Bahtiyar Aydın suikastı aydınlatılacak (mı?!.)

Fatma Bostan Ünsal Independent Türkçe için yazdı

Necip Hablemitoğlu suikastı ile ilgili hem yargının harekete geçmesi hem de kamuoyunda konunun çok çeşitli çevreler tarafından irdelenmesi güvenlik bürokrasisinde çeteleşmiş grupların muhtemel rollerine dikkatimizi çekmişti.

Daha Necip Hablemitoğlu suikastı ile ilgili tartışmalar devam ederken, birkaç gün önce, Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın cinayeti ile ilgili olarak 9 Ağustos 2022'de, 26. Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ'un tanık olarak ifadesine alınacağını öğrendik.  

Hatırlanacağı gibi, Diyarbakır Jandarma Komutanı Bahtiyar Aydın, 22 Ekim 1993'de 'çatışma var' diye çağrıldığı Lice'de, jandarma komutanlığı bahçesinde helikopterden indiği sırada keskin nişancı tarafından öldürülmüştü.

Bahtiyar Aydın suikastı ile ilgili yargının bu adımı, elbette kamuoyunun desteği ile, Jandarma Genel Komutanı iken 17 Şubat 1993'de bindiği uçağın şüpheli şekilde düşmesi sonucu ölen Orgeneral Eşref Bitlis, yine aynı yıl Binbaşı Cem Ersever'in öldürülmesi, daha sonra da bir suikasttan kurtulsa da 12 Ağustos 1995'de öldürülen Albay Rıdvan Özden gibi diğer şüpheli ölüm veya suikastları de aydınlatma kapasitesine sahip olabilecektir. 


Bilindiği gibi, Bahtiyar Aydın'a yönelik suikast ve sonrasında çıkan olaylarda Lice'de diğer sivillerle beraber 16 kişinin öldürülmesi, pek çok soru işareti barındırmasına rağmen, ayrıntılı bir soruşturma yapılmadan PKK suçlanarak geçiştirildi.

Bu olaylar sırasında ilçe merkezinde 400 ev ve 242 dükkanın yakıldı, 13 bin olan Lice nüfusu 2 bin 500'e kadar düştü.

Olaydan 20 yıl sonra, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı bir iddianame hazırladı ve Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nin bu iddianameyi kabul etmesi ile Lice Davası 2013'de başlayabildi.


Yine bir suikast sonucu hayatını kaybeden dönemin Diyarbakır Baro Başkanı merhum Tahir Elçi de bu davanın avukatı olarak dosyanın oluşturulmasına büyük emek vermişti.  

İddianameyi hazırlayan Cumhuriyet Savcısı Osman Coşkun, "olayın PKK tarafından yapıldığına dair delil bulunmadığını" belirtmişti.


Gerçekten hem davanın tanıkları hem de pek çok resmi yetkili olay günü olan 22 Ekim'de Lice'de herhangi bir çatışmanın olmadığını belirttikleri için, resmi görevliler asıl şüpheli olarak geçiyordu iddianamede.

Güvenlik gerekçesi ile dava "sürgüne", İzmir'e gönderildi. 1 Nisan 2015 yılında İzmir 1. Ağır Ceza Mahkemesinde emekli Albay Eşref Hatipoğlu ve emekli Üsteğmen Tünay Yanardağ ilk kez yargı önüne çıktı, haklarında ağırlaştırılmış müebbet ve 24 yıla kadar hapis cezası isteniyordu.

Davanın ilk duruşmasında sanık avukatının "soruşturma izni alınması" gerektiğini söylemesi üzerine yargılama durduruldu.

HSYK'nın soruşturma iznine gerek yok demesi üzerine yargılama devam etmiş ise de 2018 yılında, Eşref Hatipoğlu hakkında kesin delil olmadığı için beraat istendi; Tünay Yanardağ hayatını kaybettiği için hakkındaki davanın düşürülmesi talep edildi, mahkeme de bu yönde karar verdi.

Bölge İstinaf Mahkemesi de bu yönde karar verdi. Davanın seyri Yargıtay aşamasında birdenbire değişti.


Başlangıçta hakkında ağırlaştırılmış müebbet cezası istenen Albay Eşref Hatipoğlu 7 Ağustos'ta vefat ettikten iki gün sonra, yani 9 Ağustos'ta, Yargıtay Başsavcılığı davayla ilgili bozma talebinde bulundu ve olayın hemen ertesinde Lice'ye giden dönemin Asayiş Kolordu Komutanı Hakan Kundakçı ve yardımcısı İlker Başbuğ'un tanık sıfatı ile ifadesinin alınmasını istedi.

Gerçi davanın iki sanığı da vefat ettiği için sanıklara yönelik bir cezalandırma söz konusu olmayacak ama bu olayın aydınlatılması, güvenlik bürokrasisi içindeki varlığı bir kabul edilip bir inkar edilen JİTEM gibi grupları, güvenlik bürokrasi içinde Kürt meselesi ve asayiş sorununa yaklaşım farklılıkları, Uğur Mumcu'nun öldürülmesine kadar giden pek çok olayla ilgisinin ortaya çıkarılmasına hizmet edebilir.


Aynı şekilde, kirli ilişkileri Susurluk kazasında ortaya saçılan bu grupların kendileri üzerine gelinmesin diye çok iyi organize ettikleri 28 Şubat sürecinde basına verdikleri andıçlarla Cengiz Çandar gibi barış isteyen saygın gazetecileri itibarsızlaştırarak gazetelerinden atılmasına sebep olmaları, uyuşturucu ticaretine bulaşan güvenlik bürokrasisi... gibi pek çok olay ile de irtibatı ortaya çıkabilir.

Sedat Peker'in ifşa ve itirafları, Mehmet Eymür gibi önceki MİT görevlilerin ifadeleri ile zaten bir şekilde özellikle muhalif kamuoyunun gündemine gelmişti bu konular, şimdi yargının bu adımı ile tüm Türkiye kamuoyuna hitap edecek bir zemin söz konusudur. 


Binlerce insanının faili meçhul bir şekilde ölmesine ilave olarak orgeneral, tuğgeneral, albay, binbaşı rütbesine sahip yetişmiş askerlerinin şüpheli şekilde hayatını kaybetmesi ile Türkiye'nin yüzleşmesi ve daha ziyade güvenlik bürokrasisi içinde olsa da asla bununla sınırlı olmayan, basın ve siyasi partiler, sivil toplum dahil pek çok alanda olduğu görülen bir grubun çeteleşerek sorunları kangren haline getirmesinden kurtulması gerekiyor.

Bahtiyar Aydın suikastı ile ilgili Yargıtay Başsavcısının İlker Başbuğ ve Hakan Kundakçı'nın ifadesine başvurması umarız bu amaca hizmet eder.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU