Suriye, İsrail ve Türkiye

Gürsel Tokmakoğlu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AP

BM’de ağırlanan Suriye Geçici Cumhurbaşkanı, bölgesel istikrarsızlığı sürdüren İsrail ve geçmişten günümüze bölgesel barış için çaba sarf eden Türkiye hakkında bir analiz yapacağım.


Suriye BM’de

Suriye Geçici Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu konuşması için kürsüdeydi.

Bu, 1967'den bu yana bir Suriye devlet başkanının BM Genel Kurulu'nda yaptığı ilk konuşmaydı.

Üstelik Şara hakkında çok fazla spekülasyon vardı, ama şu an ülkesinin en üst seviyedeki kişisiydi.

Şara’nın hitabı şöyleydi:

Tarihin başkenti, medeniyetlerin beşiği Şam'dan, dünyaya medeniyetin anlamını, insanlığın değerini ve barış içinde bir arada yaşamayı öğreten, dünyanın takip edeceği bir yol gösterici olan o güzel ülkeden geliyorum. […]

İsrail'in ülkeme yönelik saldırıları ve saldırıları devam ediyor. Bu saldırganlığa karşı diyaloğa ve 1974 tarihli güçlerin çekilmesi anlaşmasına bağlıyız.

Suriye'nin şanını, şerefini ve onurunu yeniden tesis etmeye kararlıyız. Bugün sizlere ilan ediyorum ki, hak batıla galip geldi ve batıl yok oldu.

Suriye, dünya ulusları arasında hak ettiği yeri geri kazanıyor. Suriyelilere yardım eden ve onları ülkelerinde ağırlayan herkese şükranlarımı sunuyorum.

Özellikle Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, tüm Arap ve İslam ülkelerine, AB ve ABD'ye teşekkür ediyorum. Suriye'nin çektiği acıları dile getirmek istiyorum. Kimsenin başına böyle bir şey gelmesini istemiyoruz.

Savaşın ve yıkımın dehşetini en derinden hisseden halklardan biriyiz. Bu nedenle Gazze halkının yanındayız.

Suriye hikâyesi sona ermedi. ‘Barış, refah ve kalkınma’ başlıklı yeni bir sayfa açmaya devam ediyor. Allah'ın selamı üzerinize olsun.


Şara, Esad’ı devirmiş bir hareketin başındaki kişiydi.

Üstelik Şara, İran ve Rusya’nın Suriye’deki güçlerini de sınırları dışına iten süreci yönetmişti.

Ancak, henüz ülkesinde işler rayına girmiş değildi.

Ancak ABD bu bölge ile yakından ilgileniyordu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Başkan Donald Trump, Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ı Suriye’den sorumlu özel temsilci olarak atamıştı.

Şara, Suudi Arabistan’da Trump ile bir kez görüşmüş, ülkesi üzerindeki Sezar yaptırımlarının kaldırılacağını öğrenmiş, ikinci olarak New York’ta beraber olmuş, bu kez de İsrail ile sorunların giderilmesi ve SDG’nin Şam yönetimine katılması hakkında söz almak çabası içindeydi.

Suriye’nin yeniden imarı için politik destek kadar mali destek de gerekliydi. ABD bu bakımdan Şara için sırtını dayayabileceği temel güçtü.

Fransa gibi bazı Avrupa ülkeleri de Şara yönetimine bir şans vermek gerektiğini düşünüyorlardı.

Peki bu nasıl mümkün olacaktı?

İsrail’in ülkesindeki işgali ve saldırıları devam etmekteydi.

Şara da konuşmasında İsrail ile aralarındaki meseleye değinmek zorunda kalmıştı.

BM’nin kürsüsünden BM kararlarına uymayan İsrail’i bir nevi şikâyet ediyordu, “biz karara uyuyoruz, onlar uymuyor” diyordu.

Mesele de buydu! 


Savaş ve barış mı, yoksa savaş ve savaş mı?

Savaşlar böyle bir şeydi...

Savaşa girdiyseniz kazanacaksınız, kaybettiyseniz bedelini uzun yıllarca halkınız ödeyecekti…

İsrail, 1948’den sonra Arap ülkeleriyle hep savaştı: 1948-1949 Savaşı, Altı Gün Savaşı, Yom Kippur Savaşı…

BM Güvenlik Konseyi, Altı Gün Savaşı sonrasında 242, Yom Kippur Savaşı sonrasında 338 sayılı kararı almıştı. 

Şara, 25 Eylül 2025 tarihinde BM kürsüsünden, 338 sayılı kararla bağlantılı olan, “1974 Tarihli Güçlerin Çekilmesi Anlaşması uygulansın” diyordu.

Bu daha ziyade Golan, Hermon ve Kuneytra ile ilgili sahaları kapsıyordu.

Hatırlayalım, 338 sayılı karar 242 sayılı kararla bağlantılıdır.

BM Güvenlik Konseyi tarafından, 338 sayılı karardan sonra 339 ve 340 sayılı kararlar alındı.

Başka deyişle BM, İsrail ile Suriye arasındaki ateşkesin uygulanamadığını kabul etti.

Bu da ne demek oluyordu?

İki ülke halen savaştalar!

Bazen görüyorum, politikacılar ve uzmanlar iki ülkenin savaşta olduğunu görmezden geliyorlar.

Daha düne kadar İsrail, Şam dahil pek çok yere hava saldırısı başta olmak üzere, çok şekillerde askeri müdahalede bulunuyor.

Bunun anlamı ne, İsrail hukuken hangi hakkı kullanıyor?

Savaş!..

Ama barışa katkısı var mı?

Yok!

İşte konu da buydu.

Temel kural: Savaşın şakası olmaz! 

Önemli olan savaşı sonlandırmak, öyle değil mi?

Peki, İsrail neden savaşı sonlandırmak istemiyor?

İlk kim yanlış adım attı?

Bu iki soruyu İsrail’in olduğu her konuda sorabilirsiniz?

İlk kim yanlış adım attı?

İsrail durum üstünlüğünü ele geçirdikten sonra neden geri adım atmıyor, hatta daha ileri adımlar atıyor?

Araplar ile İsraillilerin bakış şekilleriyle söylüyorum, “savaş ve barış” yerine “savaş ve savaş” diyorlar…


Arap-İsrail Savaşları

1948-1949 "Birinci Arap-İsrail Savaşı" bahsini ayrıntılı olarak yazdım, buradan bakabilirsiniz.

Bu ilk savaşı Araplar başlatıyor ve kaybediyorlar.

Sonra sürekli kaybedecekler…

Yansız bir şekilde, ideoloji ve saplantılardan uzak bakarsanız durumu anlayabilirsiniz, savaşlar konusunda Araplar akılsızca davranış içindeyken, İsrailliler organize olan bir toplum olarak her fırsatı değerlendirebiliyorlar…

İkinci savaş Arap ülkeleri (Mısır, Suriye ve Ürdün) ile İsrail arasındaki, 1967 Altı Gün Savaşı’dır.

1967 Savaşı, İsrail'in kesin üstünlüğü ile bitmiştir.

Savaşın sonunda İsrail, Mısır'dan Sina Yarımadası'nı, Suriye'den Golan Tepeleri'ni ve Filistin'in Gazze Şeridi ile Batı Şeria topraklarını almıştır.

Böylelikle İsrail, topraklarını dört katına çıkarmıştır.

Bu savaş, başta “Filistin Meselesi” (uluslararası alanda buna neden “mesele” dendiğini Birinci Arap-İsrail Savaşı’nda yazdım) olmak üzere, günümüzdeki birçok sorunun temelini oluşturur.

Bir not yazayım, savaşanlar şunlar diyorum ancak, en baştan beri Arapların bir önde savaşan ülkeleri oluyor, bir de arkada destekçileri.

Mesela burada Suudi Arabistan, Irak, Sudan, Fas, Tunus, Cezayir gibi ülkeleri hatırdan çıkarmamak gerekir.

Ayrıca Soğuk Savaş zamanındaki bu savaşlarda mutlaka ABD ve SSCB işin içerisinde, ama en fazla SSCB’nin ortalığı karıştırır roller üstlendiğini dikkatten uzak tatmayalım.

Zira bugün Rusları şımartabilecek yanlı tutumlar da görülmüyor değil.

Bu savaşın sonrasındaki BM görüşmelerinde Türkiye’nin girişimi vardır, hatırlayalım.

Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı İhsan Çağlayangil idi.

Çağlayangil BM Güvenlik Konseyi’nde, “Türk Hükûmetinin kuvvete başvurularak toprak kazanılmasını kabul edemeyeceğini” açıkladı.

Güvenlik Konseyi’nde Türkiye'nin bu görüşü kabul gördü ve 242 sayılı kararda, “İsrail'in son savaşta işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesi” istendi. 

İsrail bu kararı başta kabul etti ve 1979 yılında Sina Yarımadası'ndan, ilerleyen dönemlerde Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nden çekildi.

Ancak savaş bitmedi!

Çünkü İsrail işgal ettiği bölgelerden askerini çekse de buraları “ilhak” ettiği fikrinden vazgeçmedi.

İsrail'in bu bakış açısı bölgede birçok sorunun da kaynağını oluşturdu. 
 

Arap-İsrail Savaşları ve sonuçları
Arap-İsrail Savaşları ve sonuçları

 

Yom Kippur Savaşı (1973 Arap–İsrail Savaşı), Mısır ve Suriye liderliğindeki Arap devletlerinin, İsrail'e karşı başlattığı bir savaştı.

İlk saldırı hamlesi Mısır’dan gelmişti.

Savaşın büyük bir bölümü, 1967'de İsrail tarafından işgal edilmiş olan Sina Yarımadası, Süveyş Kanalı ve Golan Tepeleri'nde gerçekleşti.

Bu savaş zamanında hem ABD hem de SSCB, savaş sırasında kendi müttefiklerine lojistik temin etti ve hatta bu savaş, ABD ve SSCB’yi bile yakın bir çatışmaya yol açacak durumları yarattı.

Neden Yom Kippur?

Mısır ve Suriye orduları, İsraillilerin en büyük bayramını kutladığı gün olan Yom Kippur’da (6 Ekim 1973), taarruza başladı.

Suriye Cephesi'ndeki taarruzları Golan tarafındaydı.

İsrail önceliği Suriye cephesine verdi, Golan ile Hermon bölgelerini ele geçirdi ve Suriye’de 20 km derinlik, 40 km genişlikteki araziyi işgal etti.

Bu savaş içindeki ve sonrasındaki önemli olaylara değinmiyorum, zira konumuz Suriye ve BM. Ama yine de aklınızda kalsın, bütün dünyayı ilgilendiren 1974 petrol ambargosunun başlaması ile İsrail’in ABD’ye bütünüyle bağlanması söz konusu oldu.


Bugünkü Suriye

Dünkü Suriye, bütün İsrail ile yapılan savaşlarda var ve en önde.

Hiç galip gelmişliği var mı? Yok. 

Bakarsak, 1948-2025 arasında, tam 77 yıl boyunca olup bitenin hesabını yapmak zorunda olan yeni bir Suriye yönetimi iş balında ve ortaya çıkan asimetriyi görebiliyor musunuz?

Bugündeyiz… Şunu söylememiz gerekiyor.

Bugün gayet yıpranmış bir Suriye’nin var olması tam da İsrail’in işine gelen bir durumdur. 

İsrail geçmişte yaptığı gibi, “siz başlattınız” diyerek, her defasında kapıyı açık bırakarak buralardan alan genişlemesini sürdürmekte, ancak bu yaptığıyla da bölgedeki istikrarsızlığı sürdürmektedir.

İşte bu çok kırılgan, belki de tarihinde en kırılgan olduğu haldeki Suriye ülkesi ile üzerinde çokça konuşulan Geçici Cumhurbaşkanı Şara nazarından bakılır ise; BM, ABD, Türkiye ve bölge ülkeleri diyorlar ki, “artık barış olsun!”
Suriye hem İsrail’in hem de Türkiye’nin komşusu.

Suriye’deki istikrarsızlık demek, sınırlardaki sorunların artması demek oluyor.

Terör bitsin isteniyor.

Doğu Akdeniz’de işler yoluna girsin ve refah artsın isteniyor.

Ama İsrail yakaladı bir defa, bırakmak istemiyor.

Durum üstünlüğünü sürekli kendi çıkarına kullanıyor.

Hatta Suriye’ye sürekli saldırıyor.

Hava harekâtı yapıyor.

Buna bir de Dara ve Süveyda bölgelerindeki Dürzi halkları üzerinde nüfuzunu arttırmak istemesiyle yarattığı sorun var.

ABD projesi olarak günümüze gelen SDG zaten başka bir konu…


Türkiye bağlamı

Zannedersem vaktiyle İhsan Çağlayangil bir öngörüde bulunmuş olmalı:

Bu iş uzar, en başta toparlanması gereken bir olay var, Filistin ve İsrail esastır, Araplar hata yapıyor olabilirler, ama İsrail de bu işgalci gidişatıyla bölgede başka sorunların devamı getirebilir…


Bu cümleler benim tabii, durumdan çıkardığımı yazdım.

Merhum Çağlayangil’in öngörüsü böyle bir şey miydi, bilinmez, ama sonuç bize bunu söyletiyor; çünkü benzer bakış açısını bugün görüyorum:

“İsrail’in yayılmacılığının önü kesilmeli ve BM 242 sayılı kararına uyulmalı” şeklinde.


Daha geniş açıdan bakalım, Türkiye neyi düşünüyor?

Bölgesel barış (veya Arap-İsrail barışı) ile Filistin-İsrail anlaşması açılarından, İsrailliler kadar Araplara da güven olmaz.

İsraillilere söz geçiremezsek de Araplara söz geçirilebilir; çünkü belli platformlar var, bunlar aracılığıyla.

Osmanlı zamanında bu Araplar Türklerden hiç nasiplenip bir şey öğrenemediler, hatta aleyhte oldular, ama yine de ortada bırakılmamalılar, Türkiye Cumhuriyeti bölgesel barışı kendi güvenliği için öncelikli görmektedir.

Bölgede petrol ve gaz var, ayrıca küresel ticaret akışının can damarı burası.

Hemen herkes buradayken, bize ne mi diyeceğiz?

Toprak işgal etmek, hakkından fazlasını talep etmek, bunun politikasını ilelebet sürdürmek doğru bir strateji olamaz.

İsrail kuruluşundan beri tam da bunu yapıyor; Araplarla anlaşıyor gibi gözükse de sorunlu sahalar bırakıp daha sonraki zamanlarda buralardan kendine çıkar alanları yakalama yöntemini seçiyor.

Bu çok basit bir bakış açısı ve barışçı değil.

Suriye, en başından beri Türkiye Cumhuriyeti’ne yanlış tutum takınmış bir ülke.

Rejimiyle de sorun yarattı. İçinde terör örgütlerini besledi.

Ama gelinen noktada her yönüyle bitmiş halde.

Tam da Türkiye’nin upuzun sınırındaki bu ülkenin böylesi bir sorunlu halde yaşaması demek, Türkiye’nin zararına demek.

Eğer Türkiye başkaları gibi fırsatçı olsaydı, değil Halep, Şam’a kadar buraları zaptederdi.

Ama bu tarz bir bakış açısı hiç olmadı.

Halen sınırlarına yakın 30 km derinlikteki birkaç sahada “güvenli bölge” kurdu.

Terör ve güç sebepleriyle bu tarz önlemleri almak zorundaydı.

Türkiye bu kritik (veya kırılgan) şartlardaki Suriye’ye ve dolayısıyla Geçici Başkan Ahmed eş-Şara yönetimine destek veriyor.

Bunu ABD de görüyor. Göremeyen, oyunbozanlık yapan ise İsrail.

Üstelik İsrail, bugün hem Kürt ayrılıkçı hareketleri hem de Dürzileri etkisi altına alarak, bunların doğru yolda ilerlemelerini engelliyor.

New York’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Şara, Türkevi’nde bir görüşme yaptılar.

Görüşmede, Türkiye ile Suriye ikili ilişkileri ve bölgesel konular ele alındı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan görüşmede, “en kısa zamanda Suriye'ye dönük tüm yaptırımların kalkmasını beklediklerini, Türkiye'nin Suriye'nin toprak bütünlüğü ve egemenliğini esas alan, bunu hedefleyen bütün girişimlere olumlu yaklaştığını” ifade etti.

SDG'nin 10 Mart Mutabakatına uyması gerektiğini vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye'nin bölgedeki bütün gelişmeleri yakından takip ettiğini, Suriye'ye yönelik desteklerin artarak süreceğini” belirtti.


Sonuç

Geçmişten günümüze, Arapların, Suriye’nin, İsrail’in, ABD ve diğerlerinin her yapmak istediği net bir biçimde biliniyor ve tarif edilebilir halde. 

Biz de biliyoruz!

Suriye üzerinde Türkiye nüfuzunu daha arttırmalı, bu benim kişisel düşüncemdir.

Tarihi sebepler böyle bir tutumun olmasını gerektiriyor.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU