ABD, 11 Eylül tarihinde çekilmeyi ilan etmişken kendi kendini aşağılarcasına kaçıverdi

Independent Türkçe muhabiri Naman Bakaç'ın, yazar Bülent Tokgöz'le Afganistan üzerine yaptığı röportajın son bölümü

Yazar Bülent Tokgöz, Independent Türkçe için Naman Bakaç'ın sorularını yanıtladı

- Taliban'ın Kabil'e girdiği dönemde; havalimanında yaşanan görüntüler, ABD ve müttefiklerinin tahliye çıkışları ve bunlara dair görüntüler çok konuşuldu. Kimlerdi bu havalimanındaki topluluk ve ABD, Afganistan çıkış sürecini neden yönetemedi acaba? ABD istihbarat kurumlarından, medyasına hatta emekli generallerin eleştirileri vardı bu hususta bildiğiniz gibi…

Kimlerdi? Henüz çıkamamış orta sınıf ve alt sınıf işbirlikçiler. Kalabalığın çoğu onlardı sanırım. Bir kısmı da sosyal medyanın daracık ekranından dünya nimetlerini, dansları, eğlenceleri, arabaları, rezidansları görüp ülkesini bir vatan değil de çöplük olarak algılayan lümpen tiplerdi.

Ortak yanları ise Taliban'la doku uyuşmazlıkları. Taliban onların düşmanı değilse de hiçbir şeyleri. Taliban, olmak istedikleri her şeye karşı. Özgür olmaya, birey olmaya, mutlu olmaya, her şeye. Taliban bir musibet, gazap, lanet onlar için. Kaçmaktan başka çareleri yok.

ABD yenemedi onları nitekim haksızlar mı kaçmakta? Orduları tek mermi atmadan teslim oldu, kaçmayıp dirensinler miydi bu lümpenler?.. Neylesinler ki kaçamıyorlardı. Binlerce uçağı olan ABD, onları oradan alıp dünyanın başka herhangi bir yerine götürmek için birkaç uçak tahsis etmişti sadece ve tahmin edilenden çok önce, aniden, kaçarcasına tahliyeye karar vermişti.

Sureta onurlu bir ricat için sembolik biçimde 11 Eylül tarihinde son çekilmeyi karara bağlamış, bunu ilan etmişken kendi kendini aşağılarcasına kaçıverdi ABD.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bir Amerikan devleti var mı acaba diye sorarken getirebileceğim delillerden birisi bu. Bir ülke; hiçbir ülke kendisini bu kadar aşağılayamaz. Kimden kaçıyorsun ki sen? Hâlâ askeri bakımdan en büyük güçsün. Taliban aylardır senin tavuğuna kışa dememiş.

Senelerdir trafik kazası seviyesinde kayıp veriyorsun. Taliban gele gele Kâbil'de mi seninle çatışacaktı. "Girme, orada dur, yoksa bunu anlaşmanın ihlali sayarım!" diye gürlese konu kapanırdı, Taliban en fazla Kâbil'in kapılarında takvim yapraklarını usul usul koparmakla meşgul olurdu.

Kaçmayı seçti ama. ABD'yi de İslam âlemi gibi çökertmek, madara etmek isteyen o ekip, her kimlerden müteşekkilse, işte onlar istedi. Afgan halkını, Müslümanları aşağılamak için de selin önündeki tomruklar gibi insanları havalimanına yığdılar ve malum görüntüler yaşandı.

Bir umut uçağa sarılarak kalkmasını engelleriz sandı umutsuzlar. Tutunamayanlar son bir gayretle Amerikan kargo uçaklarına tutunmayı denediler, ama Amerika'nın artık umutla değil umutsuzlukla anılmasını isteyenler bunu uygun bulmadılar.

Amerikan kartalının sırtındaki bitler gibi silkelendiğinde aşağı düşen insanlarsa Amerikan kapitalizminin imalathanelerinde tişörtleri süslediğinde son nokta kondu.

ABD'nin İslam âlemiyle, insanlık âlemiyle son bağları, şayet kalmıştıysa, koptu. Amerikan yüzyılı erken bitti. 1950'yi baz alırsak, 70 senede mevta oldu. Gagası düşmüş, pençeleri sökülmüş, tüyleri dökülmüş bir kartal o. Anca bitleriyle cebelleşebilir bu saatten sonra. Kimse ne sayar, ne korkar.


"Mülteci meselesinde AB ve ABD gayet korunaklı. Birini okyanus diğerini doğu Avrupalı ulus devletler koruyor"

- Afganistan savaşı ile birlikte yaşanan mülteci dalgasına karşı Türkiye, AB ve ABD'nin tutumunu nasıl okuyorsunuz? Mülteci krizi karşısında dünya nasıl bir sınav veriyor?

AB ve ABD gayet korunaklı görünüyor. Birini iki okyanus koruyor, diğerini de uzun sınırlar boyunca devriye ücretlerini karşıladıkça çok sayıda Doğu Avrupalı ulus-devlet.

Akdeniz, mülteci vapurlarının gözünü korkutacak kadar büyük olmayıp binlercesini yutmuş, cesedini kıyılarına kusmuş olsa da. AB ve ABD seçtikleri mültecileri iskân ve istihdam etmekte bizimle mukayese edilemeyecek kadar ustalıklılar.

Biz maruz kalıyoruz. Bu kadar laik bir ülkede son derece dini kavramlarla bir dış politika yürütülüyor ve mümkün olan en ihtiyatsız, nizamsız, özensiz biçimde yapılıyor bu.

Merhametten kaynaklanan, hikmetle desteklenen bir şey gibi gözükmesi artık gittikçe zorlaşan bir kargaşa durumu veya en azından kargaşa telakkisi gittikçe artıyor. Ülke şeriatla da yönetilse, bu göçler yan taraftaki eyaletten de geliyor olsa bu kadar tedbirsizlik ve sallapatilik sürdürülebilir gözükmezdi.

Türk devleti bir hesaba göre mi böyle davranıyor, o hesap nedir, ben bu bilgiden mahrumum. Sınırlarımızı delip buraya girmeyi becererek bir olimpik başarıyı göstermiş insanlara nasıl muamele ettiğimiz noktasında da hayli mustarip gözlemlere sahibim.

Bunlar bizim ülkemizde, evimizdeler; insanlar; insanca yaşamayı, muameleyi hak ediyorlar. Çeteleşmelerine, sokaklarda kol gezmelerine, sosyal dokuyu pervasızca yırtmalarına izin verilmesi ayrı bir dert, insanca muamelenin çok görülmesi ayrı bir dert.

Türk devletinin vardır bir bildiği; ne diyelim. İran, bir huni gibi ne kadar mülteci varsa toplayıp ülkemizin bidonuna dökerken Türk devletinin savunma refleksi bundan mı ibaret, takati buna mı yetebiliyor?

Binlerce Şii Hazara metropollerde yuvalanırken yarın bunlardan kaçının canlı bomba olacağı bilinmezken nedir bu rehavet? Bu gençlerin İran hesabına çalışan uyuyan hücre olmayacağının garantisini mi almışlar?

Suriye'de Türk askerinin, Türk devleti taraftarlarının can düşmanı olan Fatımiyyun Tugayı zihniyetindeki insanların veya doğrudan mensuplarının bizimle aynı kentlerde yaşadığını düşünmek devletlulara tedirginlik vermiyorsa ne diyebiliriz ki?

Türk devleti ne kapıda ne kentte mülteci meselesiyle hakkıyla ve hakkaniyetle alakadar olacak bir temkinden yoksun. Salmış. Ciddiyetsiz bir duruş bu.


"Taliban eski Taliban değil, tanınma meselesi, zafiyeti yok"

- Merkel, Afganistan meselesinde Türkiye ile birlikte çalışmalıyız çıkışında bulundu. Türkiye, Taliban'ın iktidara gelişiyle birlikte nasıl bir siyaset izliyor? Taliban, Türkiye'ye nasıl bakıyor? İmkânlar ve Riskler bağlamında Türkiye-Taliban ilişkisi nasıl okunmalı?

Börek yemeye mi çağırıyorlar, Türkiye'yle birlikte yemek istedikleri nerede o börek? Davet ediliyorsak orada bir herze vardır. Batı'nın nazarında biz sadece mayınlı bir arazide öncü olabiliriz, değilse artçılıktır bize reva gördükleri konum.

Şu havalimanı muhafızlığı meselesi tam da bu türden bir artçılık. Türkiye'nin kim bilir hangi müzakereler neticesinde böyle bir göreve talip oluşu, bunu Taliban'a adeta dayatmaya yeltenmesi Türkiye'yi Taliban nezdinde en sorunlu ülke konumuna düşürdü, becerenlere bravo yani.

ABD'yle de tüm komşularıyla da daha rahat ilişkiye girebiliyor fakat Türkiye söz konusu olunca bu artçı güç davranışından ötürü tepki duyuyor. İran'la, Çin'le, Rusya'yla salına salına heyet hâlinde pozlar verirken Türkiye'ye bir fotoğrafı çok görmelerinin sebebi bu.

Taliban eski Taliban değil, tanınma meselesi, zafiyeti yok. Bir provokasyona kurban gitmezse, süreç rayında giderse, finalde olacağı da bu. Herkes tanıyacak ve Taliban normalleşecek.

Türkiye, ABD'nin artçılığına fit olmasaydı bu süreçte pekâlâ öncülük üstlenebilirdi. Ama kaçırdı o treni. Taliban ona uzun bir süre bağımsız bir özne olarak bakmayacak, ABD'nin ajandasını teslim almış bir vekil muamelesi yapacaktır ki yeterince rencide edici ve vakit kaybettiricidir bu.

Fakat zamanla taşlar yerine oturacak ve Türkiye Afganistan'da insani yardımlarla ve faaliyetlerle giderek meşrulaşıp farklı türden bir normalleşme yaşayacaktır.


"ABD Taliban'la barış masasına oturmayı 2010’dan beri kafaya koydu"

- 1979-1989 yıllarında Mücahidlerle savaşan Rusya, günümüzde Taliban ile diplomatik tanıma sinyalleri verirken, 2001'de Talibanla savaşan ABD ise, Doha'da Şubat 2020'de barış anlaşmasına imza attı. Dünyada tırnak içinde "terörist örgüt" olarak görülen bir yapı, nasıl oluyor da ABD, Çin, Rusya ve AB tarafından diplomatik ilişki kurulacak aktör olarak görülüyor? Bu durum tepkilere mazhar olmuyor da Türkiye'nin Taliban ile ilişkisi, eleştiri konusu veya Türkiye'nin Afganistan'da ne işi var sorgulamasına neden yol açıyor acaba?

ABD Taliban'la ilişki kurup onunla barış masasına oturmayı çok önceden kafaya koydu. Ben ta 2010'da filan çekilmiş bazı Amerikan filmlerini seyrettiğimde dedim ki Amerika kesinlikle çekilme için kendi kamuoyunu hazırlıyor. Çünkü filmlerin teması, kazanılması muhal bir savaştan dem vuruyor.

Her ne kadar Amerikalılar finalde kazansa da o kadar korkunç zayiatlar verdikleri çatışmalar yaşıyorlar ki, seyirci buna değer mi diye sormak zorunda kalıyor.

"O kadar görünmez ve yılmaz bir düşman ki en iyisi onu kendi perişanlığıyla baş başa bırakıp çekip gitmek. Medeniyet götürmeye çalışmak gereksiz. Beyaz Adamın Yükü şiirindeki yükü taşımak gereksiz. Hadi çıkalım Afganistan'dan!.." Filmlerin aşıladığı hissiyat buydu.

Sahiden de 2011'de Amerikan ordusunun Afganistan'daki mevcudunu azamiye çıkardığı sene, Taliban'la ilk masayı da kurmuşlar. Yani masaya güçlü oturmak için sahadaki yığınaklarını artırmışlar.

Taliban'ı sahada yenemediler fakat iyi-kötü bir anlaşma yapacak kadar da masaya oturtacak bir dirayeti gösterdikleri de ortada. Taliban masaya oturduğu andan itibaren sisteme dâhil oldu.

Sistem içine girdi, oyunu kurallarına göre oynamayı kabul etti. Bu oyun devletçilik oyunu. Bir hareket gibi davranmak yerine uluslararası kurallara riayet eden bir özne olma oyunu.
 


10 yıl, bir örgütü ehlileştirmek için hiç de kısa bir süre değil. Ehlileşti de büyük oranda. Onu bir terör örgütü olarak yaftalayıp ilişkiye girmekten sakınmak için fazla ideolojik bir koza içinde yaşıyor olmak gerek.

Türkiye hükümeti İslamcılık iddiası veya ithamıyla malul olmasa daha rahat davranırdı kanımca. Hikmetyar'la çekilmiş bir fotoğraftan ötürü kırk senedir Afganistan deyince o enstantaneyi gündeme getiren bir muhalefetin kalitesizliği ve çirkefliği de hükümeti pasifize etti.

Felçleştirici bir muhalefet var zaten nicedir. İç savaş üslubu o kadar baskın ki muhalefete koz vermeme adına en makul ve meşru adımlar dahi anca zar zor bulunmuş bir kılıfa sokulduktan sonra atılabiliyor. Pek çok başka konuda kimin ne dediğine zerrece perva etmeseler de.

Taliban, Türkiye'nin uzak komşusu. Türkiye için önemli olan Afganistan'dır, Taliban veya bir başkası, başında kimin olduğu, hangi ideolojinin hükümferma olduğu değildir. Oradaki karındaşlarımız, kaderdaşlarımız, kadim komşularımız ve ortaklarımızın hatırıdır esas olan.

Türkiye'nin dış politikasında bu tarihi derinlik ve maneviyat var mıdır, bilemiyorum. Otuz senedir Raşid Dostum'un kefesine yumurta yığmaktan başka bir uğraşısı var mıdır sorusuyla birlikte ele almak lazım bu kaygıyı.

Neyse ki yetimhaneler, hastaneler, okullar, Dostum'a verilen desteğin kefareti hesabına yazılabilir kalemler olarak öne çıktı. Bundan sonra bari daha tarafsız, daha eşit mesafeli, daha sosyolojiye odaklı ve uzun soluklu, betona değil insana yatırımlar yapıp Afganistan'ın geleceğinde iyi vasıflı şahsiyetlerin söz sahibi olmasına katkı sunabiliriz belki. 
 


"Afganistan'da ulus inşası okul inşasına benzemez"

- Afganistan'da farklı dönemlerde sahada bulunmuş, bununla ilgili gzt.com dan mücerret haber sitesine oradan da Gerçek Hayat dergisine kadar makaleleri olan ve şiir kitapları hariç 11 kitaba da imza atmış biri olarak Taliban'ın iktidara gelişiyle birlikte tekrar 90'lardaki gibi bir iç savaş yaşanma ihtimalini görüyor musunuz? Ülkenin çok kimlikli, çok etnikli ve çok aşiretli yapısından bir ortak akıl ve ortak siyaset üretebilir mi?

İç savaş Afganistan'a içkin bir gerçekliktir. İçin için yanan bir kor düşünün. Ülke sosyolojisi bunun için biçilmiş kaftan. Kavimler, kabileler öyle serpiştirilmiş ki hepsinin bir diğeriyle dövüşmek için tutanakları da var tutamakları da var.

Üstüne daha evvel bahsettiğim harici bedhahlar da eklenince iç savaş daima kapıdadır. Taliban ne kadar olgunlaşmış olursa olsun iç savaş çıkarmak isteyen bir güruh sahaya fırladı mı yapacak bir şey kalmayabilir.

Kameralar kapandığında Taliban yine eski huylarına süratle dönebilir de. Yahut hâlihazırda onu pek uysal bulup şansını zorlayanlar tepesini attırabilir ve elini korkak alıştırmaya her an bir son verebilir. 

Şu da var ki Afganistan'da iç savaş ihtimali artık bir ihtimal değil, neredeyse başlamış bir hadise. Ahmet Şah Mesud'un İngiliz terbiyesinden geçmiş oğlu Washington'da çıkan bir gazeteye ve bir Fransız nüfuz casusuna beyanlarda bulunarak çoktan Taliban'a isyan bayrağını çekti bile.

Burada mesele şu: Taliban istikrar adına Çin'e mahkûm edilmiş, adeta altın tepside Çin'e peşkeş çekilmişken, Pakistan ve İran da Çin nam-ı hesabına Taliban'ı Kuşak-Yol projesinin yeni partneri hâline getirmek için tam saha pres uygularken Çin'in asıl ortağı, Batı'daki müttefiki İngiltere, ülkeyi istikrarsızlaştıracak, tüm Kuşak-Yol'u ve kargaşaya sürükleyebilecek bir iç savaş fitilini ateşlemeye niçin kalktı?

Acaba Taliban'ı terbiye etmek için bir kırbaç olarak mı, yoksa tepesinde sallanan Demokles'in kılıcı olarak mı kullanmayı düşünüyorlar?

Yoksa sadece Çin'i tehdit edip pazarlıkta paylarını artıracak bir koz olarak mı kullanma niyetindeler?

Kılık kıyafetine, hâl hareketine bakılırsa Ahmet Mesud'un da Pençşir Dağları'ndansa Londra'daki salonlarda takılmak daha çok hoşuna gidecek gibi. Hin-i hacette kullanmak üzere bir gösterip, bir çekebilirler de.

Şu var ki Taliban'ı iç savaşla sadece yıpratabilirler, deviremezler. Taliban'sa, yeter ki Afganistan içinde olsun, herkesin dengesini bozacak güçte olmayı daha uzun süre devam edecektir.

Tüm etnisiteleri sulhta uzlaştırmak, üst bir kimlikte buluşmak meselesine gelince, Taliban en uzak olduğu Şii Hazaralarla oturdu ve anlaştı. En evvel onlarla anlaştı. Çatışmasızlık anlaşması karşılıklı jestlerle ileri boyutlara taşındı.

Neden olmasın? Sosyoloji de kader de değişmez değildir. Sadece fazla vakit alır ve nüksetmek gibi kanservari bir huyu vardır.
 


"Oryantalist kibrin sosyolojisi Tahkirle el ele verdi ama Orient’in sosyolojisi oryantalistleri madara etti"

- Son soru, bize üç madde sıralayacak olursanız şayet Taliban'ın başarısındaki üç madde, ABD ve NATO'nun başarısızlığına dair üç madde sıralayan desem neler söylersiniz? 

Bir savaşta taraflardan birinin başarısızlığından söz ettiğimizde umumiyetle ötekinin başarısından söz ediyoruzdur. Çok bilinen şeyleri tekrarlamak istemiyorum. ABD ve stepnesi NATO, Afgan köylüsü ve talebesi olan Taliban'a İkiz Kuleleri uçaklayan Vehhabiler muamelesi yapmakla kaybetti.

Savaşta propaganda kaçınılmazdır fakat sen de attığın yalana inanıyorsan bu zehirleyicidir. Taliban'la Kaide'yi birbirine kenetlemek daha fazla canlı bomba, daha fazla yıkım ve derinleşmiş bir savaşı doğurdu.

İstedikleri Kaide olsaydı 200 bin Afgan'ın canına mal olmadan da bunu kotarabilecek teknolojileri de altyapıları da diplomasileri de vardı. Niyetten kaybettiler.

Afganistan'ın en hayırsız adamlarıyla iş tuttular. Ya haydut ya yolsuz ya eroinci veya tüm bunları taşıyan adamlarla. Milyar dolarlar bunların elinden geçti. Geçti ve halka ulaşmadan kasalarına veya yurt dışı hesaplarına aktı.

Sonsuz bir meblağı harcarcasına bu haramilerin doymak bilmeyen kursaklarını doldurdular. Halk aç biilaç, bu tahrik edici ilişkiyi seyrettikçe Taliban'ın ne kadar masum, ne kadar vatansever, ne kadar haklı olduğunu düşündü durdu. Kendisine yar olmayan işgalci def olup gitsindi.

Ulus inşası okul inşasına benzemez. Tamam, çağ değişimin çok hızlandığı dijital bir çağ ama sosyoloji sadece Taliban için değil, pek bilimselci, ilerlemeci Batılılar için de orada durmaya devam ediyor.

Kaç bin yıllık ataerkil milleti, kaç bin yıllık tarım toplumu olmaktan çıkaracak altyapıları kurmaksızın üst yapısal makyaj ve mesajlarla dönüştüremezsin. Anca bir yere kadar dönüştürürsün.

Nüfusunun çoğu kırsalda yaşayan bir ülkenin kent merkezlerinde kısmen bir değişime imza atabilirsin. Oryantalist kibir sosyolojiyi tahkirle el ele verdi, sonunda Orient'in sosyolojisi oryantalistleri madara etti. Laiklere, özgürlüklere, haklara rağmen kısıtları, kuralları, kulluğu savunan bir ekol kazandı.

Kazanmak için gereken hırsa sahiplerdi çünkü. Gözleri kör eden bir hırs değildi bu. Taliban metaneti iliklerine dek içselleştirmiş bir kavmin çocuğudur. O ne başarıda şımarıklık eder, ne de başarısızlıkta dizlerini dövüp vaveyla eder.

Uzun solukluluk Peştu muzafferiyetinin esasıdır. Sportif genlerden en yoksun kavim onlardır fakat dünyanın en iyi yürüyüşçüleridir. Bu, bir savaşı kazanmanın en önemli dayanaklarındandır.

En iyi piyade en iyi yürüyendir. Daha uzağa gidebilir, düşmana gerektiğinde daha fazla yaklaşabilir ve gerektiğinde uzaklaşabilir. Dağlarda, çöllerde düşmanın enerjisini ve moralini diplere indiren bir inat ve rahatlıkla yürüyen bu sıradan Peştu gençleri Rambo'ları dize getirdi. Çünkü yüz yüze geldiklerinde Rambo'nun canı burnunda ve tıknefesti.

Peştular dünyanın en iyi gerillalarıdır. Çünkü savaş idrakleri doğuştan gerillacıdır. Nihai bir savaşa girmezler. Kesin zaferi bir an evvel ele geçirmek için acele etmez, bu yüzden de hataya düşmezler.

Vur-kaç savaşını gurur meselesi yapmazlar, kaybedecekleri bir cephe savaşına girmeyecek kadar güçlü sezgilere sahiptirler ve kurnazdırlar... Netice-i kelam en büyük kozları zamandı ve ona oynayıp kazandılar.

Yürüyerek, motosikletle veya pikapla her gün bir köyde kalıyorlardı. Her gün bir başka köyde. Bir grup bir köyde iki gün üst üste kalmıyordu. Gün batmadan hedef köye giriyor, akşam namazında köy mescidinde yerlerini alıyorlardı.

Gezgin dervişler gibi. Onlar kadar mütevekkil ve mütevazı. Köylüler bir önceki gün de yaptıkları gibi bu defa o grubu kendi aralarında bölüşüp evlerine birer ikişer götürerek akşam yemeği ikram ediyor, sonra çaylarını içirip yolcu ediyorlardı. Aynı şey bir de sabah namazında tekrarlanıyordu.


"Taliban inanmışlar ordusuydu. Bunu Marksist Zizek bile fark etti; uyuz kibrine ve çatallı diline rağmen"

Taliban, binlerce savaşçısı için tek kuruş harcamadan iaşelerini temin ediyor ama daha önemlisi halkla hareketi birbirine katıştırmak, kaderlerini ortaklaştırmak cihetine gidiyordu.

Zaten ucuz bir terlik veya naylon ayakkabıyla dolaşan mücahitlerin günlük toplam masrafı mümkün olan en asgari seviyedeydi. Taliban'ın yıllık toplam masrafının Amerikan ordusunun günlük harcamasının yüzde biri olduğuna dair şayialar şayet doğruysa istatistik de Taliban'dan yanaydı.

Taliban orantısız bir savaş veriyordu. O kadar asimetrik bir düşmanla karşı karşıyaydı ki onu yoksulluğuyla alt ediyordu.

Taliban bir inanmışlar ordusuydu. Bunu Zizek bile fark etti, o uyuz kibrine ve çatallı diline rağmen. İman muazzam bir şeydir. Bu şüphe, belirsizlik, inkâr çağında inandığı mutlak, fizikötesi değerlere ait olmak, kendisini kozmik ve kültürel olarak bir bütünün parçası, bir akışın devamı olarak görmek muhteşem bir şeydir.

Taliban o kaybettiğimiz eskiyi temsil ediyor. Olanca ataerkilliği, erilliği, kırsallığı ile. Onun dilemması da bu. Savaşı kazanmasını borçlu olduğu bu çağdışılık, zaferden sonra ondan çağdaşlaşmasını talep ediyor.

Oyunu kurallarına göre oynadığında, gerekenleri yaptığında diğerlerine, herkese, bize benzeyecek. Belki o zaman Afganistan diye anılmaya değer bir ülke de kalmayacak. Örgütler mezarlığında Taliban da kendi türbesinde yatıyor olacak. 

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU