Kılıçdaroğlu'nun bürokratları devlete daveti ve merkez-yerel ilişkisi

Dr. Onur Alp Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: CHP

Kılıçdaroğlu, bir süredir her fırsatta bürokratlara suça bulaşmamaları çağrısını yineliyor. Bu, akıllara Weberyan bürokrasi kategorilerini getiriyor.

Tarihe lineer olarak bakan, yani yeni ve eski arasında mutlak bir öncelik sonralık ilişkisi gören akımın temsilcilerinden biri olarak Weber, bürokrasiyle ilgili tanımlamasını da buna uygun olarak şekillendirmişti.

Başka bir ifadeyle ona göre, bir patrimonyal, yani geleneksel ve arkaik olan ve bir de rasyonel, yani modern olan bürokrasi vardı.

İlki, majestelerinin etrafında kümelenen gruptan ibarettir. Bu tür bürokratik mekanizmalarda bürokratlar, majestelerinden aldıkları yetkiyle kayrılmış, toplumdan soyutlanmış ve unvanlarından güç alan kişilerdir.

Diğer yanda bulunan modern bürokrasilerde ise görevler birer nüfuz ya da otorite aracı olmaktan çok, birer fonksiyondur.

Bürokratların görevleri, yetkileri ve otoriteleri yasal sorumluluk alanlarıyla sınırlıdır ve gayri şahsidir. Bürokrasi ve dolayısıyla devletin de sistemli ve standardize olması beklenir. 


Türkiye'nin mevcut durumunda bürokrasi, Weber'in ilk kategorisini, yani arkaik olanı temsil ediyor.

Başka bir ifadeyle Türkiye'de bürokrasi, külliye etrafında kümelenen nüfuz sahibi kişilere dayanırken, onlar da ellerindeki devlet gücünü kendilerinin de içinde bulunduğu yalnızca bir avuç insanın çıkarına kullanıyorlar.

Bürokrasinin şahsileştiği ve klikleştiği bu düzende hem denetim imkansızlaşıyor hem de standardizasyon yerini keyfiyete bırakıyor.

İşte tam da bu noktada Kılıçdaroğlu, bürokratları devlete çağırıyor.

Bu, onlara sadece esas görevlerini hatırlatma şeklinde ilerlemiyor. Bu, yeni bir merkez-yerel dengesi vaadiyle yeni bir demokratik düzen inşasına dayanıyor.

İşte bu noktada CHP, bürokratların bu yeni düzende var olabilmesinin önkoşulunun bugün devlete geri dönmek olduğunu hatırlatıyor.

Yani aslında CHP, onları sonunun geldiğini ifade ettiği bugünlerle, yakında başlayacak olan yarınlar arasında bir seçime zorluyor. 


Bu doğrultuda, geçtiğimiz günlerde CHP Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun, partisinin bir vaadinin de yeni bir merkez-yerel dengesi ortaya koymak olduğunu ifade etti.

Bunun amacı belli ki bir yandan atanmışların seçilmişleri bertaraf ettiği kayyum gibi anti-demokratik uygulamaların önüne geçmekken, diğer yandan da piramit gibi yukarıya doğru çıkıldıkça, merkeze doğru gidildikçe genişten dara doğru uzanan ve siyasi iradenin vesayeti altına girmesi kolaylaşan bürokrasiyi de yerele yayarak şahsileştirilmesinin önüne geçilmek.

Nitekim altılı masanın dördüncü toplantısında ortaya çıkan metinde de bürokrasinin şahsileşmesine dair eleştiriler dikkat çekiciydi.

Dolayısıyla bu iddianın altılı masada da karşılık bulduğu ifade edilebilir.


Ancak yalnızca fazla bürokratik ve merkezi olan yönetimi yerele yaymak Türkiye'nin demokrasisini gerçekten koruyabilir mi?

Cevap hayır. Tıpkı Marksist literatürün ifade ettiği gibi, iktisadi altyapı ilişkileri emekçilerin lehine dönüştürülmedikçe, yalnızca yasal düzenlemelerle bir düzenin korunması ve sürdürülmesi imkansızdır.

Her ne kadar altılı masadan refahı tabana yaymak gibi bir ortak görüş çıkmışsa da, sermaye ve emekçiler arasındaki denge sağlanmayıp, emekçilerin hakları güvence altına alınmadıkça, yalnızca yeni bir merkez-yerel dengesi oturtmak yeterli olmayacaktır.

Bu düzeni sürdürülebilir kılmak için bir yandan emekçilerin yerel örgütlenmelerini destekleyen bir kurumsal altyapı tesis edecek, diğer yandan da bu yapıların yerel yönetimlerde temsilin öznesi yapılarak yerel bürokrasinin de yerel egemenler adına yozlaşmasının önüne geçecek bir iddianın ortaya koyulması şarttır. 


Altılı masadan böyle bir mutabakatın çıkması zor olsa da sosyal demokrat bir parti olma iddiasında olan CHP, dünyada küreselleşmenin yerine yeniden bölgeselleşmenin ve kamuculuğun tartışıldığı; Türkiye'de ise toplumun yaklaşık yüzde 70'inin ücretli emek toplumuna, yani bir patrondan ya da devletten maaş alan niteliğe büründüğü bu süt liman ortamda bu iddiaları kendi adına ortaya koyabilmeli.

Bu da CHP'nin altılı mutabakatla beraber AK Parti'yi yenmeye dayanan kısa vadeli planı ile Türkiye'de merkez yeniden inşa edildikten sonra, sosyal demokrasiyi iktidar yapma stratejisini mutlak suretle birbirinden ayırmasına dayanıyor.

Çünkü hem Türkiye, orta vadede bir çiftçi ve esnaf toplumu olmaktan bir ücretli emek toplumu olmaya doğru ilerliyor hem de Türkiye'nin kalıcı demokratikleşmesi, bu grupların yerelden genele temsil organlarına katılmasından geçiyor.

CHP, tarihin kendisine altın tepside sunduğu bu fırsatı harcarsa, doğa boşluğu affetmeyebilir.

CHP, AK Parti sonrasının stratejisini kurgularken, 20 yıldır dayandığı anti-AK Parti konforuna sahip olmayacağı gerçeğini göz ardı etmeden hareket etmeli. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU