Tolstoy'un Müslümanlara çağrısı neydi?

Bülent Şahin Erdeğer Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Yazdığı eserler klasikler arasında yer alan, dünya edebiyatının önemli isimlerinden Lev Nikolayeviç Tolstoy sadece edebi kimliğiyle değil, aynı zamanda siyasi ve dini görüşleriyle de önem arz eder.

Tolstoy, kurumsal dini kurumlara karşı olmakla birlikte tek tanrıcılığa (monoteizm) dayalı eşitlikçi bir toplum idealini savunur. Rusya'da bu sebeple Ortodoks Kilisesi ile yıldızı hiç barışmaz.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Tolstoy, 1910'da vefat edene kadar birçok dini araştırır, dini ve siyasi önderle iletişime geçer.

Onlardan biri olan İslâm dünyasında yenilikçi ve ıslahatçı fikirleriyle tanınan Ezher Şeyhi Muhammed Abduh ile mektuplaşmalarını daha önce sizinle paylaşmıştım.

Önceki makalemizde Tolstoy'un dini anlayışının Kur'an'ın temel mesajıyla örtüştüğünü; dolayısıyla kültürel bir kimlik tercihi bağlamında ne ile adlandırıldığının değil fiilen nasıl bir dini/varoluşsal tercihte bulunduğunun anlamlı olduğunu belirtmiştim.

tolstoy.jpg
Resim: Ilya Repin (1901)

Dostum Turan Kışlakçı kardeşimiz İstiklal Gazetesindeki köşesinde 6 Temmuz 2022'de kaleme aldığı "Tolstoy'un Müslümanlara Mektubu" başlıklı yazı ile Tolstoy'a ait bir mektuba dikkatleri çekti. 

Tolstoy mektubunu Osmanlıca yayımlanan ve İslâm dünyasında teveccüh gören Teârüf-i Müslimîn (Müslümanların Tanışması) dergisine göndermiştir.

Derginin Tolstoy'a ilgisi bununla da sınırlı değildir. Tolstoy'un Ortodoks Kilisesi ile olan tartışması da "Kont Tolstoy'un Sen-Sinod Mahkemesine Cevaben Yazdığı Bir Mektup" başlığıyla iki sayıda Osmanlı Türkçesine tercüme edilmiştir. 1 

Dergiyi Rusya Türklerinin ilk siyasî temsilcisi, İslâmcı gazeteci-yazar, seyyah Abdürreşid İbrahim (1857-1944) 1910'da İstanbul'da Ahmed Taceddin'le birlikte 32 sayı çıkartmıştır.

2.jpg
Abdurreşid İbrahim, 1910
(Diyanet İslam Ansiklopedisi)

Adından da anlaşılacağı üzere dergi İslam dünyasındaki halkların birbirleriyle iletişimlerini güçlendirmek, kültürler arası ilişkileri geliştirme hedefiyle yayın yapmaktaydı.

Abdürreşid İbrahim, Musa Carullah Bigiyef ile sıkı bir öğretmen-öğrenci ilişkisindeydi.

İbrahim'in hayatının Almanya-Rusya/Sibirya-Osmanlı ve Japonya gibi çok geniş bir coğrafyada bir kültürel, ilmi ilişki ağı kurduğunu da belirtelim.

İşte Tolstoy'un söz konusu mektubu bu geniş networkün bir parçası olarak arşivlere geçmiştir. 
 

3.jpg
Teârüf-i Müslimîn - 1. Cilt 12. Sayı Eylül 1910 
Kaynak: İlmi Etüdler Derneği (İLEM) İslamcı Dergiler Projesi (İDP)

 

"Kont Leon Tolstoy'un Mektubu" başlığıyla Teârüf-i Müslimîn dergisinin 3 Eylül 1910 tarihli 1. Cilt 12. sayısının 190. sayfasında yayımlanan mektubun metnini günümüz Türkçesi ile herhangi bir yorum ya da değerlendirme eklemeksizin aktarmaya çalıştım.

Osmanlıca metni çözerken yardımcı olan Tuba Pal kardeşime de teşekkür ederim.

Mektubun tam metni şöyle:

Kont Leon Tolstoy'un mektubu

Müslümanlar arasında faaliyet gösteren "Allah Alayı" ya da "Veysi" (Vaisovcu) olarak adlandırılan bir hareket vardır. Temel inançlar dışında kurumsallıktan kaçınmaları bu hareketin doğruluğuna bir delildir.

Dinler arasında en son din olması hasebiyle İslâm dinine diğer dinlere kıyasla bid'at ve hurafelerin daha az eklendiğini de belirtmek gerekir.

Tüm bunlarla birlikte, insanlığa eklenen hurafelere öfke duyan herkes çocukluğunda hangi din üzerinde eğitim gördüyse dinini ani bir tepkisellikle reddetmemeli, mümkün ölçüde mensubu olduğu dinin yüce değerlerinin üzerine yığılan hurafelerden eklenen bid'atlerden ayıklamaya çalışmalıdır. 

Kur'ân'da gayet yüce ve mutlak hakikatlere dayanan sözler mevcuttur.

Bir de Hazreti Muhammed'in hadislerini bir araya getiren, İngilizce yazılmış, bir eser Hindistan'da yayımlanmıştır.  

Bu eserin en önemli bölümleri tarafımdan Rusça tercüme ve bazı noktaları izah edilip Posrednik Yayınevi'ne verilmiştir.  

Kont Leon Tolstoy,
Yasnaya Polyana.

 

4.jpg
Mektubun Osmanlıca matbu aslı. Teârüf-i Müslimîn - 1. Cilt 12. Sayı, sf. 190, 3 Eylül 1910 
Kaynak: İlmi Etüdler Derneği (İLEM) İslamcı Dergiler Projesi (İDP)

 

Mektup bize ne anlatıyor?

Eylül 1910 tarihli bu mektup 1904 tarihli Abduh-Tolstoy mektuplaşmaları sonrası da Tolstoy'un Müslümanlarla ilişkilerini geliştirdiğini ve İslâm'ı araştırmaya devam ettiğini göstermektedir.

Öyle ki Tolstoy İstanbul'da yayımlanan İslâmî bir dergi üzerinden Müslüman dünyaya seslenmek istemektedir.

Tolstoy'un mektubunda bahsettiği hadis derlemesi, Allame Sir Abdullah el-Memun el-Sühreverdi'nin kaleme aldığı "The Sayings of Muhammad" (Muhammed'in Deyişleri) isimli eserdir. Kitap, 1905'te basılmıştır.

Söz konusu çalışma o kadar popüler olmuştur ki 1938'de Mahatma Gandi'nin önsözüyle birlikte İngilizcede ve diğer birçok dilde birçok kez baskı yapmıştır (John Murray Yay. 1941).

Sühreverdi kitabı yayımlandıktan sonra Tolstoy ile mektuplaşmış, Tolstoy kitabı, "Muhammed'in Kur'an'a Girmemiş Hikmetleri" başlığıyla Rusçaya çevirmiştir.

Söz konusu kitap Arif Arslan tarafından "Hz. Muhammed: Tolstoy'un İslam Peygamberi İle İlgili Kayıp Risalesi" başlığıyla Türkçede birçok kez yayımlandı.

Eylül 1910 mektubuyla teyit ettiğimiz kitabı bize ulaştıran Azerbaycan merkezli kaynaklar kitapta ayrıca başka mektuplara da yer veriyorlar ki o mektuplarla da makalemizin konusu olan mektubun içeriği uyum içerisinde.

İlk baskısı Karakutu yayınlarından çıkan kitabın sansasyon yaratması için kayıp olduğuna dair iddialarla ve çeviri manipülasyonlarıyla yayınlanması ise bazı araştırmacılar tarafından eleştirilmişti. (bkz. Sansürlenen Tolstoy: Tolstoy'un Din Eleştirisi ve Türkiye'de Karanlığın Gücü, Acar Burak Bengi Rusça belgeleri çev. Mazlum Beyhan, Yokuş Yay. İstanbul, 2007)

5.jpg

19'uncu asrın ikinci yarısına gelindiğinde Nakşibendi tarikatının Volga havzasındaki bir yan kolu olarak görülebilecek Bahaeddin Vaisov tarafından kurulan ve "Allah Alayı" ismiyle de bilinen Vaisî hareketi ortaya çıkmıştır.

Bu marjinal tarikat toplumdaki sosyo-ekonomik dinamiklerle İslâmî formların bir nevi sentezi olarak kendini göstermiştir.

Aynı zamanda hareket, modernleşme çabalarına ve uygulanan din politikalarına karşı Volga Tatarlarının mefkûrevî tepkilerini ve toplumda karşılık bulan yansımaları ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir.

Vaisov'un Allah Alayı tarikatı, Sosyalizm, Tolstoyizm ve Vahhabi tipi pürütanizmin (öze dönüşçü) tuhaf bir karışımını temsil eder niteliktedir (Bennigsen, Wimbush, 1985, s.39).

Temelde Vaisov'un ideolojisi, geleneksel İslâm düşüncesinin dışına çıkmayan kalıp yapıdaki fikirleri ifade etmektedir.

Düşünce sistemleri Vaisov'un kaleminden çıkmış olan Tarih-i Hâcegân ve Cevâhir-i Hikmet-i Dervişân adlı dinî risalelerde de kendini göstermektedir.

Burada ifade edilen temel noktayı, kendisinin liderliğinde İslâm'ın özüne dönülmesini sağlayacak fikirsel ve eylemsel vurgular oluşturmaktadır.
 

6.JPG
Kaynak: https://posredi.ru/blog12_05_vaisov.html

 

Hareketin ortaya çıktığı zamanki koşulları da göz önünde tutarsak Volga Tatarları arasında içtimai bozulmanın ifade ettiği manayı daha rahat kavrayabiliriz.

Köylerdeki huzursuzluğun sosyo-kültürel ve mezhepsel protestoların bir ifadesi olduğunu unutmamak gerekir.

Köy toplulukları içinde artan anlaşmazlık ve çatışmalar potansiyel olarak Müslüman elitleri tehdit etmeye başlamıştır.

Bu durum aynı zamanda yüzyılın ikinci yarısında İslâmî bölgesel kimliğin ne kadar derin olduğunu da göstermektedir (Noack, 2000, s. 132).

İktisadi ve siyasi gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan hoşnutsuzluklar Vaisov hareketinin yeşerdiği coğrafyanın alt yapısını oluşturmaktadır.

Bu koşullarda ortaya çıkan Vaisov hareketi Tatar toplumunun çok yönlü fikir ve eylemlerinin bir nevi ifadesi durumundaydı.


Vaisov'un iddiasına göre Ruslarla yaşama kültürü Tatar topluluklarını etkilemekte, bu durum da Tatarların Rusların yaşam tarzını aynen kopya etmelerine neden olmaktaydı.

Netice olarak kadınlar yüzlerini örtmekten vazgeçiyor, medrese müfredatı Avrupalılaşıyor, genç Müslümanlar Rus eğitim kurumlarına ilgi duymaya başlıyordu.

Vaisov'a göre bu yenilikler Kur'an öğretileriyle zıtlık teşkil ediyordu. Bu nedenle de hiç kimse camiye gitmemeli, mollalara inanmamalı ve yerel makamlara güvenmemeliydi (Zemtsova, 2015, s. 91).

Vaisov'un takipçileri çarın devlet otoritesini kabul etmedikleri gibi, devletin bürokrasisini ve Ortodoks Müslüman din adamlarını da reddediyorlardı.

Vaisov ve takipçileri, "Bizim tek sorumluluğumuz Kur'an kaidelerini izlemek ve bu görevi ifa etmek için özgür olmak" söylemini temel almışlardır (Halbach, 1994, s. 271)

Tarikatın ilgi çeken noktalarından biri dönemin ünlü yazarı Lev Tolstoy ile olan ilişkileridir. Bahaüddin Vaisov düzenli olarak Tolstoy ile mektuplaşarak görüş alışverişinde bulunmuştu.

Oğlu İnadüddin ise Tolstoy'la görüşmüş fakat Tolstoy'un onlara karşı bakışı müspet olmamıştır. Zira Tolstoy Vaisi hareketini dini bir anarşizm olarak algılıyordu. 2

Tolstoy'un Teârüf-i Müslimîn'de yayımlanan mektubunda dünya Müslümanlarına Vaisi hareketini örnek göstermesinin arka planında hurafelerden arınmış, Kur'an merkezli bir eşitlikçi toplum söylemine verdiği destek anlamına geliyor.

Tolstoy Abduh'la mektuplaşmalarında da gördüğümüz üzere tüm dinlerin kurumsallaşırken bidat ve hurafelerle kendi özlerine yabancılaştıklarını, yozlaştıklarını düşünmektedir.

Aydınlanma çağı ile birlikte bu yozlaşmaya tepki olarak ateizmin popülerleştiğini gören Tolstoy, üçüncü bir yol önererek tüm dinlerin ortak bir öze sahip olduğunu; bunun da tek tanrıcılık olduğunu savunur.

Bu ortak öz din, eşitlikçi paylaşımcı hiyerarşisi olmayan bir toplum öngörür. Benzer bir söyleme on yıllar sonra Ali Şeriati'nin "Din'e Karşı Din" kitabında da rastlarız.


Hz. Muhammed'in öğretileri

Tolstoy'un kendisi bir dindar olarak çeşitli dinî konuları iyi biliyordu. Onun İslâm'a bakışı, özellikle 15 Mart 1909 yılında, Azeri kökenli General İbrahim Ağa ile evli olan Rus asıllı bayan Yelena Vekilova'ya yazdığı mektuptan da anlaşılıyordu.

Dönemin Rusya'sında, çocukların, kendi halkının (Azeri-Türk toplumu) huzuru için İslâm'ı kabul etmek istemeleri halinde; anne ve baba farklı dine mensup dahi olsa çocuklarının din değiştirmeleri konusunda baskı yapmazmış.

Yelena Vekilova, bu yaklaşımdan hareketle durumu düşüncelerine değer verdiği çağdaşı Tolstoy'a bildirip çocuklarının kimliklerine hangi dinî yazdırmasının daha iyi olacağını, "Bu konuda ne tavsiye edersiniz, acaba ben ne yapayım?" diyerek danışmıştır.

Tolstoy da bu çağrıya cevap vermekte gecikmemiştir. Mektubu Türkçeye ilk defa çeviren Arif Arslan'ın çevirisinde çarpıtma ve sansürleme gibi problemler olduğundan Mazlum Beyhan'ın Rusça orjinalinden çevirisini aktarıyorum:

Tolstoy'un cevap mektubu

"13-16 Mart 1909, Yasnaya Polyana

Yelena Yefimovna,

Oğullarınızın, Tatar halkının aydınlanmasına katkıda bulunma arzuların onaylamamam mümkün değil. Bu iş için Muhammed dinine geçmelerinin ne denli gerekli olduğu üzerine ise herhangi bir değerlendirmede bulunmayacağım. Size genel olarak söyleyeceğim şey şudur: İnsanın hangi dini benimsediği konusunda hangi makama olursa olsun resmî bir açıklamada bulunmasını gereksiz sayarım.

Bu nedenle de Ortodoksluğa yeğ tutarak Muhammed dinine geçmek istiyorlarsa, oğullarınızın bu konuda, yani bir dini bırakıp bir başka dine geçmeleri konusunda, kimseye herhangi bir açıklamada bulunmaları gerekmez. Bilmiyorum, belki de böyle bir zorunluluk vardır, ama ben bu konuda bir değerlendirmede bulunamam; bu nedenle de oğullarınız hükümet organlarına bir açıklamada bulunup bulunmamaya kendileri karar verecekler.

Muhammed dininin Hristiyanlığa yeğlenmesi ve özellikle de oğullarınızın öne sürdükleri gerekçelerin soyluluğuna ilişkin olaraksa, bu (dinden dine) geçişi tüm kalbimle onayladığımı söyleyebilirim.

Hristiyan ideallerini ve gerçek anlamıyla Hristiyan öğretisini her şeyden üstün tutan benim gibi birinin söylemesi çok tuhaf görünse de harici biçim bakımından Muhammedîliğin kilise Hristiyanlığına göre karşılaştırılamayacak ölçüde üstün durduğuna hiç kuşkum yok. Bir insandan kilise Hristiyanlığı ve Muhammedîlik arasında bir tercihte bulunması istense, her aklı başında insanın, tek Tanrı ve onun yegane peygamberi şeklinde tek bir dogması olan Muhammedîliği; üçleme, günah çıkarma, Tanrı’nın annesi, ermişler, onların tasvirleri ve karmaşık tapınma ritüelleriyle anlaşılmaz, içinden çıkılmaz bir ilahiyatı olan kilise Hristiyanlığına yeğleyeceği konusunda hiç kuşku yok. Müslümanlığın, kilise Hristiyanlığına girmiş ve öğretinin özünü gölgelemiş pek çok batıl inançtan ari olmasını da bir yana bırakalım, bu dinin Hristiyanlıktan 600 yıl sonra ortaya çıkması –yalnızca bu neden bile– tercihin böyle olacağına hiç kuşku bırakmıyor.

Dünyada her şey gelişir, mükemmelleşir; tek tek her insan nasıl gelişip mükemmelleşiyorsa, tüm insanlık ve insanların hayatının temelini oluşturan din bilinci de öyle gelişip mükemmelleşir. Ve dinin mükemmelleşmesi demek, onun yalınlaşması, daha açık, anlaşılır olması ve kendisini örten, gizleyen her şeyden kurtulması demektir.

Dinî hakikati, üzerini örten şeylerden özgürleştirip açığa çıkaranlar, en eski çağlardan bu yana, hepsi de büyük dinlere kuruculuk yapmış, büyük düşünürler olmuştur. Bildiğimiz bütün dinler içinde, böylesi yeni ve yüce bir din anlayışına ilk Hindistan’ın Veda kitaplarında, daha sonra Musa, Buda, Konfüçyüs, Lao-Tzu, İsa ve Muhammed öğretilerinde rastlıyoruz. Dini o eski kaba çerçevesinden çıkarıp daha yalın, daha derin ve daha akla uygun bir çerçeveye oturtan bütün bu din uluları, yeni din kurucuları kuşkusuz yüce insanlardı, ama insandı tümü de, o bakımdan da hakikati, geçmişin bulandırmalarından arındırıp bütün açıklığı, derinliği ve tertemizliğiyle dile getiremediler.

Bu insanların hiç yanılmamış olduklarını, söyledikleri her şeyin saf gerçeği dile getirdiğini kabul etsek bile, onların öğrencileri –ki onlardan çok daha alt düzeyde kişilerdi– hakikati bütün derinliğiyle kavrayamamış oldukları için doğaldır ki, o dinî hakikati süslemek, onu herkes için bir zorunluluk haline getirmek amacıyla, ona özellikle de mucizelerle ilgili pek çok gereksiz şey katmışlar, böylelikle de geniş halk kesimlerinin o dinî hakikati olanca derinliği önemi ve anlamıyla kavrayabilmesine engel olmuşlardır. Hakikati bu türden tahrifata uğrattıklarını dinler ne kadar çok itiraf etmişlerse, din ulularının bulup ortaya çıkardıkları hakikat de o kadar çok gölgeler içinde kalmıştır. O bakımdan, gerçeğin mucizeler ve her türden batıl inanışla gizlenişine, en eski dinlerde, Brahmanizm’de, ondan biraz daha az Yahudilikte, ondan da biraz daha az Buda, Konfüçyüs, Tao inanışlarında ve bunlardan daha az Hristiyanlıkta ve nihayet en az, büyük dinlerin en sonuncusu olan Muhammed inancında tanık oluruz.

Bu açıdan bakıldığında, Muhammed dini en elverişli durumdadır. 

Yani kendisine sonradan ve haricen kondurulan gayri tabii her şeyi silkeleyip atsa ve temeline, Muhammed’in dinî, ahlaki umdelerini yerleştirse, doğaldır ki, bütün büyük dinlerin, özellikle de o ulu gerçeği kabul eden Hristiyanlık öğretisinin ana damarlarıyla buluşup, kaynaşır.
Size böyle uzun uzun yazmamın nedeni, düşüncelerimi oğullarınıza iletmeniz ve bu düşüncelerimin o güzel niyetlerini hayata geçirmelerinde kendilerine yardımcı olmasıdır. Dinlerin, özlerini oluşturan yüce hakikatleri bulandıran karartılardan temizlenmelerine yardım etmek, bir insanın hayatta seçebileceği en hayırlı işlerden biridir. Oğullarınız böylesi bir etkinliği yaşamlarının amacı olarak görseler, dolu dolu ve pek hayırlı bir hayat sürmüş olurlardı.

Muhammed dininde tam da bu söylediğim amacı, yani dinin yüce hakikatlerini, onları gizleyen bulandırmalardan ve batıl inanışlardan temizlemeyi kendine hedef bilen iki öğretinin var olduğunu bilmem, siz ve ogullarınız da biliyor musunuz?  Bu çabalarından dolayı her
iki öğreti de tenkil ve tepelemeye uğramıştır ve halen de bu iş sürmektedir. Bu öğretilerden ilki, İran’da doğup daha sonra Türkiye’de yayılan ve burada da dogduğu yerde olduğu gibi kovuşturulup  tepelenen  ve şu anda Akka’da Bahaullah’ın oğlu çevresinde toparlanmaya çalışan Bahailik hareketidir. Bahailik öğretisi, Tanrı’ya tapınmayla ilgili olarak hiçbir dışsal, biçimsel ritüeli kabul etmemekte; bütün insanları kardeş bilmekte, tüm insanlık için ortak tek bir sevgi dinini savunmaktadır. 

İkinci öğreti Kazan’da doğmuştur. Bunlar kendilerini 'Tanrı’nın Alayları' ya da kurucularının adından hareketle 'Vaysovcular' diye adlandırıyorlar. Bunlar da dinin özünü sevgide görüyor, bu nedenle de sevgiye aykırı olan her şeyden, örneğin kötülük için, askerlik için kullanılan vergi vermek gibi şeylere katılmaktan kaçınıyorlar. Bu tarikat halen kovuşturulmaktadır ve geçtiğimiz günlerde de yöneticileri yakalanıp hapse atılmıştır.

Şu öğütlerim herhangi bir şekilde bir işe yararlarsa ve siz ya da oğullarınız alacağınız kararlara ya da girişeceğiniz sonraki eylemlere ilişkin bana bilgi iletirseniz çok mutlu olurum.

L. Tolstoy

Kaynak: Tolstoy'un, 15 Mart 1909'da Yelana Vekilova'ya yazdığı mektup;
"Literaturniy Azerbaydjan" Dergisi, No: 12,1978, sayfa 114.

 
Tolstoy'un İslâm'ı diğer dinlerle mukayesesinde İslâm derken sadece Kur'ân ve Resulullah'ın Vahyi yaşamasını değil, kültürel ve tarihsel tüm müktesebatı kast ettiğini anlıyoruz.

Tolstoy hem Abduh'la hem Vekilova ile mektuplaşmalarında hem de Teârüf-i Müslimîn'e gönderdiği mektubunda İslâm'ın özüne dönmesi halinde tüm dinlerdeki ortak özde buluşulacağını açıkça ifade etmektedir.

O da yine bu mektupta da Vaisovculara işaret etmesinden anlıyoruz ki Kur'an'a dönmektir.

Yozlaşan dinlere verilecek cevap tümden dinden kopmak uzaklaşmak değil tüm dinlerin ortak özüne erdemlere yönelmeyi vurgulamaktadır.

Tolstoy'a göre bunun için en uygun zemin ise hurafelerden arındırılmış İslâm olacaktır. 

 

 

1. 26 Ocak 1911 2. Cilt 31. Sayı 97. sf; 2 Şubat 1911 2. Cilt 32. Sayı 117. Sf
2. (Yemelianova, 1998, s. 177; Frank, 1998, s. 177), (Volga Tatarlarında Marjinal Bir Tarikat: Vaisov'un "Allah Alayı" Arş. Gör. Coşkun Kumru, Uluslararası Sosyal Bilimler Ve İnovasyon Kongresi Tam Metin Kitabı)

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU