Türkiye'deki köşe yazılarının ve sohbetlerin büyük bir kısmı genellikle günlük politika ve siyaset üzerine odaklanıyor.
Ben de bu konuda birçok yazı yazdım, birçok konuşma yaptım.
Ancak dönem dönem, ihmal etmeden, daha bölgesel sorunlara, şehirlerimizin meselelerine ve halkın günlük hayatını doğrudan etkileyen sorunlara değinmeye çalışıyorum. Fikirlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Özellikle benim için çok değerli olan Diyarbakır, İstanbul ve Midyat gibi, hayatımın büyük bir kısmının geçtiği şehirlerle ilgili sorunları gündeme taşımayı bir görev olarak kabul ediyorum.
Bugün Diyarbakır'ın kentsel dönüşüm ve imar durumu hakkında bazı görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
Diyarbakır, Türkiye genelinde nispeten şanslı bir şehir.
Hangi konuda? İmar konusunda.
1994'te Refah Partisi'nin iktidara geldiği yıldan bu yana, eksiklikler ve hatalar olmakla birlikte, Türkiye geneline kıyasla güzel işler yapıldı.
Refah Partisi döneminde başlayan bu süreç, ardından gelen HADEP dönemi ve kayyum dönemleriyle devam etti; günümüzde ise DEM yönetimi altında şehir, genel olarak daha doğru ve verimli bir çizgide ilerliyor.
Ancak bu, DEM yönetiminde şehrin hiçbir sorunu olmadığı ya da tüm sorunların çözüldüğü anlamına gelmiyor. Ne yazık ki, Diyarbakır'da hâlâ ciddi problemler var.
Şehrin yaklaşık yüzde 65-70'lik kesimi imar açısından uygun ve yaşanabilir durumda olsa da, geri kalan yüzde 30-35'lik bölüm ciddi sıkıntılarla karşı karşıya.
Bu sorunlar son 5, 10 ya da 20 yılın değil; daha çok 50, 60, hatta 70 yıl öncesinden gelen, özellikle 1970-1990 döneminde daha da derinleşen şehirleşme sorunlarından kaynaklanıyor.
Diyarbakır'da bu sorunları yaşayan ve en acil müdahale gerektiren bölge ise "Eski Bağlar" olarak bilinen mahallelerdir.
Burada yaklaşık 150 bine yakın insan yaşıyor; yani sorunlu bölgeyi oluşturuyor.
Bunun yanı sıra, Yenişehir ilçesine bağlı Şehitlik ve Fiskaya'nın bir kısmı, Sur ilçesine bağlı Fiskaya'nın diğer kısmı ve Sur içi olarak adlandırdığımız bölge de ciddi sıkıntılar içinde.
Kayapınar'daki demiryolu hattı üzerindeki huzurevleri bölgesi de mutlaka müdahale edilmesi gereken yerler arasında.
Önce Eski Bağlar'dan başlayalım.
Eski Bağlar, 1960'lardan sonra köyden şehre gerçekleşen plansız göçün, rastgele ev ve sokak inşalarının, çoğu zaman hazine veya vakıf arazileri üzerine yapılan işgallerin sonucu olarak bugün yaşanamaz bir hâle gelmiş durumda.
Buradan tüm politikacılara, tüm siyasilere sesleniyorum; yanlış anlaşılmasın, parti farkı gözetmeksizin: AK Parti, HDP, DEM ve Diyarbakır'daki diğer tüm parti yöneticileri…
Acaba içinizde bir tek milletvekili, bir tek belediye başkanı, bir tek parti yöneticisi, bahsettiğim mahallelerde yaşıyor mu?
Sur Belediye Başkanlığı yapmış kişiler bile trajikomik bir şekilde, kadim Diyarbakır veya Sur içi olarak bilinen bölgelerde yaşayan tek bir belediye başkanı gösterilebilir mi?
Hayır, ilçenin belediye başkanları ve Sur belediye başkanları çoğunlukla Sur'un dışında oturuyor.
Çok meşhur gurmelerin veya namuslu lokantacıların bir tabiri vardır:
Yemediğim yemeği başkasına yedirmem.
Peki siz oturmadığınız, oturamadığınız, kendinizi oturmaya layık görmediğiniz mahallelerin yönetimini yaparken, bu durumu nasıl içselleştirdiniz ve vatandaşları bu hâlde bıraktınız?
Bu nedenle yapılması gereken acil iş şudur:
Bütün bu bölgelerde kentsel dönüşüm uygulanmalı ve yeni planlamalar yapılmalı.
Kısmen bu çalışmalar başlamış durumda.
Örneğin, çok önceki bir belediye döneminde, Bağlar'da bir mahallede kentsel dönüşüm planı hazırlandı.
Benzer şekilde, Kayapınar ilçesinde hâlâ köy görünümünde duran Peyas Mahallesi için de bir imar düzenlemesi yapıldı.
Ancak Diyarbakır Mimarlar Odası, şehir ve bölge planlamacıları ve ilgili odalar bu planlara itiraz ederek uygulamayı durdurdu.
Bu iptalin doğru mu yanlış mı olduğu tartışması başka bir konu.
Ben 26 yaşında, 1984 yılında Ankara Keçiören Belediyesi'nde Turgut Özal döneminde başkan yardımcılığı yaptım ve 44 yıldır inşaat mühendisiyim.
Niye bunları anlatıyorum?
Masanın her iki tarafını da biliyorum.
Bilmesem bile, bir vatandaş olarak, bir insan olarak, şehirde yaşayan biri olarak neyin iyi, neyin kötü olduğunu ayırt edebilecek bir bilince sahibim.
Bu yüzden "iptal kararı doğru muydu, yanlış mıydı?" tartışmasına girmiyorum.
Mimarlar Odası, Diyarbakır Mimarlar Odası ve Şehir ve Bölge Planlamacıları Odası, haklı sebeplerle itiraz edebilir. Bunu tartışmıyorum; ama sadece "biz itiraz ettik, durdurduk" diyerek işin içinden çıkamazsınız.
Özellikle Diyarbakır gibi, her Diyarbakırlının şehrine aşık olduğu ve siyasi-kültürel bilincin, aidiyetin en yüksek seviyede olduğu bir şehirde, sorumluluk sahibiyseniz alternatif tasarımlar üretmek zorundasınız.
Diyarbakır'daki bu sorumlu mahalleler ve şehrin geneli için alternatif planlar ve projeler çizilmeli, sunulmalı ve yarışmalar düzenlenmeli. Bu elbette belediye için de bir zorunluluktur.
Geçenlerde bir çağrıda bulunmuştum:
Diyarbakır'ın en önemli iki meydanı olan Dağkapı Meydanı (son dönemdeki ismiyle Şehzade Meydanı) ve Ulu Camii önündeki meydan mutlaka düzenlenmeli.
Sevindirici bir haber de geldi:
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı, Dağkapı Meydanı ile ilgili bir tasarım yarışması açılacağını açıkladı.
Bunlar çok güzel gelişmeler.
Çünkü Dağkapı Meydanı ve Ulu Camii önündeki meydan, İstanbul'daki Sultanahmet ve Taksim Meydanı gibi, şehrin simge meydanlarıdır. Sultanahmet Meydanı cami önü ile Taksim Meydanı ise şehrin merkezi ile özdeşleşmişse; Diyarbakır'da da Dağkapı ve Ulu Camii meydanları aynı öneme sahiptir.
Bu meydanlar mutlaka düzenlenmeli ve bölgenin mimarisine uygun, estetik bir tasarım yapılmalı.
Bu nedenle belediyede, Mimarlar Odası ve Şehir ve Bölge Planlamacıları Odası, "doğruya doğru, eğriye eğri deriz, gerisine karışmayız" diyemez.
Diyemezsiniz; siz noter değilsiniz.
Bu şehir için doğru planlamalar ve alternatif çözümler mutlaka ortaya konmalı.
"Biz çizdik, hazırladık, yaptık ama paramız, gücümüz yetmiyor" diyebilirsiniz.
O halde iş birliği yapalım: devletin, hükümetin, ilgili bakanlıkların kapılarını birlikte çalalım; bankalarla, yurtdışı finans kuruluşlarıyla -gereken kaynak ve yetkiyi sağlayabilecek tüm aktörlerle- ortak çözümler üretelim.
Özellikle Sur içi perişan bir durumda. Hendek döneminde yakılan-yıkılan yerler ayrı bir konu; ama Sur'un içi mimari açıdan zaten yaşanılmaz hâlde.
Eski tabirle "ma'il-i inhidam" diye bir durum var; yeni nesil belki bu terime aşina değil.
Bunun yanı sıra Hıfzıssıhha Kanunu'ndan kaynaklanan zorunluluklar da mevcut.
Eğer "ma'il-i inhidam" ile Hıfzıssıhha Kanunu'nu üst üste koyarsanız ne anlaşılıyor?
Teknik olarak bu evde, bu binada, bu sokakta, bu mahallede sağlıklı ve güvenli bir hayat sürdürülemez; bu binaların yıkılma tehlikesi var.
Bu yüzden en kısa zamanda yenilenmeleri şart. Kanun da bunu söylüyor.
Gelin beraber gezelim: Eski Bağlar'ı, Fiskaya'yı, Şehitlik Mahallesi'ni dolaşalım.
Eğer siz hâlâ "ma'il-i inhidam" ve Hıfzıssıhha Kanunu açısından bu yerlerin uygun olduğunu düşünüyorsanız, 44 yıllık diplomamı önünüzde yırtıp hepinizden özür dileceğim.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish