Türkiye'de felsefe geleneğinin kurulması üzerine

Doç. Dr. Umut Hacıfevzioğlu, Independent Türkçe için yazdı

“Doğu’daki tarihsizlik her alanda kendini gösterir; bilim de bunun dışında kalmaz. Doğu’da bilim alanlarında bile bir devamlılık yoktur; her şey kesik kesiktir. Bunun içindir ki Doğu’da bir insanın ilmi başarısı ne olursa olsun ölen insan hepten ölmüştür; onun eserleri, başarıları da birlikte ölmüştür. Bu sebepten dolayıdır ki bizim bir topluluk olarak bilim ve felsefe sahasındaki başarılarımızın bir tarihi yoktur. Çünkü herkes kendisi ile başlıyor, ötekileri yok sayıyor.

Batı dünyasında bunun tam tersi ile karşılaşırız: Bilim ve diğer sahalardaki başarılar, onları gerçekleştirmiş olanlarla birlikte ölmez. Bu başarıların tarihte bir yeri vardır çünkü  hiç kimse kendisiyle başlayamaz; hiç kimse dününü inkâr edemez; dünü bilmezlikten gelemez; başarılar unutulmaya terk edilemez; çünkü Batı’da dünün başarıları arasında bir hesaplaşma vardır. Bu hesaplaşmada pozitif olan ele alınır, yürütülür; ona yeni şeyler katılır.

Negatif olan terk edilir. Burada negatif olanı pozitif olandan ayıran kriter çok basittir. Bugünkü bilim ve hayat aktivitemize bir şey katan, ona canlılık kazandıran yeni fikirlerle birlikte yürütülür. Tarihi gelişme, tarihilik ancak böyle gerçekleşir.”

                                                                              Takiyettin Mengüşoğlu 

Cumhuriyet dönemi felsefecilerimizden Takiyyetin Mengüşoğlu’nun yukarıdaki saptamalarına katılmamak elde değil. Batı’da gelişen felsefe geleneğinin kabaca 2500 yıllık bir tarihi olduğunu ve tam da Mengüşoğlu’nun işaret ettiği gibi Thales’ten günümüze filozofların birbirleriyle konuşarak, hesaplaşarak Batı felsefe geleneğini -işte bu 2500 yıllık tarihsel süreç içinde- inşa ettiklerini biliyoruz. Platon, Aristoteles, Cicero, Augustinus, Machiavelli ve Spinoza’nın yapıtlarını incelediğimizde söz konusu filozofların birbirleriyle konuştuklarını ve hesaplaştıklarını hemen fark ederiz ki filozofların bu yaklaşımı aslında yukarıda da işaret ettiğim gibi bütün bir Batı felsefe geleneği için geçerlidir.

Bize dönecek olursak, bizde modern felsefe anlayışı, modern okulların açılması ve Batı Avrupa toplumlarıyla Osmanlı’nın kurmuş olduğu ilişkilere bağlı olarak 18. yüzyıldan itibaren Türkiye’ye girmiştir. Ülkemizde modern felsefenin yaygınlaşmasının miladını 19. yüzyılın başlarından başlatabiliriz. Söz konusu dönemde Osmanlı aydını Batı Avrupa’da gerçekleşen düşünsel, siyasal, sosyal ve kültürel gelişmeleri yakından tanımaya başlamıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısına geldiğimizde ise felsefe sorunları Türkiye’de tartışılmaya; hatta felsefeye dair çeşitli yayınlar yapılmaya başlanmıştır. Yalnız ülkemizde felsefenin kurumsallaşma sürecinin Cumhuriyet dönemi ile birlikte başladığını söyleyebilirim.

Cumhuriyet döneminde; Macit Gökberk, Takiyettin Mengüşoğlu, Hilmi Ziya Ülken, Vehbi Eralp, Nermi Uygur, İsmail Tunalı, Bedia Akarsu, Cemal Yıldırım, Teo Grünberg, Nihat Keklik, Nusret Hızır, İoanma Kuçuradi, Hüseyin Batuhan, Arda Denkel, Afşar Timuçin, Doğan Özlem ve Betül Çotuksöken ortaya koydukları çalışmalarıyla ülkemizde felsefenin gelişmesine ve kurumsallaşmasına öncülük etmişlerdir. Öte yandan, Türkiye Felsefe Kurumu ile Örsan K. Öymen’in öncülüğünde kurulan Felsefe Sanat Bilim Derneği’ni Türkiye’de felsefenin kurumsallaşmasına büyük katkılar yapan kurumsal yapılar olarak anmamız yerinde olacaktır. Evet, Türkiye’de felsefenin kurumsallaşması, bir felsefe geleneğinin kurulması ve söz konusu geleneğin kesintisiz bir biçimde kuşaklar boyu devam etmesi, bana göre son derece önemli bir konudur. Bunun olanaklı kılınması ise bizlere ve gelecek kuşak felsefecilerimize bağlıdır.

Yani, bizler Cumhuriyet döneminde kurucu ve dolayısıyla da öncülerimiz olarak niteleyebileceğim değerli felsefecilerimizin çalışmaları ile -Mengüşoğlu’nun ifadesiyle, “dünün başarıları” ile hesaplaşarak-felsefe geleneğinin ülkemizde kurulmasına katkı sağlamalıyız. Söz konusu katkıyı sağlarken andığımız felsefecilerimizin ortaya koydukları düşünceleri içinde bulundukları tarihsel, toplumsal, kültürel ve siyasal bağlamları da dikkate alarak değerlendirmeliyiz diye düşünüyorum.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU