İsrailli istihbaratçı generalin gözüyle İran'ın bugünü ve yarını

Faik Bulut Independent Türkçe için yazdı

General Amos Yadlin / Fotoğraf: Flash90

Yazımızın konusu olan General Amos Yadlin, 2006-2010 yılları arasında İsrail askeri istihbarat teşkilatında (AMAN) komutanlık yapmış bir kişidir.

Sina Necef Çölü'ndeki Yahudi yerleşim biriminde doğan (1951) Yadlin, 1970 yılında mecburi askerliğini yapar, eğitim sonrasında hava subayı olarak seçilir.

Ekim 1973 Arap-İsrail savaşına hava kuvvetleri mensubu olarak bombalama faaliyetine katılan Yadlin 1979'da uçak filosu komutanlığına terfi eder.

Ardından hava üssü komutanlığını üstlenir. 2006 yılında askeri istihbarat şefi olarak tayin edilir. Bu görevini 2010 yılına kadar sürdürür.

İsrail ve ABD'deki yüksekokullarda uzmanlık eğitiminden geçen Amos Yadlin, hem askeri kurumdaki hizmetleri sırasında hem de sivil hayatında stratejik konulardaki söyleşi ve makaleleriyle tanınmaktadır.
 


Munk Tartışmaları platformu nedir?

Yadlin, "Munk Tartışmaları" (The Munk Debates) isimli bir düşünce (think tank) kuruluşunun faal katılımcısıdır.

Kanada merkezli madencilik şirketi Barrick Gold'un kurucusu Peter Munk ve eşi Melanie Munk'un kurdukları Aurea Vakfı tarafından yönetilen bu düşünce kuruluşu, Kanada'nın Ontario eyaletine bağlı Toronto'da önemli politik meseleler üzerine altı ayda bir tartışma platformu düzenlemektedir. 

Tartışma dizisi, 2008 yılında Munk ve tartışmaların çoğunun moderatörlüğünü yapan Rudyard Griffiths tarafından hayata geçirilmiştir.

Munk Tartışmaları, popülerliğini kanıtladıkça daha büyük mekânlarda ve giderek artan sayılarda düzenleniyor.

Biletler halka açık olarak satılıyor; satışa çıktıktan kısa bir süre sonra da tükeniyor.

Her tartışmadan önce ve sonra izleyiciler arasında bir anket yapılıyor.

Tartışmanın galibi, bir görüşten diğerine geçmeye ikna edilen kişi sayısına göre belirleniyor.

CBC Radyosu'nun Ideas programında ve CPAC'de yayınlanmış olan bu tartışmalar BBC ve C-SPAN gibi uluslararası yayın kuruluşlarınca da kamuoyuna sunuluyor.
 

General Amos Yadlin
General Amos Yadlin

 

General Amos Yadlin (İsrail), Pulitzer Ödülü alan ünlü siyasi yorumcu ve sendikacı Charles Krauthammer (ABD), CNN TV kanalında konuk sunucu Fareed Zakaria ve İran asıllı Vali (Veli) Nasr da İran ve geleceği hakkında gerçekleşen tartışmalardan birine katılmışlardır.

İlaveten, "Can the World Tolerate an Iran with Nuclear Weapons? The Munk Debate on Iran" (Dünya, Nükleer Silahı Olan İran'ı Hoş Görebilir mi?) başlıklı kitap Yadlin tarafından derlenerek piyasaya sürülmüştür. 

Tartışmaların muhtevası şöyle özetlenebilir:

İsrail ve Batılı güçler ile İran arasındaki gerginliğin ana sebebi; İslam Cumhuriyeti'nin zenginleştirilmiş uranyum programını geliştirip nükleer silah elde etme projesine başlamasıdır. Ancak, ‘Munk Tartışmaları' kapsamında ele alınan bu konu hakkında görüş birliği sağlanamamış; farklı varsayımlar üzerinde durulmuştur.

Kimilerine göre İsrail, kendini koruma adına İran'a önleyici vuruşlar yapmalıdır. Çünkü İran'da üretilecek nükleer silah zaten patlamaya her an hazır konumdaki Ortadoğu'da aklına gelen her devletin nükleer silah üretme girişiminde bulunacağı bir ortam yaratacak ve İsrail'in güvenliği ciddi biçimde tehlikeye girecektir. Ek olarak petrol/enerji hatları ve ulaşımı da benzer tehlikelere maruz kalacaktır.

Diğer bir kesime bakılırsa; İran'ın nükleer silah sahibi olması, aslında Ortadoğu bölgesinin en çok ihtiyaç duyduğu istikrarı getirecektir. Çünkü önceki tecrübeler şunu göstermiştir: Muhtemel bir nükleer savaş tehdidi, konvansiyonel çatışmaları riskli hale getirmektedir. Bu da çatışmama dengesini sağlamaktadır. 

Farklı bir kesime göre ise; İsrail'in İran'a saldırması halinde bu ülkede ‘Arap Baharı' benzeri kitlesel ayaklanmalara yol açarak Ortadoğu'daki yerleşik gerici güçlerin tekrar devreye girip güçlenmelerini sağlayabilecektir.

 

Munk Tartışmaları sonucu derlenen İran hakkındaki kitap
Munk Tartışmaları sonucu derlenen İran hakkındaki kitap

 

Milli güvenlik ve benzeri alanlarda uluslararası ölçekte hizmet-eğitim veren "Mind Israel" (İsrail Aklı) isimli şirketin de patronu olan Amos Yadlin, İran'ın mevcut konumu ve geleceği hakkındaki ilginç değerlendirmeler yapmakta. 

Orijinal yazı ABD merkezli olup iki ayda bir yayımlanan siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve ekonomi gibi konuları ele alıp işleyen Foreign Affairs dergisinin 11 Temmuz 2025 tarihli nüshasında çıktı.

Londra merkezli olup Suudi Arabistan sermayesiyle yayımlanan Independent Arabia internet gazetesi, adı geçen makaleyi Arapçaya çevirip 15 Temmuz 2025 tarihinde "İran sonrası Ortadoğu Dönemi" (عصر ما بعد إيران في الشرق الأوسط) başlığıyla yayımladı. 

Yazıyı her iki dilde karşılaştırmalı biçimde okuduktan sonra özetlediğimiz analiz, günümüzde hâlâ tartışılan "ABD ile İsrail, İran'a yeniden saldıracak mı?" veya "İran, kendini toparlayıp karşı saldırıya mı geçecek yoksa müzakere masasına mı oturacak?" sorularının belli ölçülerdeki yanıtı gibidir.


ABD ve İsrail, nasıl bir İran istiyorlar?

Doğal olarak bu değerlendirme İsrail eksenli olup sadece analizdir.

Makalenin girişi, yaklaşık 50 yıl önce dönemin sağcı Başbakanı Menahim Begin'in ibaresiyle başlamaktadır:

İsrail, kendisini yıkıma götürecek hiçbir devletin nükleer silaha sahip olmasını hoş görmeyecektir!


Begin'in siyasi tilmizi ve mirasçısı Binyamin Netanyahu, 13 Haziran'da bu taahhüdü yerine getirmek üzere harekete geçmiştir.

İsrail uçakları İran'ın belli bölgelerdeki nükleer tesislerini bir hafta boyunca bombalamış; "Yükselen Aslan" adıyla başlatılan operasyonlar sonucu onlarca mıntıkaya dağılmış askeri hedefler tahrip edilmiştir. 

1981 yılında Irak ve 2007'de Suriye'deki nükleer reaktörleri benzer tarzda imha edilmiştir.

Ancak İran'ın nükleer programı Irak ve Suriye'dekinden daha gelişkin olduğundan; tesisler yüzölçümü hayli büyük ülkenin farklı mıntıkalarında hatta metrelerce yerin altına inşa edildiğinden ve ileri teknolojik savunma sistemleriyle korunduğundan istenilen sonuç elde edilememiştir. 

Geliştirilmiş nükleer programına rağmen İran geçen yıl oldukça zayıf bir konuma düşmüştür.

Çünkü bölgedeki vekilleri (Hamas ve Hizbullah gibi) ve müttefikleri (Suriye'de Esad rejimi) çökertilmiştir.

Ülkenin hava savunma sistemi de dışarıdan yapılan saldırılar karşısında yetersiz kalmıştır.

Bu durum, ABD ile birlikte harekât planı yapan İsrail'in dünyada ilk defa kullanılan ultra modern uçaklarla İran'ın nükleer merkezlerine saldırmasına yol açmıştır.

Hepsinden daha önemlisi bahsedilen askeri operasyon, bölgede diplomatik girişimin zeminini hazırlamıştır.

Onlarca yıldan buyana, İran hiç böylesine güçsüz ve zayıf bir konuma düşmemişti.

Bu sayede İsrail ve ABD, İslam Cumhuriyeti yönetimiyle anlaşma fırsatını yakalamıştır.

Zaten diplomasi nükleer silah programının sona erdirilmesinin en iyi yolu değil midir?

Belki de bu yol, gelecekte bölge ölçekli kapsamlı bir siyasi çözüm için masaya oturmanın çerçevesini de belirleyecektir.


İsrail'in iki gerekçesi

İsrail'in nükleer tesislere saldırmasının birkaç ana gerekçesi vardı:  

İsrail istihbarat uzmanlarına göre İran, sürekli ülkelerini vurmakla tehdit ediyordu.

Elinde nükleer silahlarla 3000 ile 800 kadar balistik füze vardı.

Ayrıca Tahran, yüzlerce SİHA ve füzeyi İsrail'i vurmak için göndermişti. Üstelik de Filistin'deki Hamas örgütünü destekliyordu. 

Hamas (Filistin), Hizbullah (Lübnan) ve Suriye rejiminin çöküşü İran'ın siyasi-askeri konumunu zayıflattı.

2024 yılındaki İsrail saldırıları ise İran'ın savunma sisteminin yetersizliğini ortaya çıkardı.

İsrail, İran'ın 2500 balistik füzesinden 1000 kadarını imha etti.

450 füze rampasından yaklaşık 200'ünü devre dışı bıraktı.

Elindeki THAD ve benzeri savunma sistemi sayesinde İran'dan fırlatılan 600 füzenin yüzde 85'ini, 1000 kadar SİHA'nın yüzde 99,5'ini devre dışı bıraktı. 


Saldırı sonuçları ne oldu?

İran'a yönelik İsrail ve ABD saldırılarından nasıl bir sonuç alındığı hususu hâlâ tartışmalıdır.

ABD Başkanı Donald Trump'a bakılırsa, hedef alınan nükleer merkezler tamamen tahrip edilmiştir.

Amerikan İstihbarat Teşkilatı (CIA) raporlarından sızan bilgiler ise saldırının İran'daki nükleer programın sadece birkaç ay gecikmeye yol açtığını göstermektedir. 

Bu durumda İran'ın elinde birden fazla seçenek bulunuyor:

  1. ABD ile müzakere masasına oturabilir.
  2. Nükleer silah üretmek için programını hızlandırabilir.
  3. İki tercih arasında bir tutum takınabilir.
  4. Oyalama taktiği yoluyla İsrail veya ABD yönetimleri değişinceye kadar zaman kazanma yoluna gidebilir.
  5. Nükleer programının barışçıl ve sivil amaçlar için kullanıldığını ileri sürüp karşı tarafı ikna edebilir. 


Her ne olursa olsun İran'a şiddet ve silahla saldırmak değil de diplomatik yöntemler kullanarak barışı sağlamak her zaman için ideal ve başarılı bir tercihtir.

Aksi bir politika yani askeri seçenek içinde büyük risk ve tehlikeleri barındırabilir. 

Bu durum İran'ın nükleer silaha sahip olma hırsını İsrail ile ABD'nin engelleyebilmesi anlamına gelmez.

İran ile varılacak nükleer silah üretimini durdurma anlaşması, bölgenin gelecekteki yapısını biçimlendirmeyi de kapsamalıdır.

Bağlantılı olarak İran'ın bölgedeki silahlı örgütlerle (Hamas, Hizbullah, IŞİD) alakasını kesmesi; İsrail'in Golan tepelerindeki egemenliğini kabullenmesi, ateşkeslerle başlayıp barış imzalaması lazımdır.

İstihbaratçı General Amos Yadlin konunun askeri-siyasi mantığını şöyle gerekçelendirmektedir:

Nükleer silah üretilmemesi hususunda İran ile yapılacak müzakereler, Trump'ın deyimiyle ‘Güç kullanma sürecinde barış' kuralına uygun şekilde askeri hamlelerle desteklenmelidir!


Yukarıda geniş özetini verdiğimiz söz konusu değerlendirmeye göre ise ABD-İsrail ikilisinin gelecekte nasıl bir İran ve onunla bağlantılı nasıl bir Ortadoğu tasarladıklarının resmi çizilmektedir. 


İran ne diyor?

Peki, İran ABD-İsrail ikilisinin arzusunu yerine getirebilecek mi? Teorik olarak sanmıyoruz. Çünkü prensipte uzlaşma ve mutabakatı reddetmeyen İranlı yetkililer, farklı beklentilere göre hazırlanıyorlar.

Nitekim, İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed Rıza Arif, 18 Ağustos 2025 tarihinde başkent Tahran'da buluşması münasebetiyle yaptığı konuşmada şöyle diyor:

İsrail ile çatışma her an yenilenebilir. Geçen haziran ayından beri uygulanmakta olan ateşkes fazla sürmeyebilir. Buna hazırlıklı olmalıyız. Ateşkes gölgesinde gevşeyip beklemek yerine saldırganların hücumlarını önleyebileceğimiz bir duruma hazırlanmalıyız!


Bu konuşmadan bir gün önce ise ülkenin ruhani lideri Ali Hamaney'in askeri danışmanı ve Devrim Muhafızları (Pasdaran) ordusunun eski komutanı Yahya Rahim Safavi şöyle diyordu:

Şimdi ateşkes döneminde değiliz. Tersine, savaş aşamasındayız ve ateşkes her an bozulabilir! Ateşkes demek çatışma ve muharebenin durmuş olması demektir. Bu da duruma, vakte ve ana göre değişebilir. Çünkü ateşkes hususunda herhangi bir protokol, kaide, kural ve mutabakat adına İsrail veya ABD ile aramızda hiçbir şey yoktur!


Görünen o ki barış rüzgârları esmiyor henüz; tam tersine savaşın kara bulutları toplanmakta.

Her halükarda oturulacak olan masada, sanırız tarafların bir kez daha silah, şiddet ve çatışma imtihanıyla sınanmaları gerekecek!

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU