Yol

Gürsel Tokmakoğlu Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Sarah Grillo/Axios

Dünyada belli yollar var, üzerinde akan şeritlerde yol alanlar veya yolunu bulamamışlar da var.

Burada politik bakışla ve toplumlarla ilgileneceğiz.

Örneğin Suriye konusunda durum ne, diye bakacağız.

Suriye'de, Lübnan'da, İsrail'de medeniyetler mi çatışıyor diye soracağız.

Benim "yol" dediğimi siz istediğiniz şekilde geliştirebilirsiniz; politika, hedef, ideal, amaç, çözüm, strateji, yarış, mücadele, gelişme…

Başlıklar: Gücü Tarif Etmenin Erdemi; Medeniyetler Çatışması Sorgusu; Büyükelçi Barrack Örneği; İdrak Sahibi Politikacılar ve Yol Budur.


Gücü tarif etmenin erdemi

Bakış açıları farklıdır. Beklentiler, bilinenler, sebepler farklıdır.

Politika düşünce, çıkar, hedef, iddia, her ne ise hepsiyle ilgilidir.

Bireyler politik atmosferin içindedir. Politika insanın yaşamındadır.

Güçlü organizasyonlar toplumlar için de politika vardır, kendini organize etmekten aciz tolumlar için de.

Güçlü organizasyonlar, dünyayı yöneten güçlerin sistemlerine dahil olanlarla açıklanır.

Zayıf olan kötü demek değildir, ancak yarışa girdiklerinde biri önde gider, diğeri geride.

Önde olmak veya geride kalmak bir seçim midir, hata veya eksiklik mi?

Dünya böylesi bir yerdir, hepsi içinde ve gerçek.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Politika seçimdir. Seçtikleriniz neler?

Bir de toplum olarak seçeceklerinize karar verdiniz, ortak hareket edebiliyor musunuz?

Bir toplumun güçlü şekilde seçtiği, o yolda odaklanması ve kurduğu organizasyonunun hatasız çalışması onu yarışta öne çıkarabiliyor mu?

Karayolunda ilerlemek gibi düşünün, öndekiler ve arkadakiler, modeli yüksek veya düşük araç sahipleri, ehliyetini yeni alanlar ile 40 yıllık araç kullananlar, böylece çok şey bilen ile az şey bilenlerin yan yana akan şeritlerde olduğunu düşünün, kazasız ve zamanında hedefinize ulaşmanız söz konusu.

Bazen görmezden gelirsiniz, bazen orada, bir araç boyu mesafede bile üstünlük kurmak istersiniz.

Psikoloji devrededir, insan hali dediğimiz şeyler öne çıkıverir.

Dünya böyle; ama organize olabilmek, güçlü bir sistem kurabilmek, sistemi geliştiriyorken, diğer yandan sahip olunan hususlara tam riayet edebilmek, başkalarına saygı ve sevgiyle yaklaşabilmek, olumlu katkı ve değer üretebilmek, eğitimli ve sağlıklı olmanın hemen hemen bütün yollarını çözmüş olmak, gibi özellikler birini diğerinin önüne koyar, kabul edilse de edilmese de.

Sen de düşün, kararlı ol ve normal yolları kat ederek çalış ve gelişme göster. Bu da politika…

Dünyada daha da gelişmek için mevcut değerler sistemine dayalı bir şeritte araç kullanıyorsunuz.

Bugün bunun tarifi, maddi değerlere göre ahlaki düzeni kurmak ve kendiliğinden işleyebilir kılmak şeklindedir.

Bunun için Batı toplumunda örneğin; Adam Smith "Ahlaki Duygular Kuramı" isimli eseri, Max Weber "Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu" veya "Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı" isimli eserleri yazma ihtiyacı duymuşlar.

Ahlak, kapitalizm, maddi değerler, somutluk, modern olmak, bunun üzerine inşa edilen bir ulus devlet sistemi ve uluslararası sistem var.

Bu Batı toplumu ve onun yarattığı medeniyet örneği. Bu toplum, bu gibi düşünce ve çabaların bileşimiyle bugünün zenginliğini, gücünü yarattı. Eğer bu bir yarış ise öndeler.

İyi de sadece kendileri için mi? Hayır.

Bu bir medeniyet tarifi ve sistem tarifidir.

İçine dahil olanlar buna göre kendini düzenler, gelişir.

Örneğin Doğu'daki Japonya veya Güney Kore böyledir.

Gelişmiş 7 (G7) ülkeleri demek, para, akıl, kurgu, sistem, patent, yöntem, öncülük, vs. demek.

Diğerleri üretici ve tüketici. Tarlalar, madenler, fabrikalar, limanlar, yol alan gemiler ve pazar yerleri…

İsteğe bağlı; eğer isteyen olursa standardı koyanın sahip olduklarına erişebilir ve katkı da verebilir.

Bugünkü G7'ye, olur da yarın G8 denebilir mi?

Bu bir yarış, uzun mesafe koşusu ise, önde kopup giden bir grup var; bunun tarifi böyle.

İnsanlar göç ediyorlar, güvenlik önde olan sebep. Dahası var, refahın, bilginin, değerlerin ve dengelerin daha fazla olduğu yerlere göçüyor insanlar.

Bir de "Düşüncelerimi somutlaştırabileceğim, değer haline dönüştürebileceğim, daha fazla faydalı olabileceğim ortamı arıyorum" diyenler var.

Bu dünya böyle; insanız! Okumak, daha fazla bilgi sahibi olmak, daha çok değer üretmek, buna dair kurulu bir sistem, organizasyon varsa, orada bulunmak arzusu hiç de yabana atılacak bir şey değil.

Ama işte sistem! Bu daha çok, Batı medeniyetinin, somutlaştırılan veya maddi değere dayalı ahlaki tanımlamaların somutlaştırıldığı, buna dair bir sistemin kurulup işletildiği medeniyet tarifi.

Hani sürekli tekrarlıyoruz ya, "Adalet mülkün temelidir!" diye…

Romalılar da peygamberler de aynı vurguyu yaptılar: Mülk.

Mülk kimin?

Sistemin, devletin, sahip olanın, çok çalışanın, tasarruf edenin, iyi yatırım yapanın, değer üretenin, senin benim, bilgiye hükmedenin, parası çok olanın, dinin, diktatörün…

Politika insana özgü bir veri ve işlev... Toplumu sürü gibi görüp yönetme arzusu da politika.

Aşiret sistemi de insana ait. Dini öncelikleri yönetime dahil edenlerinkiler de. İdeolojiler var…

Ama dünya bu; herkes sonuçta ekmek yiyor, para ile alışveriş yapıyor.

"Para ve güç bende dursun, ihtiyaçlarını karşılarım" diyen sistem de var bu dünyada.

Demokrasiler, eksik demokrasiler, otoriterler, tiranlar var. Hepsi bu dünya içinde olanlar.

Bir coğrafyada bir toplum içinde doğup, büyüyor insanlar. Tercih etmeden başlayan yaşamlar var.

Göremeyenler, bilemeyenler, farkı açıklayamayanlar…

Ağırlıklara göre yönetme biçimini seçen politikacılar var, bugün çözüm ancak bu diyenler.

Realistler var, idealistle de bu dünya içinde.

Hepsinin kendine göre aksayan ve istismara açık tarafı var da biri ileride diğeri geride, şimdi bununla ilgileniyoruz, öyle değil mi?

Sizin aracınız bakımlı ve yeni mi, lastiklerinin havası tam mı?

Diğer şeritteki kişinin aracı nasıl?

Yol varsa görebiliyorsunuz, yolun olmadığı yerdeyseniz dağda bayırda, şartlar başka…


Medeniyetler çatışması sorgusu

Samuel P. Huntington'un şu ünlü tezine bakalım, "Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması" konusuna.

Çünkü Türkiye, İsrail, Suriye, Lübnan, daha gerilerden ise Amerika, İngiltere, Fransa, gibi ülke isimlerini saydığımızda bir gerçekle karşı karşıya kalacağız, size bu gerçeği bir sonraki bölümde açıklayacağım.

Önce bazı noktaları hatırlayalım.

Ne diyor Huntington?

Aktarımı biraz geniş tutacağım, önceki paragraflarla sonrakiler arasında tam bağ kursun diye. Şöyle:

Bu yeni dünyada mücadelenin esas kaynağı öncelikle ideolojik ve ekonomik olmayacak. Beşeriyet arasındaki büyük bölünmeler ve hâkim mücadele kaynağı kültürel olacak.

[…] Medeniyetler arasındaki mücadele, modern dünyadaki mücadelenin evriminde nihai safha olacak. Modern uluslararası sistemin Wesphalia Barışı'yla birlikte doğuşundan bu yana, bir buçuk asırdan beri Batı dünyasındaki mücadeleler, büyük ölçüde bürokrasilerini, ordularını, merkantilist ekonomik güçlerini ve en mühimi idare ettikleri toprakları genişletmeye teşebbüs eden prenslerle imparatorlar, mutlakiyetçi monarklarla meşrutiyetçi monarklar arasında meydana gelmiştir.

[…] Bu sonuncu mücadele, Soğuk Savaş esnasında, iki süper güç arasındaki mücadelenin mücessem ifadesi olmuştur.

[…] Bütün bu kavgalar, esasen Batı medeniyeti bünyesindeki mücadelelerdi.

[…] Medeniyet siyasetinde, Batılı olmayan medeniyetler dahil millet ve hükümetler, artık, tarihin, Batı kolonyalizminin hedefleri biçimindeki objeleri olarak kalmıyorlar, fakat tarihin muharrik (kışkırtan) ve müşekkilleri (çözülmesi hemen hemen mümkün olmayan sorunları) olarak Batı'ya katılıyorlar.


Medeniyet, hem dil, tarih, din, adetler, müesseseler gibi ortak objektif unsurlar vasıtasıyla ve hem de insanların sübjektif olarak kendi kendilerini teşhis etmeleri suretiyle tarif edilir. […] Batı medeniyeti, Avrupa ve Kuzey Amerika gibi iki ana varyanta; İslam, Arap, Türk ve Malezya alt-bölümlerine sahiptir.

[…] Geleceğin en mühim mücadeleleri, bu medeniyetlerin birini diğerinden ayıran ‘kültürel fay kırıkları' boyunca meydana gelecektir.

[…] Bir insan, gittikçe artan bir şekilde Japonya'da maneviyata ve Asyalılaşmaya doğru eğilimleri; Nemru mirasının sonu ve Hindistan'ın Hindulaşması, Batının sosyalizm ve milliyetçilik fikirlerinin başarısızlığı ve bunun üzerine Ortadoğu'daki ‘yeniden-İslamlaşma' ve şimdi Batılılaşmaya karşı Boris Yeltsin'in (Not: Huntington bugün yazsaydı daha fazla vurguyla beraber Putin'in derdi) memleketindeki Ruslaşmayla ilgili bir tartışma hakkında (birtakım) referanslar işitir.

[…] Medeniyetler arasındaki çatışmalarda ise bu soru, ‘Sen nesin?' şeklindedir. Bu ise bir veridir ve değiştirilemez. Bosna'dan Kafkasya ve Sudan'a kadar bildiğimiz gibi, söz konusu soruya verilecek yanlış bir cevap kafaya yenecek bir kurşun manasına gelebiliyor. Hatta etnisiteden daha fazla olarak din, insanlar arasında keskin ve dışlayıcı şekilde bir ayrım yapıyor. Bu insan yarı Fransız ve yarı Arap ve aynı anda iki ülkenin vatandaşı bile olabilir. Bundan daha zor olan şey, yarı Katolik ve yarı Müslüman olmaktır.

[…] İnsanlar kimliklerini etnik ve dini terimlerle tanımladıkça, farklı din ve etnik yapılara mensup insanlarla kendileri arasında birbirlerine karşı bir ‘biz' ve ‘onlar' ilişkisinin var olduğunu muhtemelen göreceklerdir.

[…] En mühimi, Batı'nın kendi liberalizm ve demokrasi değerlerini evrensel değerler olarak öne çıkarmak, askeri üstünlüğünü sürdürmek ve ekonomik menfaatlerini arttırmak için sarfettiği çabalar, diğer medeniyetlerden aksi yönde mukabeleler gelmesini tevlit ediyor (doğuruyor, yol açıyor).

[…] Medeniyetler çatışması, böylelikle iki seviyede ortaya çıkar. Mikro seviyede, mücavir gruplar, medeniyetler arasındaki fay kırıklıkları boyunca, toprak ve birbirleri üzerinde kontrol kurmak için çok kere şiddetli biçimde mücadele ederler. Makro seviyede (ise) farklı medeniyetlere mensup devletler izafi bir askeri ve ekonomik üstünlük uğruna rekabet eder, uluslararası kurumlar ve üçüncü taraflar üzerinde kontrol kurmak için mücadeleye girişir ve kendi özel politik ve dini değerlerini rekabetçi bir anlayışla öne çıkarırlar.


Bu tezi Huntington Batı medeniyeti içinde yetişmiş biri olarak Soğuk Savaş biter bitmez ileri sürdüğüne göre, bunu en iyi bilenler de Batı medeniyeti içindekiler, başta Amerikalılar olacaktır.

Hatta bu tezi kendilerine referans alan ABD'deki kurumlar politikalarını tarif ederlerken bu bilgileri kullanacaklar ve adeta tezin gerçekleşmesi doğrultusundaki adımlara göre nasıl pozisyon alacaklarını önceden kestirdiklerinden, bunu faydaya çevirmek isteyeceklerdir.

Diğer yandan ise ABD'de (veya İngiltere'de, Fransa'da…) yetişse bile çok kişi, iki medeniyet çizgisi içinde olacak, belki arabulucu veya kışkırtıcı rolleri üstlenecek, buradan çıkacak faydaya hizmet edebilecektir.

Ortadoğu dedikleri yerde Soğuk Savaş sonrasında neler yaşandı?

En belirgin örnekler: Saddam'ın Kuveyt'i işgali ile başlayan süreçle beraber ABD'nin Irak'a askeri müdahaleleri, 11 Eylül 2001 sonrasında başlayan süreçte George W. Bush'un ilan ettiği "Küresel İslami Teröre Karşı Savaş" (buna Uzun Savaş da dendi), bu manada El-Kaide ile yürütülen savaş ve Afganistan müdahalesi, Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) isimli terör örgütüne karşı yürütülen savaş, Arap Baharı süreci, Suriye İç Savaşı, İsrail'in bölgedeki savaşı (buna dini temalı Amelek öyküsünü de karıştırarak Sonu Olmayan Savaş dediler)…

Kimler bu savaş ve çatışmaları başından bilebilirdi? Kimler bu savaşlar oluyorken aklına "acaba" sorusu getirdi?

Kimler bugün Huntington boşuna tez yazmamış, yeni dünya düzeni bu olmalı, bu yeni düzenin beşerî de bizler oluyoruz der?

Dünya hali dedik ya, insana özgü birçok olasılığı düşünmek gerekir.


Büyükelçi Barrack örneği

Gelelim örnek olması bakımından belli bir durumu açıklamaya.

Geçen gün ABD'nin Ankara Büyükelçisi (ve aynı zamanda Suriye Özel Temsilcisi) Tom Barrack'ın sarf ettiği cümleler vardı, bunlara bakalım.

ABD vatandaşı Thomas J. Barrack Jr. zengin bir iş insanı, kökeni ise Lübnan.

Neden bu ismi örnek olarak ele almak istedim, önce açıklayayım.

Yukarıda çizdiğim bir dünya var, içinde medeniyet tarifi ve bu tür medeniyetlerin arasında sıkışma ve sürtünme yaratan süreçler var.

Sonuçta "bugün" diye tarif ettiğimiz elimizdeki şartlar var. Bugünün şartlarında Tom Barrack iki medeniyeti de bilen, göçmen kökenli, kapitalizmi de iyi bilen bir isim.

Samuel P. Huntington'un "Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması" isimli tezine dayalı çok fazla sonuç çıkarmak mümkün.

Şimdi siz de bakın isterim, Sn. Barrack neye dikkat çekiyor?

Şöyle dedi:

Ortadoğu diye bir şey yok. Orada kabileler ve köyler var. Ulus devletler 1916'da İngilizler ve Fransızlar tarafından yaratıldı. Ama Ortadoğu öyle işlemez. Bireyden başlar, aile, köy, sonra kabile, topluluk, din gelir. En son ulus olur. 1


Sn. Barrack'ın adına bir şey söylemem, tam fikri ne, hiç bilmiyorum.

"Umarım böyle demek istemiştir" diyerek, kendi ifadelerimi sizle paylaşacağım.

Aslında bir çıkarım yapacağım. Çünkü buna ihtiyacımız var.

Durumu açıklamak adına bize farklı bakış açıları ve karşılaştırmalar gerekli.

Tabii öncelikle bağlamı oturtmadan bir açıklama yapılamaz.

Yukarıdaki ifadede Tom Barrack, Suriye, Lübnan ve Ortadoğu ile ilgili bir soruya muhatap ve durumun anlaşılmasını realist bir biçimde tarif ediyor olmalı.

Mesela, Suriye'de veya Lübnan'da kabileler, aileler, köyler, değişik dini öğretiler var mı?

Evet. Suriye'de veya Lübnan'da doğmuş, büyümüş, hatta Esad zulmünü, Hizbullah terörünü, hatta çıkarcı politikacıların yarattığı eşitsizlikleri yaşamış, bugün kendini korumak ve karnını doyurmak için eline silah almış genç veya yaşlı insanlar için öncelik ne?

Elbette hayatta kalabilir ve karnını doyurabilir ise ulus bilincine terfi edebilir, "tamam artık zamanı geldi, ulus sisteminin gereklerini yerine getirelim" der.

Peki siz İngiltere veya Fransa'dasınız, hatta İngiliz veya Fransa parlamentosunda politikacısınız, o tarif ettiğim Suriye veya Lübnan'daki insanlara ve oraları yöneten veya yönetmeye aday olan güçlü kesimlere nasıl bakarsanız doğru olur?

Sanırım konu bu! Oraya "ne de olsa Ortadoğu işte canım…" deseniz de demeseniz de orada bir gerçeklik var.

Bu noktada Ortadoğu diye sıkıştırılmış bir şey yok, insanca bakmak var.

Yoksa herkesin elinde kitap var ve okur, demokrasiyi de ulus sistemini de…

Kendi bakışımı ifade etmeye devam ediyorum.


Gelelim İsrail'e…

İsrail nasıl bir yer, İsrailli nasıl biri?

Gücü çözmüş, eğitim, bilim, teknoloji, idare ve sağlık gibi meselelerde önde, ulus olma bilinci çok eskilere dayanıyor, Batı sistemini gayet iyi biliyor, hatta Yahudi toplumu olarak Batı sisteminin yaratılmasında rol almışlar.

Sayılara bakmaz iseniz G7'nin gölgesinde, içinde… Politika çok üst seviyede, hatta ABD'de lobileri var ve bazı yerlerde nüfuzları yüksek…

O halde bir görevli olsanız, Suriye ve Lübnan ile komşusu İsrail arasındaki meseleleri önce tanımlamak ve daha sonra çözmek için nereden başlamalısınız?

Bir tanıma gitmek için insani bakış açısı en doğrusu, politikayı, süreçleri, meselelerin özünü tanımlayabilmek için.

Düşmanlık ile başlanırsa işe, bir taraf olunursa, zaten bir sonuç almak mümkün olmayacaktır.

Ama bir patron da yok değil, ABD Başkanı Donald Trump. Tom Barrack'ı o tayin etti ve verdiği bir görev var, "çöz bu meseleyi" dedi.

Trump gibi bir kişilik ve temsil ettiği bir yapı var, beğenseniz de beğenmeseniz de, bir de insanlık var. Çelişki işte burada!

"Hepsi doğru" desek bile olur, çelişkiyi yok etmek için. Dünya düzenini düşünürseniz, tarihini, sorunlarını, politikaları, yolları, patikaları, hepsi var bu yaşam içinde. Ama çözeceğiniz bir mesele de var.

Tom Barrack kapitalizmi, ulusçuluğu, ahlakı, yolları, otomobilleri, yarışı, gökdelenleri, finansı, küreselleşmeyi, vs. çok iyi biliyor.

Diplomasi şimdiki görevi. Yarın döner yine iş aleminde olur.

Belki daha sonra anılarını yazar, başardım veya başaramadım şeklinde…

Kendinizi koyun onun yerine.
 


İdrak sahibi politikacılar

Sorularla başlayayım…

Bugün bazı bölgelerde, örneğin Ortadoğu denen bölgede, çatışma biçimi kültürel mi?

Din ve etnisite öne çıkmış halde mi?

Bir tarafta kışkırtanlar, diğer tarafta çözülmesi hemen hemen mümkün olmayan sorunlar var mı?

Terör örgütlerinden birkaçında "İslam" sözcüğü (özellikle) kullanıldı mı?

Kültürel fay kırıkları oluştu mu?

Ortadoğu'da "yeniden-İslamlaşma" diye bir şey görüyor musunuz?

Diğer taraftan Putin'in milliyetçiliği ile bir savaş yaşanıyor mu?

Buna karşılık veren Ukrayna da milliyetçiliği kullanıyor mu?

Bugün insanlar birbirine "sen nesin, Müslüman mı, Siyonist mi, Evanjelik mi" diye soruyorlar mı, bu sorulmuyorsa da bu sorulmuş gibi konuşanlar az mı çok mu?

Sömürgelerden Avrupa'ya (sömürgecilere) göç var mı?

Savaşlar da göçü hızlandırdı mı? İnsanlar iç içe yaşasalar bile bir "biz ve onlar" ayrımı oluştu mu?

Demokrasiler giderek otoriter, popülist ve kleptokrat politikacıların idaresine geçiyor mu?

Küreselleşme genişlerken ulusçuluk söylemine sarılan Donald Trump gibi politikacılar var mı?

Medeniyetlerin fay hatlarında mikro seviyede mücavir gruplar kullanılıyor mu, coğrafyalar bunlar üzerinden yeniden düzenleniyor mu, siyasi haritalar buna göre tekrar çiziliyor mu?

BM gibi uluslararası kurumlar işlevsizleştirilirken, hemen yanında eleştiri konusu ediliyor mu?

Bugün bunlar varsa durup düşünmemiz gerekiyor, devam eden büyük bir sorun var ve bu giderek kronikleşiyor.

Formül ne?

Anlayışlı veya idrak sahibi politikacıların olup olmaması.

Nerede bulacağız bunları?

Belki de şans, rastlantı…

Tarih sizin önünüze doğru insanları çıkarır ise işler kendiliğinde çözülebilir de…

Savaşlar kanlıdır, yıkıcıdır… Ama yine de var!

İnsanlık deyince savaş da var.

Savaşların gerisinde ise anlaşmazlıklar, ihtiraslar, rasyonel olmayan bakış açıları, psikoloji ve sosyolojik sorunlar var.

Tarihi yanlışların birikimi, ideolojik ve dini sebepler, otoriter tutumlar var.

Çok sebep sayılabilir. İşte bu noktada "nerede idrak" diye sormak da insani bir vasıf.

Politikacıların vasfını tarif ederken buna bakılıyor mu?

Politik sistemler zaten çıkar odaklı geliştiğinden ve gücü ise birileri ele geçirdikten sonra, ideallerle gerçekler harmanlanıp yeni arayışların sebebi haline dönüştürülüyor ise idrak sahibi olmak konusunu nerede aramak gerekir?

Eğer örnek konu alanı bu daha sonradan Ortadoğu denen, ama insanlık tarihi içinde antik medeniyetin geliştiği ve daha sonra diğer medeniyetlere beşik olan, bu Asya, Avrupa ve Afrika kesişindeki coğrafya, ki burası için "Yakındoğu" tanımını kullananlar var, biz insanlara hiç mi bir şey öğretmedi?

Arayışlar oldu, örneğin; Samir Amin "Avrupamerkezcilik", Edward W. Said "Şarkiyatçılık" isimli eseri yazdı.

Ara yollar ve bir diyalog arayışı oldu. Bu arayış bitmeyecektir.

Görmek isteyenler için imkanlar var ve bu arzularla ilgilidir.

İsrailli politikacılara ne ben ne başkası akıl vermeye yetkili değil, Suriye'den sorumlu Özel Temsilci Tom Barrack dahil.

Bununla ilgili düşüncelerimizin odağında İsrail halkı olduğunu söyleyebiliriz, bir insan olarak.

İdrak sahibi olmak demek, anlamlı derinliği kavramak demektir.

Kime söyleyeceğiz bunu biz?

Elinde silahla gezen insanlara mı?

Onların güvenlik sorunları olmalı! Karnı doyanın veya refah içinde olanın güvenlikle ilgili meselesi olabilir mi?

Evet. Refah ve güvenlik yükselmesini ancak ikisini birlikte geliştirirseniz başarılı olabiliyorsunuz.

İsrailliler bu formülü biliyorlar, diğerleri bilmiyorlar.

Eğer aşiret, ağalık, şeyhlik, şıhlık seviyesindeyseniz ikisinden birine odaklanıyorsunuz.

O halde, her ne sebep ve süreçle olursa olsun, son durum çerçevesinde, iç savaş yaşamış veya ülkesi bitik hale gelmiş (örnek bu diye yazıyorum) Suriye ve Lübnan toplumları için idrakli olmanın tarifi ne?

Çözüme başlarında duranların veya öncülük edenleri idrak sahibi olmalarından başlamak zorundasınız.

Değilse, sıfır noktasında çıkış veya diriliş hikayesi beklemek zorunda kalırsınız, yeni doğacak bir ışık gibi.

Ama son çözüm şu, dışarıdan destekte bulunanların idrak sahibi olarak buraya yaklaşmaları olur.

Bunların her biri politika konusu ve yol arayışı.


Yol budur

Ben size sadece yolun ne denli çetrefil olduğunu tarif ettim.

Bu konuyla ilgilenenler zahmetli işlerle meşguller.

Ama yine de politika yapanların idrakine dair, eğer kulakları açıksa, bir fısıltım olsun istedim.

Sadece Suriye diyerek burasıyla ilgili içeriden ve dışarıdan politika yapan aktörlere bakın: Ahmed eş-Şara, Donald Trump, Tom Barrack, Recep Tayyip Erdoğan, Benjamin Netanyahu...

Başka?

Emmanuel Macron, Keir Starmer…

Eğer daha da sayacak olursanız, SDG'nin başındaki terörist, Dürzilerin başındaki din adamı, vs. detaylandırabilirsiniz.

Bir de hayalet örgütler ve güçler var, bunların yöneticileri.

Burada idrak sahibi olanlar da var, olmayanlar ve hatta olamayacaklar da…

Ne dünya ne de insan istismar konusu edilir; tam tersine dünya da insanlık da yüceltilir.

Eğer böyle olmalı ise; "Sen nesin?" değil, "Kim nerede duruyor?" şeklinde sormak gerekir.

 

 

1.  Kaynak: Hiba Nasr, @HibaNasr, Washington Bureau Chief for @AsharqNews 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU