Geçtiğimiz hafta Güney Amerika'nın Pasifik kıyılarında yer alan Ekvador'dan bir cezaevi katliamı haberi geldi.
Latin Amerika'da cinayet ve katliam beklenmedik bir haber değil.
Guayaquil'in 1 nolu hapishanesinde iki büyük isyan patlak verdi ve en az 119 mahkum öldürüldü.
Basına yansıyan bilgilere göre ülkedeki iki büyük çete, Choneros ve Lobos arasında çatışma çıkmış ve bu, cezaevi isyanına dönüşmüştü.
Ne kadarının güvenlik birimlerinin müdahalesi sırasında öldürüldüğünü bilmiyoruz ama sosyal medyaya düşen ilk görüntülerde üst üste yığılmış parçalanmış cesetler görülebiliyor.
Bu olay küçük bir ülke olan Ekvador'da yıl içinde gerçekleşen üçüncü cezaevi katliamı olarak kayıtlara geçti.
Geçen şubat ayında Cuenca şehri yakınlarındaki Turi hapishanesindeki ayaklanma, 79 kişinin ölümüyle sonuçlanmıştı.
Ayaklanmaları tetikleyen şey "Los Choneros"un lideri José Luis Zambrano'nun aralık ayında öldürülmesinin ardından cezaevlerinin kontrolü için rakip suç çeteleri arasında çıkan anlaşmazlıktı. Dört çete birleşip Choneros'a saldırmıştı.
21 Temmuz'da Guayaquil ve Cotopaxi cezaevlerinde yine çeteler arası çekişmeler nedeniyle 21 kişi daha öldürüldü.
Bu arada beşer onar işlenen diğer cinayetlerle birlikte, yıl henüz bitmeden Ekvador'da öldürülen mahkum sayısı 300'ü aştı.
Şubat ayındaki katliam ile eş zamanlı Haiti'de de 400 mahkum firar etmişti. Bunların yarısı yakalanırken 30'u öldürülmüştü.
Artık cezaevi katliamı deyince 100'lü rakamların altı haber değeri taşımıyor.
2012'de Honduras'ta 361, 2005'te Dominik Cumhuriyeti'nde 135, 2006'da Brezilya'da 133, 2017'de yine Brezilya'da 117 tutuklu öldürülmüştü.
Dünyanın birçok yerinde cezaevlerinde ayaklanmalar oluyor, cinayetler işleniyor.
Fakat başka hiçbir yerde bu kadar yaygın ve sık aralıklarla yüzlerce insan korkunç biçimde katledilmiyor.
Son on yılda sadece Meksika'da Suriye'deki savaştan daha fazla sivil ve gazeteci öldürüldü.
Bu şiddetin başlıca nedenleri toplumsal ve siyasi sorunlarda aranmalı.
Politikacısından iş insanlarına, bürokrasiden askerlere devlet yapılarını çürüten yozlaşma, cezaevlerinde her sabah hücrelerin kapılarını açan gardiyanlara kadar uzanıyor.
Eğitim ve haklardan yararlanamayan, yoksulluğa terk edilmiş, gelir adaletsizliği ve işsizliğin pençesindeki kitlelerden önce, sermaye, siyaset ve iktidar çevreleri uyuşturucu kartellerine bağlandı.
Bu zincirin silah ve uyuşturucuyla cezaevlerine kadar uzanması şaşılacak bir şey değil.
Latin Amerika cezaevlerinin ciddi alt yapı sorunları var. Mahkumlar yeterli gıdaya, içmek ve temizlenmek için suya ulaşamıyor.
Sağlık ve eğitim hakkından ise yok denecek kadar az sayıda mahkum faydalanabiliyor.
Koşullar bir "favela"dan daha iyi değil. Cezaevi sistemine yatırım yapılmıyor.
Bu ülkelerin hapishaneleri aşırı kalabalık. Cezaevlerinin kontrolden çıkmasında başlıca etken kapasitesinin üzerinde tutuklu-hükümlü barındırması.
Örneğin 20 yıl önce Brezilya cezaevlerinde 230 bin kişi vardı. Bugün bu rakam 770 bini aşmış durumda. Buna karşılık cezaevlerine ayrılan bütçe ancak yüzde 20 arttı.
Orta Amerika ülkelerinde ise cezaevleri çok daha kötü durumda.
El Salvador ve Guatemala'da cezaevleri, kapasitelerinin yüzde 300, Haiti'de yüzde 400 üzerinde tutuklu-hükümlü bulunduruyor.
Bir araştırmaya göre, nispeten iyi durumda olan Arjantin cezaevlerinde bile mahkumların yüzde 10'undan fazlası bir tecavüze tanık olduğunu söylüyor.
Cezaevlerindeki kapasite ve alt yapı sorunları çetelerin egemenlik kurmasını kolaylaştırıyor.
Bununla beraber koşullar kötüleştikçe durum daha da trajik bir hal alıyor.
Geçen yıl mart ayında Kolombiya başkenti Bogota'da bir hapishanede COVID salgını mahkumlar arasında paniğe yol açmış ve çıkan yangında 30'a yakın mahkum ölmüştü.
Normal koşullarda sağlık hizmetine erişimin en asgari düzeyde olduğu Latin Amerika cezaevlerinde pandemi koşullarında uzun süre hiçbir önlem alınmadı.
Aşının bu hapishanelere ulaşması ise 2 yılı aldı.
Dünya çapında cinayetlerin yüzde 30'undan fazlası Latin Amerika'da gerçekleşiyor.
Dünyada en fazla cinayet işlenen ilk beş kentten dördü bu kıtada. Günde 350 kişi öldürülüyor. Yılda her 5 kişiden biri soyuluyor.
Pandeminin ilk yılı hariç son 20 yılda cinayet ve diğer suç oranları sürekli arttı.
Suç arttıkça da ceza sistemi sertleşti ve hapishaneler dolup taştı.
Oysa bu dönemde Latin Amerika ekonomileri gelişti, istatistiklere göre kişi başına düşen gelir yükseldi.
Peki, neden suç arttı?
Çünkü aynı dönemde sadece suç değil en zenginle fakir arasındaki gelir uçurumu da arttı.
Latin Amerika küresel gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu bölge.
Fakat bu eşitsizlik daha çok afro-Amerikan ve yerli kökenlileri etkiliyor.
CELAC verilerine göre yerli kökenlilerin yoksulluk oranı diğerlerinin iki katı. Mutlak yoksullukta ise üç katı.
Meksika'da 52,4 milyon kişi yoksulluk içinde. 36,7 milyon kişi sosyal yoksunluk nedeniyle, 8,6 milyon kişi de gelirlerinin miktarı nedeniyle mutlak yoksulluk altında yaşıyor.
Toplam yoksulluk oranı ülke nüfusunun dörtte üçüne denk geliyor.
CONEVAL verilerine göre, Latin Amerika'nın diğer yerlerinde olduğu gibi Meksika'da da 2008-2018 arasında yoksulluk artmış.
Yoksulluk artışına paralel biçimde şehirler de büyüyor. Bu bize hapishanelerdeki alt yapı sorununun bir tesadüf olmadığını gösteriyor.
Düzensiz kentleşme; alt yapı yetersizliği, işsizlik ve her türden sosyal güvenceden yoksun kitlelerden oluşuyor.
Ayrıca, bu gibi ülkelerde güvenlik ve yargı sistemi asgari hukuk ve adalet ölçülerine uymuyor.
Güvenlik birimleri yoksul mahallelerde, gecekondularda, varoşlarda yargısız infazlar ve paramiliterler aracılığıyla kontrol politikası yürütüyor.
Bu politika üstü kapalı biçimde karteller ve çetelerin egemenliğini tanıyor.
Çeteler sokaklarda olduğu gibi cezaevlerinde de "düzeni" sağlıyor.
Polis ve güvenlik birimleri ölçüsüz ve denetimsiz bir şiddet uyguluyor.
Ekvador cezaevlerindeki olaylarda 300'den fazla mahkumun ölmesine rağmen güvenlik birimlerinin hiç kayıp vermemesi dikkat çekicidir.
Ayrıca Brezilya favelalarına yapılan operasyonlarda yüzlerce sivil kaybına karşılık güvenlik birimlerinin çok az kayıp vermesi de bir başka örnek.
Brezilya'da 1980'ler boyunca binlerce sokak çocuğunun askeri polis tarafından "kentlerin suçtan temizlenmesi amacıyla" öldürülüp yok edilmesi de Birleşmiş Milletler raporlarına yansımıştı.
Brezilya polisi resmi rakamlara göre Sao Paulo ve Rio kentlerinde son 20 yılda 20 binden fazla sivili öldürdü.
Latin Amerika'da güvenlik birimleri geçmişten gelen acımasız yöntemlerle çalışmaya alışmış durumdalar.
Sokak çocuğu cinayetleri eskisi gibi sistematik biçimde sürmese de halen sokak çocukları güvenlik birimleri ya da onlarla işbirliği yapan çeteler tarafından kaybedilmeye devam ediyor.
Ekvador örneğinde egemenlik savaşı verenler, Meksikalı kartellerden taşeron iş alan "pandilla" denilen çeteler.
Bu çeteler şu anda Honduras, Guatemala, El Salvador'u neredeyse ele geçirmiş durumdalar.
On milyonlarca kişinin yaşadığı Orta Amerika'nın, Brezilya'nın dev mahalleleri bu çetelerin elinde.
Buna ek olarak Latin Amerika'da her beş gençten biri ne okuyor ne de çalışıyor.
Bu gençlerin çoğu için bir çete üyesi olmanın verdiği "onur" ve "güç", günlüğü birkaç dolara sigorta ve emeklilik güvencesi olmayan bir işte çalışmaktan daha anlamlı.
Ve tabii ki uyuşturucu olgusu bu berbat yapının çimentosu işlevini görüyor.
Siyasetçiler, bürokratlar, güvenlik birimleri, gecekondulardaki yoksul halk bile uyuşturucu parasından faydalanıyor.
Uyuşturucu parasıyla silahlar alınıyor, "askerlerin" maaşı ödeniyor, seçimler finanse ediliyor, paramiliterler doyuruluyor.
Uyuşturucu geliri değişik kesimleri birbirine düşman etmekle beraber, onları pastadan daha fazla pay almak için şiddeti artırmaya teşvik ediyor.
Hapishaneler çetelerin egemenlik alanı haline gelmiş. İçeriden dışarıya hükmetmek daha kolay.
Örneğin Ekvador'daki cezaevi olayları uyuşturucu sevkiyatı için stratejik önemdeki Guayaquil körfezi etrafında yoğunlaşıyor.
Hapishanelerin ceza, rehabilitasyon ve yeniden entegrasyon işlevi bulunmuyor.
Buralar sadece yeterince acımasız olanların hayatta kalmayı başardıkları, insanların yok edildiği cehennem çukurları haline gelmiş.
Sonuçta daha güçlü çeteler ve daha profesyonel suçlular yaratıyor.
Cezaevleri ülkelerin sosyo-ekonomik yapılarının bir maketi gibi.
Kendi içine sıkıştırılmış bu yapılar küçüldükçe; ait oldukları toplumun çelişkilerine de daha fazla yer açılıyor.
Cezaevlerindeki yoksulluk, gelir adaletsizliği, eğitim hakkından yoksun bırakılmak ya da yüksek cinayet oranları Latin Amerika gerçekliğini yansıtıyor.
Ekvador kendi ulusal para birimine bile sahip olmayan diğer Güney Amerika ülkelerine göre küçük bir ülke.
Fakat Pasifik'e olan uzun kıyısı, Amazonlar'ın bir bölümü, yüksek dağları, petrolü, gazı zengin doğal kaynaklarıyla kendine yetebilecek bir ülke.
Kağıt üstünde kişi başına düşen geliri 10 bin doların üzerinde. Fakat senede 10 bin dolar giren hane sayısı yüzde 30'un altında.
Yine de önceki yıllarda cezaevlerine yatırım yapılan Ekvador'da durum bu kadar kötü değildi.
Tutukluların yüzde 30'u ilkokuldan üniversiteye örgün ve özgün eğitimden faydalanabiliyordu. Büyük kısmı bir işte çalışabiliyordu.
Şimdi aynı cezaevleri uyuşturucu çetelerinin elinde ve katliamlarla haber oluyor.
Bir ülkenin mahallelerinde ya da cezaevlerinde yapılacak iyileştirmeler tek başına o ülkede sosyal durumu düzeltmeye yetmez ama bir ülkeyi değiştirmek için mahallelerden ve hapishanelerden başlamak gerekir.
Çünkü onlar metropollerden ve duruşma salonlarından çok önce inşa edilmişlerdi.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish