideolojik kamplaşmalardan bağımsız yürümeyeceğini ortaya koydu.

Artık mesele Suriye'nin nasıl bir rejimle yönetileceğinden çıktı; hangi kimliğe, hangi ittifaka ve hangi ideolojik eksene yerleşeceği sorusuna dönüştü.


Yeni Suriye için eski aktörler: ABD, Fransa, Türkiye ve İsrail

Suriye'nin yeniden kurulma sürecinde klasik aktörler yeniden sahaya indi.

ABD, ilk etapta Türkiye'nin tezlerine yakın durarak PKK/YPG'nin Suriye Demokratik Güçleri (SDG) aracılığıyla sistem içine entegre edilmemesi gerektiğini belirtti.

ABD'nin özel temsilcisi Tom Barrack'ın "PKK/YPG neyse SDG'de odur" açıklaması, Ankara tarafından diplomatik bir zafer olarak görüldü.

Türkiye'nin üniter yapı ısrarı, bu süreçte Batı basınında bile karşılık buldu.

Fransa ise her zamanki gibi daha temkinliydi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

"Üniter ama çoğulcu" bir Suriye vurgusu yapan Paris yönetimi, Dürziler, Hristiyanlar ve Kürtlerle olan tarihsel bağlarını yeniden aktifleştirdi.

SDG ile ilişkilerini geliştirdi, yerel meclislerle anayasal reformlar konusunda görüşmelere başladı.

Ancak en dikkat çekici aktör, alenen sahada görünmese de tüm denklemleri etkilemeyi başaran İsrail oldu.

Özellikle 7 Temmuz 2025'te Netanyahu'nun Washington ziyaretinden sonra ABD'nin Suriye politikasında görülen ani ton değişimi, sürecin arka planında İsrail'in güvenlik ajandasının belirleyici olmaya başladığını gösterdi.


Rota değişiyor: Diplomatik söylemden koşullu müdahaleye

Temmuz 2025'te Tom Barrack'ın yaptığı yeni açıklamalar artık "dostane öneriler" değil, adeta örtülü uyarılar içeriyordu.

Şara'dan daha kapsayıcı olması istenirken, "aksi halde parçalanma riskiyle karşı karşıya kalacağı" da belirtildi.

Aynı açıklamada Şara'ya İsrail ile diyaloğa açık olması önerildi.

Bu söylem değişikliğinin arkasında yeni bir stratejik yönelim olduğu konusunda artık şüphe yoktu.

Bu dönemde:

  • ABD, Şara hükümetine yönelik yaptırımları gevşetti,
  • Fransa, SDG ve azınlıklar üzerinden yeni anayasal kanallar kurmaya başladı,
  • İsrail ise Süveyda'daki Dürzi gruplarla derin ilişkilere girdi ve SDG içinden bazı unsurlarla temas kurdu.

En dikkat çekici gelişme ise PYD'nin sözde komutanı Mazlum Abdi'nin İsrail'den doğrudan destek talep etmesi oldu.

Bu talep, PYD'nin artık sadece bir vekil güç değil, bölgesel pazarlıkta kart olarak kullanılabilecek "jeopolitik bir varlık" haline geldiğini gösterdi.


Şara'nın kimliği: Batı için geçici, İsrail için tehlikeli

Ahmed eş-Şara'nın liderliğe getirilmesi, özellikle ABD ve Fransa tarafından "teknokratik geçiş" olarak lanse edilse de İsrail bu gelişmeye mesafeli yaklaştı.

Bunun nedenlerinden biri, Şara'nın geçmişte Türkiye ve Katar'la kurduğu sıcak ilişkiler ve Müslüman Kardeşler'e yakın çevrelerle olan temasıydı.

İsrail için bu, 2012 sonrası Mısır senaryosunun Suriye'de tekrarlanması anlamına geliyordu: Siyasi İslam'ın demokratik yöntemlerle iktidara gelmesi ve ardından anti-İsrail çizgi izlemesi.

Netanyahu'nun Şara'yı El Kaide ile ilişkilendirmeye çalışması, bu endişenin dışa vurumuydu.

Bu, Şara'nın temsil ettiği potansiyel ideolojik ekseninin meşruiyetini kırma çabasıydı.

Bu noktada karşımıza "ideolojik güvenlik tehdidi" kavramı çıkıyor: Artık ülkeler, sadece fiziki sınırlar değil; siyasi kimlikler ve ideolojik tercihler üzerinden de tehdit algılıyor.


Fiilî bölünme: Suriye'nin federal kodları

Suriye, beyinlerde adeta fiilen 4 ana bölgeye ayrılmış durumda.

Bu ayrım coğrafi olmanın ötesinde; mezhepsel, etnik ve ideolojik.

  1. Kuzeydoğu: SDG bölgesi: Türkiye sınırı boyunca uzanan bu yapı, Kürtlerin azınlıkta olduğu ama Hristiyan ve Arap unsurlarla genişletilen bir yarı özerk yönetim formuna dönüşmüş durumda. ABD ve Fransa'nın desteklediği bu bölge, Türkiye için hem doğrudan güvenlik tehdidi hem de ideolojik kırmızı çizgi anlamına geliyor. 
     
  2. Batı kıyısı: Alevi-Hristiyan koridoru: Lazkiye–Tartus hattı, Esad sonrası Alevi topluluklarının çekildiği güvenli bölge haline geldi. Esad'ın devrilmesinden sonra meydana gelen olaylar, bu bölgede güvenlik endişelerini tetikledi. Fransa'nın tarihsel nüfuz alanı olan bu kuşak, Nusayriler, Maruniler ve Ermeniler gibi azınlıkları içeriyor. Bu bölge, İsrail için de bir dengeleyici kuşak işlevi görebilir.
     
  3. Güney: Dürzi yapılanma: Suveyda'dan Golan'a uzanan bölgede Dürzi unsurların yoğunlaştığı bir alan oluştu. İsrail bu hattı hem Golan güvenliği hem de Hizbullah'a karşı bir "etnik tampon" olarak yeniden inşa etmek istiyor. Fransa da bu bölgeyle yakından ilgileniyor. Son olaylar bu bölgeyi de kendi içine kapatmış görünüyor. 
     
  4. Merkez: Zayıflatılmış Arap Suriye'si: Halep, Humus ve Şam ekseninde şekillenmesi planlanan Arap Suriyesi, denize çıkışı olmayan, zayıf, dış desteğe bağımlı bir yapı halinde kurgulanıyor. Şara hükümeti bu alanı temsil ediyor.
     


Büyük soru: Lübnan da Bu yapıya dahil edilecek mi?

Yeni bir tartışma da giderek gündeme geliyor:

Arap Suriyesi'ne Lübnan da entegre edilebilir mi?


ABD'nin Ankara Büyükelçisi Thomas Barrack'ın Şam merkezli bir "Yeni Eyalet Modeli"nden söz etmesi, Osmanlı dönemindeki Şam Vilayeti'ni hatırlattı.

Tepkiler üzerine sonradan "yanlış örnekleme" veya "dil sürçmesi" gibi düzeltilmeye çalışılan bu ifade, Lübnan'ın bu yapıya dahil edilmesinin de düşünülmüş olduğunu gösteriyor.

Bu durum pratikte hem Arap Suriyesi'nin denize çıkışı sorununu çözüyor, hem de İsrail için daha dağınık ve yönetilebilir bir kuzey komşu profili oluşturuyor.

Netanyahu'nun 7 Ekim 2023 sonrası yaptığı "Ortadoğu'da haritalar değişecek" açıklaması da bu senaryoyu doğrular nitelikte.

Eğer Golan'dan Lübnan güneyine kadar uzanan yeni bir etnik/dini hat kurulursa, bu İsrail için güvenli, Batı için kontrol edilebilir, Türkiye içinse son derece riskli bir yeni Ortadoğu haritası olur.


Türkiye ve İsrail: İki devlet arasındaki güven kaybı diplomasiye engel mi?

Son dönemde ortaya çıkan İbrahim Kalkanı Planı'nda Türkiye henüz muhasım konumuna geçmemiş olsa da Katar'la birlikte "Müslüman Kardeşler'e ve Hamas'a destek" sebebiyle "gri" kodlanmış durumda. (Bu konuyu daha önce anlatmıştım.)

Özellikle Fransa merkezli görüşmelerde Türkiye'nin görünür olmaması böylece sebebini buluyor. 

Bu noktada kritik bir soru ortaya çıkıyor:

Türkiye ile İsrail arasında bu yeni düzlemde arka kapı güvenlik mutabakatı oluşabilir mi?

Diplomasi her ortamda sürdürülen/sürdürülmesi gereken bir faaliyet.

Devletler arasında dostluk veya düşmanlık geçici süreler içindir. Esas olan menfaatlerdir. 

Türkiye için temel mesele SDG'nin meşruiyet kazanmasının önlenmesi.

İsrail için ise Müslüman Kardeşler benzeri yapıların Suriye'de etkili olmaması.

Eğer Türkiye, Şara'yı frenleyip İsrail'in güvenlik ihtiyaçlarını garanti altına alırsa; İsrail, SDG üzerindeki nüfuzunu Türkiye lehine kullanabilir.

Bu senaryo, gizli bir güvenlik takası üzerinden yeni bir denge kurma ihtimalini doğurur.

Elbette sahadaki güç dengesi bu diplomasinin ne kadar işe yarayacağını belirleyecektir.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU