Binyamin Netanyahu kesinlikle farklı bir sahne istiyordu.
İsrail'in düşmanları teslim olduktan sonra Kudüs'ten savaşın bittiğini duyurmayı umuyordu.
Bu gerçekleşmedi.
Bu uzun çatışmada ölümcül darbeler son derece zor.
Bugün, zorlu bir buluşmaya doğru yol alacak.
Kendisine her tür desteği vermekten kaçınmayan, İran'ı cezalandırmakta kendisine eşlik eden ve uçakları nükleer tesisleri vuran Beyaz Saray’ın efendisi tarafından çağrılmaya benzeyen bir buluşma.
Beyaz Saray'a giderken Netanyahu, başarıları olarak gördüğü şeylerle kendisini avutacak.
“Sinvar Tufanı”nı varoluşsal bir savaşa dönüştürdü. Yedi cephede savaştı.
Gazze'yi haritadan sildi ve enkaz yığınları Kassam tünellerinin üstünü kapladı.
Seleflerinden kat kat fazla Filistinliyi öldürdü.
Tahran'da İsmail Heniye'yi öldürdü.
Yahya Sinvar'ı, kardeşini, Muhammed Dayf'i ve diğerlerini öldürdü.
Bu adamın öldürdüğü tüm kişilerin isimlerini hatırlaması zor ama kesin olan şu ki, Gazze Şeridi'ni İsrail ile askeri çatışma boyutundan çıkardı ve ateşkes için de Hamas'ın Gazze’den çıkmasını şart koşuyor.
Önerilen tüm projeler, Hamas'ın Gazze'de bir geleceği olmadığını öngörüyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Buluşma ile ilgili endişesini, başarıları olarak gördüğü şeyleri sıralayarak aşıyor.
Suriye'de onlarca yıl konuşlandıktan sonra Kasım Süleymani'nin varislerini oradan uzaklaştırdı.
Beşşar Esad, “direniş ekseni”ne katıldığı için ağır bir bedel ödedi ve Rusya'ya kaçtı.
Gülümsüyor ve kendi kendine şöyle diyor:
Kim inanırdı ki Suriyeli bir yargıç, heykelleri Saddam Hüseyin'inkiler gibi yıkılan Hafız Esed'in oğlu hakkında gıyabi tutuklama emri çıkarmaya cesaret edebilecek?
Kendi kendine mırıldanıyor:
Ahmed eş-Şara'nın derin niyetlerine güvenmek zor. Ancak savaşın dayattığı güç dengesi ona başka seçenek bırakmıyor.
Suriye'nin toprak bütünlüğünün kurtarılması, kaçınılmaz olarak İsrail ile çatışmanın askeri boyutundan çekilmesini, yani bir güvenlik anlaşmasını, tampon bölgeyi ve Amerikan garantilerini kabul etmesini gerektiriyor.
Şara uluslararası toplum trenine binmeyi seçti ve biletin fiyatı belli.
Kendi kendine konuşmaya devam ediyor. Sinvar Tufanı’nın ertesi günü Hasan Nasrallah savaşa dahil olmayı seçti. Hizbullah, “angajman kuralları” çerçevesinde hareket edeceğimizi sanıyordu.
Sinvar Tufanı’ndan sonrasının öncesi ile aynı olmadığının farkında değildi. İsrail savaş makinesi Hizbullah liderlerini yok etti.
Yeni güç dengesi ortada. Suriye derinliği olmadan Hizbullah İsrail'e karşı savaş açamaz.
İlk kez cephaneliği bir iç sorun haline geldi ve diğer bileşenlerle ilişkileri zehirlendi.
Lübnan yönetiminin silahına sağladığı meşruiyet örtüsünü kaybetti.
İran'ın Suriye'yi kaybettikten sonra Lübnan'ı da kaybetmeyi kabul etmeyeceği aşikar, ancak geçmişi tekrarlamak artık mümkün değil.
Düşmanca eylemlerin kesin olarak sona erdirilmesi, Lübnan'ın İsrail ile çatışmanın askeri boyutundan çekilmesi anlamına geliyor.
Kendisine çok tehlikeli bir karar verdiğini hatırlatıyor: Vekilin ardından asıl sorumluyu cezalandırmak.
Uçakları, generalleri ve nükleer bilim adamlarını şaşırtıp öldürdükten sonra Tahran hava sahasını kontrol altına aldı.
Oyunu değiştirdi ve savaş makinesini Süleymani'nin ülkesine yönlendirdi.
İran’ı on yıllar içinde ustalaştığı şeyden, yani vekalet yoluyla savaşı yönetmekten mahrum bıraktı.
Kendi kendine mırıldanıyor. Tufan’dan sonraki İran, kendisinden önceki İran'a benzemiyor.
Ekseni yara aldı, rolü yara aldı ve halesi yara aldı.
Ekonomisi kan kaybediyor, para birimi intihar ediyor ve işte yaptırımlar Avrupa'nın ısrarıyla yeniden semalarını kaplıyor.
Husileri, füzelerini ve insansız hava araçlarını hatırladı.
Hükümetlerine indirdiği darbe öfkesini dindirmedi.
Mesafeye ve coğrafyanın onları korumadaki katkısına rağmen, onlarla hesaplaşmayı hayal ediyor.
İsrail, Beyaz Saray'da Donald Trump'tan daha iyi bir dost bulamazdı.
Ona sınırsız destek verdi ve savaşlarını sonuçlandırması için defalarca fırsat tanıdı.
O da onunla ilişkisini ustaca yönetti. Bu adamı kızdırmamak en iyisi, çünkü öfkelendiğinde veya ortağının onu aldattığını hissettiğinde çok ileri gidiyor.
İsrail'in, özellikle de son savaşlarında açıkça görülen teknolojik üstünlüğü sayesinde sağlam bir askeri kale olduğundan şüphesi yok.
Ancak bu kalenin devamlılığının Amerikan askeri ve diplomatik desteğinin can damarına bağlı olduğunu biliyor.
İsrail kalesinin anahtarı Beyaz Saray'da. Bu nedenle, Oval Ofis'teki “general”i kızdırmak doğru değil.
İsrail'in güçlü olduğunu hissediyor. Artık Gazze, Lübnan, Suriye veya İran tarafından tehdit edilmiyor.
Ama aynı zamanda bir burukluk hissediyor.
BM Genel Kurul salonundan heyetlerin ezici çoğunluğunun ayrılması, İsrail kalesinin gerçek bir izolasyon tehdidi altında olduğunu hissetmesine neden oldu.
Hükümetteki fanatik ortaklarının tehlikelerini anlamadığı bir izolasyon.
Burukluk ve büyük bir endişe.
Birçok kişi öldürüldü, ancak en tehlikeli olduğunu düşündüğü bir hayalet belirdi.
Ateşkes sadece rehinelerin ve cesetlerin geri dönmesine yol açmayacak.
Aynı zamanda İsrail içinde fırtınalara ve yargılamalara da yol açacak.
Kim bilir, belki de onun yerine bir Filistin devletinin kurulmasını kabul etmek zorunda kalacak biri oturacak.
Bu devletin hayaleti, ateşkes ve barış içinde bir arada yaşama çağrılarında gizli.
Bu devletin hayaleti, Amerikan planının şartlarında da mevcut.
Trump'ın Batı Şeria'yı veya bazı kısımlarını ilhak etmesini engelleme sözü oldukça önemli.
Trump'ın savaşı bitirme ve Nobel Ödülü alma arzusu onu endişelendiriyor.
Araba Beyaz Saray'a yaklaşıyor.
Aklına acı dolu bir düşünce geliyor.
İsrail'e roket atanlara zehir dağıttı.
Ancak bugünkü buluşması şüphelerini körüklüyor:
Trump, İsrail'e ve suçlarına yardım etmekten bıktı mı?
Onu zehri yudumlamaya zorlayacak mı?
Birçok cephede savaşı kazanıp Filistin devleti cephesinde mi kaybetti?
Amerikan planı, savaşan taraflara zehir dağıtma planı mı?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.