2025 Eylül'ü, Birleşmiş Milletler (BM) tarihine şimdiden bir dönüm noktası olarak geçti.
9 Eylül'de açılışı yapılan BM Genel Kurulu'nun 80'inci oturumu, hem gündemdeki krizlerin ağırlığı hem de uluslararası sistemin değişen dengelerini sergileyen kararlarıyla dikkat çekti.
Bu oturumun en kritik gelişmesi, 12 Eylül 2025'te gerçekleşen ve "New York Deklarasyonu" adı verilen tasarının kabul edilmesiydi.
Deklarasyon, Filistin'in devlet olarak tanınması ve Ortadoğu'da "iki devletli çözüm" çağrısı içeriyordu.
142 ülke "evet", 10 ülke "hayır", 12 ülke ise çekimser oy kullandı.
"Hayır" oyu veren ülkeler; ABD, İsrail, Arjantin, Macaristan, Mikronezya, Nauru, Palau, Papua Yeni Gine, Paraguay ve Tonga idi.
Bu sonuç, özellikle de Washington'ın açık uyarılarına rağmen alındığı için, global diplomaside derin bir kırılmanın göstergesi oldu.
ABD, oylama öncesi yaptığı açıklamalarda "Filistin'in bu aşamada devlet olarak tanınmasının teröre destek anlamına geleceğini" savunmuştu.
Buna rağmen 142 ülke, ABD'nin "hayır" cephesine katılmayı reddetti.
Oylamanın ardından bir diğer kritik tarih 22 Eylül 2025 idi.
BM'nin geleneksel "High-Level Week" oturumları bu tarihte başladı; Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın eş-başkanlığında New York'ta düzenlenen yan konferanslarda, "iki devletli çözüm" çağrısı güçlendirilerek tekrarlandı.
Macron aynı gün Fransa'nın Filistin devletini tanıdığını açıkladı.
Böylece 12 Eylül'de alınan karar, 22 Eylül'de küresel siyasal vitrine taşınmış oldu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
ABD'nin azalan hegemonyası
Soğuk Savaş'ın ardından ABD, tek kutuplu bir dünya düzeninin tartışmasız lideriydi.
1991 Körfez Savaşı, Washington'ın küresel "hegemon devlet" olarak konumunu pekiştirmişti.
ABD; ekonomik kapasitesi, askerî gücü ve "yumuşak güç" dediğimiz kültürel-diplomatik cazibesiyle müttefiklerini etrafında toplayabiliyordu.
Ancak 11 Eylül 2001 saldırıları bu tabloyu sarstı.
Irak Savaşı'nda kitle imha silahları iddialarının asılsız çıkması, Afganistan'da yıllarca süren ve sivillere ağır bedel ödeten işgal, Guantanamo ve Ebu Gureyb gibi insan hakları ihlalleri…
Bunların tümü, ABD'nin "model" ülke imajını zedeledi.
Yumuşak gücü darbe aldı; müttefiklerin güveni erozyona uğradı.
2025 New York Deklarasyonu oylaması, bu uzun erozyon sürecinin yeni ve belki de en sembolik halkası oldu.
İsrail politikası: Stratejik ortaktan diplomatik yüke
ABD'nin diplomatik yalnızlığının güncel en önemli nedeni, İsrail'e koşulsuz desteği.
2023'ten itibaren tırmanan Gazze savaşı, 2024 ve 2025 boyunca binlerce sivilin hayatını kaybetmesine yol açtı.
Uluslararası basın ve kamuoyu, özellikle 2025 yazında yaşanan yoğun bombardımanlar sırasında Washington'ın "koşulsuz destek" söylemini sert biçimde eleştirdi.
Bu noktada kritik bir unsur da "soykırım" (genocide) kelimesinin bizzat Birleşmiş Milletler sistemi içinde kullanılmaya başlanmasıydı.
BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'nin (OHCHR) raporları ve bağımsız uluslararası soruşturma komisyonları, İsrail'in Gazze'deki eylemlerini "soykırım suçu oluşturabilecek nitelikte" olarak tanımladı.
Uluslararası hukukta "soykırım" kelimesi sadece ahlaki bir suçlama değildir; 1948 Soykırım Sözleşmesi uyarınca devletler için bağlayıcı yükümlülükler doğurur.
Bu nedenle birçok ülke, Washington'ın diplomatik baskısına rağmen, New York Deklarasyonu'nda Filistin'in tanınmasına destek vererek hem hukuki hem ahlaki bir tutum aldı.
Müttefiklerin sessiz başkaldırısı
Oylama sonucunun sembolik değeri çok yüksek: ABD'nin yakın müttefiklerinden hiçbiri Washington'ın yanında durmadı.
NATO üyeleri arasında sadece Macaristan "hayır" dedi. Almanya, İngiltere, Kanada gibi ülkeler çekimser bile kalmayıp lehte oy verdiler.
Bu durum, Soğuk Savaş sonrası dönemin aksine, ABD'nin "diplomatik şemsiye" rolünün artık otomatik kabul görmediğini ortaya koyuyor.
Ekonomik bağımlılık ve güvenlik ittifakları sürse de diplomatik özerklik giderek güçleniyor.
Küresel Güney'in yükselişi ve BRICS etkisi
Son yıllarda BRICS'in genişlemesi, Çin ve Hindistan'ın önderlik ettiği alternatif ekonomik ve finansal ağların büyümesi, Küresel Güney'in özgüvenini artırdı.
Bu özgüven, New York Deklarasyonu'nda ABD'nin karşısında net bir tavır olarak kendini gösterdi.
Latin Amerika, Afrika ve Asya ülkelerinin büyük çoğunluğu "evet" oyu verdi.
Bu, Washington'ın sadece Avrupa'daki değil, küresel ölçekteki diplomatik nüfuz kaybını da teyit ediyor.
ABD'nin güvenilirlik krizi
Washington'ın müttefikleri nezdinde güvenilirliği birkaç başlıkta sorgulanıyor:
- Hukuk ve normlar: Irak işgali, Guantanamo ve Gazze savaşına kayıtsız destek, ABD'nin uluslararası hukuk savunuculuğunu zayıflattı.
- Ekonomik araçların aşırı kullanımı: Yaptırım politikaları, dost ülkelerce bile bir "silah" olarak görülmeye başladı.
- İç politik bölünmeler: Amerikan iç politikasındaki kutuplaşma, dış politikada öngörülebilirliği azalttı.
Bu faktörler, New York Deklarasyonu oylamasında somut bir davranışa dönüştü: ülkeler ABD'ye rağmen rahatça "evet" diyebildiler.
"Soykırım" sözcüğünün diplomatik ağırlığı
"Soykırım" terimi, sadece hukuki değil, ahlaki bir dönüm noktasıdır.
Bu kelimeyi resmi raporlarında kullanan BM kurumları, İsrail'in eylemlerini uluslararası ceza hukukunun en ağır suçu kategorisine yerleştirdi.
ABD ise bu raporları ya görmezden geldi ya da "tek taraflı" olarak niteledi.
Fakat diplomatik gerçek şudur: soykırım tespiti, İsrail'in en güçlü destekçisi ABD'yi de uluslararası toplumun gözünde zan altında bırakıyor.
Washington'ın "hayır" oyu, bu bağlamda sadece İsrail'i değil, kendisini de sorumluluk halkasının içine çekti.
Çok kutuplu dünya ve ABD'nin yeni konumu
Tüm bu gelişmeler, çok kutuplu bir dünya düzeninin artık söylem değil, pratik gerçek haline geldiğini gösteriyor.
ABD hâlâ askerî ve ekonomik bakımdan benzersiz bir güç, fakat diplomatik ağırlık açısından "tek kutuplu" dönem kapanmış durumda.
New York Deklarasyonu oylaması, bu gerçeğin güçlü bir kanıtı: ABD'nin küresel liderlik iddiası, müttefiklerinin ve yükselen güçlerin özerk kararları karşısında sınırlanıyor.
Bu, tek seferlik bir "isyan" değil; 11 Eylül sonrası Irak, Afganistan ve son olarak Gazze'de yaşananların birikimli sonucu.
ABD artık dünyayı otomatik biçimde peşine takamıyor.
Ekonomik yaptırımlar hâlâ caydırıcı olabilir, askerî gücü hâlâ rakipsiz görünebilir; fakat diplomatik sahnede "tek başına" kalmak, Washington için yeni normal olabilir.
Filistin'in tanınması konusundaki bu oylama, sadece Ortadoğu barışı açısından değil, dünya siyaseti için de bir mihenk taşıdır.
21'inci yüzyılın ikinci çeyreğine girerken, ABD'nin "yumuşak güç" üstünlüğünün bittiğini ve uluslararası toplumun artık daha çoğulcu, daha bağımsız ve kendi hukukî-ahlaki ilkeleri doğrultusunda karar alabildiğini ilan eden bir dönüm noktasıdır.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish