Gün doğdu hep uyandık! Eyvah!.. Ne yer, ne yar kaldı…

Vahdettin İnce Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Twitter

Herhalde iki seneyi buluyor tanışıklığımız. Kendisi "devrimci"liği ve "Marksist"liği ile övünür. Ama varsa yoksa Çerkesdir.

(Bir türlü alışamadım bu "ÇerkeS"e, çocukluğumdan beri "ÇerkeZ" bilir "ÇerkeZ" söylerdim. Ama işte "Çerkez" deyince kızıyor bazı dostlar ve adımızı doğru söyleyin diye haklı olarak sitemde bulunuyorlar. Ama ne yapalım alışmışız "Çerkez"e bir kere. Bakın biz kızıyor muyuz, özbeöz "Kurd"ümüzü "Kürt" yapmışlar diye! Ne olacak yani sırf benim hatırım için "Çerkez"i özgür bıraksanız a dostlar!)

"Her ulusun kendi kaderini tayin hakkı", "başka bir ulusu ezen ulus özgür olamaz", "self determinasyon" (hele bu söze bitiyorum. Nasıl da havalı değil mi? )… gibi Marksist literatürdeki tekmili birden argümanları kullanarak Çerkeslerin etnik, dilsel haklarına kavuşmalarını savunur ve ben de kullandığı literatürü duymazdan gelerek (çünkü kendimi bildim bileli duyarım da bir işe yaradıklarını hiç görmedim.

Bu yüzden her defasında dinlemek bana işkence gibi gelir) kendisine hak veririm. 

Geçenlerde bir düğünde beraberdik. Söz dönüp dolaşıp Çerkeslere geldi doğal olarak. Yanında yirmili yaşlarda bir delikanlı vardı.

Daha önce görmemiştim. Tanıştırdı. Oğluymuş. Şimdi hatırlayamadığım (hatırlasam da telaffuz edemeyeceğim) özbeöz Çerkesce bir adı vardı.

Oğluna neden Çerkesce bir isim koyduğunu uzun uzun anlattı. "Köklerini bilsin, unutmasın soyunu, kültürünü yaşatsın, kendisinden sonraki nesillere aktarsın…" diye yine devrimci jargonla bezeli bir söylevle ekledi.

Kendinden geçiyordu bir "Che" edasıyla bunları söylerken. Delikanlıya dönerek "Çerkesce biliyor musun" diye sordum.

Hiç bilmiyormuş (nasıl aktaracaksa artık Çerkes kültürünü!). Döndüm dostumun yüzüne baktım. Mahcupça gözünü kaçırdı.

"Öğrenecek amcası, bu ismi boşuna mı koyduk" deyiverdi. "Che"nin havadaki sol yumruğu hafif gevşemişti galiba.

Fırsatı yakalamıştım, kaçırmamam gerekiyordu. Benimle beraber düğüne gelen oğlumu gösterdim, "Bak" dedim, "adı Kürtçe değil, geleneksel bir Müslüman ismidir ve benim zihnim taşıma ideolojilerin istilası altında olmadığı için oğlum İstanbul'da büyüdüğü halde şakır şakır Kürtçe konuşuyor. Ama İŞİD, ama Taliban, ama el-Kaide, ama İslami terör (!), ama dört kadınla evlenme mecburiyeti (!), ama kem, ama küm…diyecek oldu mevzudan sıyrılmak adına."

O kem kümler patinajından kurtulup baskın çıkmak için "Bolivya" kırsalına bir yol ararken aklıma benzer bir olay geldi.

Önceki yılın yazıydı. Van-Gürpınar (orijinal adı Payîzava)'da bir taziyeye gitmiştik bir dostumla. Kürt taziyeleri bilirsiniz, hem kalabalık olur. Hem de dini sohbetlerin yanı sıra renkli konuşmalar da olur.

Beni TV'den falan tanıyorlardı. Birisi siyasi tavır alışlarımdan hareketle "Neden Kürtleri asimile etmeyi amaçlayan, dillerini yasaklayan, kültürlerini ve kimliklerini yaşamalarına izin vermeyen siyasi yapılanmalar içinde yer alıyorsun?" diye eleştirdi.

Bir ara benzerlerinden çokça duyduğum bütün bunların sebebinin Müslümanlık olduğunu demeye getirdi. Zihni sol ideolojinin istilası altındaydı besbelli.

Marksist literatüre yaslanarak Kürtlere ve diğer bütün milletlere ruh veren İslam'ı yermeye çalışıyordu kendince.

Taziye ortamında fazla üstelemedim. Lafı değiştirmek için yanındaki dört beş yaşlarındaki çocuğa "Navê te çî ye?" (Van'ın bir Kürt köyünde her halde Kürtçe bilir diye düşünmüştüm) diye sordum. "Adın ne?" yani.

Çocuk anlamamış gibi yüzüme baktı, biraz önce içinde yer aldığım siyasal hareketlerin ve ima yoluyla İslam dininin Kürt kültürünü ve dilini yok ettiğinden dem vuran adam, çocuk yerine cevap verdi.

"Adı 'Rojhat'tır" (anlamı gün doğdu) dedi. "Özbeöz Kürtçe bir isimdir" diye de ekledi gururla. Roj hat lê Kurdî çû (gün doğdu ama Kürtçe battı) diye düşünmüştüm. 


Aynı ideoloji biri Çerkes, biri Kürt iki "devrimci" üzerinde aynı yok edici etkiyi göstermişti. Ellerine kuru birer isim tutuşturmuş, onlar bu isimle oyalanırken, kültürlerini, geleneklerini, dillerini, kısacası ruhlarını söküp almıştı.

Bir İncil bile yoktu ellerinde anlıyor musun?..


Din ile ideolojiler arasındaki temel fark dinin birey ve toplum olarak insanları terbiye etmeyi, ideolojilerin de yeni bir insan tipi yaratmak (!) için bireysel ve toplumsal olarak eğitmeyi amaçlamasıdır.

Terbiye ve eğitimi bilerek kullandım. Çünkü terbiye Arapça bir kelime olarak "R.B.W" kökünden olup bir şeyi kökleri üzerinde büyütüp geliştirmek anlamına gelir.

Eğitim ise Türkçe bir kelime olarak bir şeyi eğip bükerek köklerinden koparmak gibi bir anlamı çağrıştır. Nitekim eğitimin pratiği bunun somut kanıtıdır.

Yukarıdaki hadiseler de bu iki farklı etkinin tipik örnekleridir. İdeolojiler seksen yıldır bir türlü sönmeyen Dersim yangını gibi canlı namına bir şey bırakmazlar kuru bir addan başka.

En etkin ideolojilerden Marksizm de bir Çerkesin ve bir Kürdün eline kuru birer ad tutuşturarak ruhlarını kavurmuştu Manavgat yangını gibi.

Ama Türkçe nasıl gelişti Kemalizm'in eğitim sistemi sayesinde dediğinizi duyar gibiyim.

Kemalizmin eğitiminden geçen Türkçenin Türk töresi, Türk kültürü, Türk tarihsel şahsiyeti, kısacası "Türkün ruh kökü"yle "ilintisi" mi kalmış Allah aşkına. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU