Zamanın ruhu

Gürsel Tokmakoğlu Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Rebecca Zisser/Axios

Felsefi bir bakış açısıyla size zamanın ruhunu tasvir edeceğim.

Bu makalede diplomaside herkesin takdir ettiği bir isim olan Henry Kissinger'dan bazı notlar aktaracak, daha sonra bunları irdeleyeceğim. 

Kavramlar önemlidir, ama ilgilene gülerler.

Kimler kavramları dert ederek bir derinleşme arayışı içinde? 

Sıradan politikaların çokça olduğu da oluyor, yüksek politik çizgide karar üretenler de…

Konu politika olsa bile yeterince derinleşmek olmadan zamanın ruhunu yakalamak mümkün görülmüyor.


Çağımız ve liderler

Bir şiirle başlayalım, T. S. Eliot'un Choruses from The Rock eserinden:

Yaşarken yitirdiğimiz
Yaşam nerde?
Bilgide yitirdiğimiz
Bilgelik nerede?
Bilişimde yitirdiğimiz
Bilgi nerede?


Hangi çağdayız? Paradoksal bir çağ bu!..

Ama bildiğimiz gibi söylersek, dijital çağdayız veya bunu da geçtik...

Ben size ilerleyen satırlarda düzenden, insandan ve özgürlükten söz edeceğim.

Bunların politika (siyaset) bağlamındaki insana özgü tasarrufundan bahsedeceğim.

İdealler çok doğru tanımlar yapmaktadır, insana yakışan...

Ama gerçek çok farklı ve karmaşık! 

Keşke strateji ideallere göre yazılabilse, keşke paradoksal değil de tek doğruya yönelinebilse…

Ancak siyaset belirsizlikleri kullanıyor, hakikaten ürkütücü bir durum bu.

Eğer buna doğal diyorsanız, doğrudur!..

İnsan böyle bir varlık. Herkes ve her kurum bir çıkar peşinde… Dünya böyle bir yer.

Henry Kissinger'ın "Dünya Düzeni" adlı çok bilinen eserinden alıntılar yapayım.

Bakın neler söylüyor:

İnsanlar bulabileceklerini düşündükleri şeyleri unuturlar ve bulamayacaklarını düşündüklerini hatırlarlar. […] Liderler kendi programlarının yaratıcısı olmaktan giderek çıktıklarından, irade güçleri ya da karizmalarıyla baskın gelme peşimde koşmaktadırlar. […] Dış siyaset geleceği şekillendirme çabası yerine, iç siyasetin bir alt kümesine dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya. 1


Bunlar hedefi vuran ok gibi söylenmiş sözler…

Kendiniz sorun, neyi hatırlıyorsunuz, neyi bekliyorsunuz?

Liderleriniz kimler ve ne tür politik temsil içindeler?

Jeopolitik, stratejik adımlar ve planlar neler?

İç ve dış siyaset neye göre gelişiyor?..


Meşruiyet ve güç

Henry Kissinger'dan alıntılara devam edelim:

Dünya düzeni, bir bölge ya da uygarlığın, adil düzenlemelerin doğası ve tüm dünyaya uygulanabilir olduğu düşünülen güç dağılımı konusunda kabul ettiği bir kavramı ifade eder.
Uluslararası düzen, bu kavramların dünyanın önemli -küresel güç dengesini etkileyebilecek kadar büyük- bir bölümüne pratikte uygulanmasıdır.

Bölgesel düzen, aynı ilkelerin tanımlanmış bir coğrafi alana uygulanmasıdır.

Bu sistemlerin hepsi iki bileşene dayanır: İzin verilebilir icraatların sınırlarını tanımlayan, yaygın kabul gören bir ilkeler kümesi ve kuralların çöktüğü yerlerde dizgin işlevi görüp, bir siyasi birimin tüm ötekilere boyun eğdirmesine engel olan bir güç dengesi.

Mevcut düzenlemelerin meşruiyetine ilişkin konsensüs, rekabet ya da çatışmaları -şimdi de, geçmişte de- engelleyemez, ama mevcut düzene karşı kökten meydan okumalar değil, içerideki uyarlanmalar olarak gerçekleşmelerinin garantiye alınmasına yardımcı olur. Bir kuvvetler dengesi barışı kendi başına güvenceye alamaz, ama dikkatle derlenip başvurulduğunda kökten meydan okumaların kapsam ve sıklığını sınırlandırabilir ve oluştuklarında da başarılı olma şanslarını [ihtimallerini] azaltabilir.
2


Bu "dış politika" dersleri kapsamındaki açıklamalardan birkaçına ait kendi girdilerimi yapmak isterim:

  • Birincisi, dünya düzeni, adil düzen, güç dağılımı, uluslararası düzen, bölgesel düzen, ilkeler kümesi ve güç dengesi, meşruiyet, rekabet, iç politik uyarlama, kuvvetler dengesi, barış güvencesi, başarı ihtimali nedir, birbiriyle nasıl örgün bir anlatıma dahil edilebilir, burada görmekteyiz.
     
  • İkincisi, politika dediğimiz şey bir kabuldür ve bir iddiadır, hepsi bu! İster dünya düzeni olsun ister bir meydan okuma ister iç dengelerin muhafazası…
     
  • Üçüncüsü, başat güç, yani küresel iddiada potansiyeli belirgin olan güç, mesela ABD'nin "küresel çapta dünyaya demokrasiyi ve serbest piyasa ekonomisini kabul ettirmek" gibi iddiasını diğer uluslara kabul ettirmek (tabii kabul etmeyenlere) için bir düzenleme yapar. Bu pratikteki düzenleme bir uygulama biçimi halinde gerçekleşir; stratejik, operatif, taktik eylemler, plan hedefleri, politik hedefler, vs. şeklindedir.
     
  • Dördüncüsü, bölgesel coğrafi hedef dediğimiz konu yereli işaret eder, odaklanılan yerleri içerir ve bunlar politikalar ile gerçekleştirilir. Yerelde başat gücün uluslararasına ilişkin sunduğu önerilerden kim ne kadarını alacaksa alır ve kendi politik pozisyonunu buna göre belirler.
     
  • Beşincisi, yerelde politikaların izlenmesi konusu izin verilenler çerçevesinde (ilkelerle) yaygınlaşır veya başka tabirle (bugünlerde çokça kullanıldığı şekliyle) normalleşir. Normalleşmelerin çerçevesi çizilir ve yerel güçler pozisyon alırlarken bu ilkelere göre durumlarını tespit ederler. Eğer yerelde (veya bölgede) dengeyi bozan bir güç olur ise bu kez iddiası belirgin olan başat güç burada kendi taktik ve operatif girdisini yapar.


Vizyon ve gerçek

Yine Kissinger'dan alıntıyla açıklayacağım.

Kissinger aslında burada Ortadoğu meselesinde nasıl çözüme gidilecek, gidilmesi gerekir, bununla ilgili somut bazı hususları içeren değerlendirmesini yapıyor, ben geliştireceğim. 

Önce burada "vizyon ve gerçek" bahsine değineceğim.

Bakın Kissinger ne diyor:

[…] Aktif bir Amerikan siyaseti; şiddet yoluyla evrenselci ilkeleri dayatarak bölgesel bir düzen kurma amaçlı tasarılara engel olunması ve barış vizyonuna sahip liderlerin ortaya çıkması. […] Şiddet içeren göz yıldırma doktrinleri dünya düzeni umutlarına bir kez daha meydan okumaktadır. Ama bunların önleri kesildiğinde burada aktarılan dönüm noktalarına benzer, vizyonun gerçeğe dönüştüğü bir an gelebilir. 3


Benim bu sözleri neden buraya yazdığıma geçelim.

Şöyle: Kissinger ABD siyasetini eleştiriyor.

Düşünebiliyor musunuz, ABD bütün burum ve kuruluşları ile tarihsel çerçeve içerisinde, ancak eleştiriyi hak eden bir veya birçok tarafı var, bunu bildik bir diplomasi otoritesi yapıyor.

Nedir konu?

Ortadoğu siyasetine bakışın evrensel ilkeler, vizyon ve gerçekçilikle bakılır ise izlenmesi gereken yol.

Ben bunu Ortadoğu değil de genele şamil kılıp okuduğunda ne çıkarmalıyım?

Peki, Joe Biden dönemi ile Donald Trump'ın dönemini birleştirip okuma yaparsak, neyle karşı karşıya kaldığımızı söyleyebiliriz?

Şiddet var mı, şiddetten uzaklaşılacak bir politika görüyor muyuz, yani sonuçta bu ABD'nin ifade ettiği "barış" dili ve "normalleşmeler" nereden çıktı?

Buna karşılık, ABD değil de bölgedeki gölgesi (veya taşeronu) Benjamin Netanyahu neden şiddetten yana uygulamaları gerçekleştiriyor? 

Gerçek bu türden, "al gülüm ver gülüm" politikalarına dönüşmüş ise burada stratejik bakışla cereyan eden, "Akıllı güç" uygulamasını esas alan bir yönelim var denebilir ki, sonuç olarak Kissinger sağ olsaydı buna dair de eleştirilerini yapabilirdi. 

Teori ile uygulama böyle bir şey; temenniler ile gerçekler böyle bir şey!


İddialar

Benim ne demek istediğimi çıkarmanız için yazılarımın bütününe vakıf olmanız gerekmektedir. Öyle ya!..

Ama yakın dönemin ruhunu kavramanız için en azından son yazdıklarımı birleştirmeniz ve bu açıklamalarımı da buna eklemeniz gerekmektedir. 

Ben size net bir şey söylemem, zira dünya düzeni böyle gerektiriyor.

Ama eğer bir politik liderlik pozisyonum olsa durum değişir.

Bu şartlarda mesela siz de diğerleri gibi "ben de ne yaparım" dersiniz.

Ben ancak bu gibi gerçekleşmiş bir durumda kendi iddiamı ileri sürerim.

Atatürk de böyle yaptı, başka güçlü liderler de… 

İddialar ciddiye alınır!

Politika bir iddiadır.

İddiası olanın tarifi vardır.

Zamansız söylenen her bir iddia zaten ölü doğan çocuktan öte değildir.

Yüksek politika ve liderlik böyle bir şeydir.

Bu sitede yayımlanan ve bugüne dair olan konularla birleştirerek okumanız gerekenler:

  • Asimetriden simetriye
  • Türkiye için güç mücadelesinin yeni parametreleri
  • Post-modern politik ekosistem
  • Tarihte ve coğrafyada konumlanmak
  • ABD ve Suriye için yeni dönem
  • Devlet ve millet
  • Trump, bölgesel gelişmeler ve yeni jeopolitik denge arayışı
  • Savaş ve politika
  • Büyük güçleri okumak
  • Savaş ve vizyon
  • Savaş ve politika
  • Kapitalizmin savaşı
  • Küresel stratejik kavramlar ve bir Trump analizi
  • Atatürk ve yüksek siyaset

Durum belli, görmek isteyene... 

Ama bu ters değil, çünkü insanın politik tarafı, ki güçlü yönüdür, bunu gerektirir.

İnsanlığın öyküsü böyle…


Güç kayması

Güç dengesi zamanın icaplarına göre kayma temayülü içindedir; doludan boşa, boşalan yöne doğru güç aktarımıyla, fırsatla, planla… 

Başat veya hâkim güç, kendi gücünden dolayı, diğerlerinin bir zafiyet hissine kapılmaması adına, sonsuza yakın alternatife ve bunları kullanma kapasitesine sahiptir.

Eğer başat gücün kendi içinde bir rekabet ortamı varsa, bu alternatif yol üretme biçimleri kendiliğinden meydana gelir.

İşte içerideki her şeyi motive eden asıl konu budur: Rekabetin her yönden sistemleştirildiği bir demokratik ve özgürlükçü kültüre sahip olmak.

Diğerleri için bu husus, zorlamayla veya liderlikle yapılabilir.

Buna otokratik sistem denir. Eğer ABD gibi sisteminiz dinamik (pro-aktif) ise aktörlerin her biri istisnasız sürekli düzenlemeden, belirleyici olmaktan, küresel ölçekli hedef koymaktan, yeniyi arayıp bulmaktan, konjonktürel hareket etmekten, diğerlerini zorlamaktan, vb. yanadır. 

Örneğin, kendiliğinden üretebilen bir sisteme sahip değilseniz, hep "bir lider gelse de işleri rayına koysa" diye beklersiniz. 

Buna karşılık, kendiliğinden yeniyi yaratan ve diğerlerini buna davet eden bir sisteme sahipseniz, güç dengesinde zaaf olsa bile, bunu onarmak mümkündür. 

Hatta şunu da ifade edebiliriz, yeni bir güç parametresinden söz edilebilir, yeni bir düzen tarifinden, siz onu kabul eden olmaktan başka çare bulamazsınız, her şey birden gelişebilir… 

İnsanlığın gelişiminde bu tür girdiler hep vardır.

Dolayısıyla dinamik ortamlarda olanın adı, kaymadır, ancak, bütünüyle ortadan kalmak değildir.


Uyum sağlanması veya konjonktüre göre hareket edilmesi

Biraz da kaymaya, değişime, başat gücün yarattığı ortama, dünya düzenine, dengelere, vs. doğru uyum sağlamaktan söz edelim.

İşte bu noktada her bölgesel ve yerel politikacının kendine göre bir yoğurt yemesi söz konusu olur.

Uyum sağlamak veya karşı çıkmak, belki de karşı çıkar gibi görünmek, ama aslında kendince pro-aktif hamleleri düzenlemek, pozisyon almak…

O halde önce şu pek sevilmeyen "konjonktür" sözcüğüne bakalım.

Konjonktür, ekonomik, toplumsal, siyasal alanlarda istatistiklerden, olgulardan, nesnel durumlardan yararlanarak, olayların gelecekteki gelişmeleriyle ilgili kestirimdir.

Konjonktürü kim değiştirir veya gelecek için baskın stratejik planı kim yapar ve uygulamaya koyar?

Bunun cevabı, en güçlü olan, başat güç veya hâkim güç dediğimizdir.

Başka bir ifadeyle başat güç, iddiası belirgin, buna göre örgütlenmesi, sistemleşmesi, küresel yayılması gerçekleşmiş olandır. 

Eğer bir hâkim güç, belirleyici olan küresel, bölgesel ve bazen yerel hamleleri (stratejik, operatif…) yaparsa, ki bunlar ekonomik, sosyal, siyasal, savunma-güvenlik, teknolojik, vs. bütün güç unsurlarını kapsar, bunların plan hedefi çerçevesinde sahada etkisi olur ve en belirgin şekilde bunlar genel politikalara yansır.

Siyasetçiler konjonktüre bakıp kendi pozisyonlarını alırlar. (Bazen inkâr edilse de…)

Pozisyon almak; erken, zamanında ve geç şekilde gerçekleşebilir.

İyi siyasetçiler ve liderler, aslında konjonktüre göre pozisyon almayı erken başlatırlar ve buna "vizyoner siyasetçi" de denebilir veya böyle denmesi için şartlar elverişli görülür.

Erken pozisyon almak sahaya değişik şekillerde etki eder.

Nedir bunlar? Siyaseten, askeri, ekonomik, teknolojik, vs. yönlerden, yani "milli güç unsurları" kapsamı esastır.

Güç kimdeyse, kullanma iradesi de ondadır.

Yerel ve bölge tarifinden itibaren bakıldığında, siyasetçiler ve belli kesimler (medya, uzman, entelektüel, akademisyen, araştırma merkezi, sivil toplum kuruluşu…) tarafından; konjonktüre, alınan siyasi pozisyona, var olan birikime (tarif, kültür, toplanan bilgi…) bakılarak bir süreç başlatılır.

Hem var olanların ifadesi kolaydır hem çözülmesi gereken sorunlara dair bir siyaset argümanı deruhte edilebilir.

Buradan bakılarak geleceğin daha iyi olacağı ifade edilir. 

İşte buna "konjonktürel" denir.

Bu yönüyle ABD'nin yapıp ettiklerine bakabilirsiniz.

Mesela, Joe Biden ne yaptı, Donald Trump ne yapıyor, onun iktidarında neler oluyor, diye sorup araştırabilirsiniz.

Yakın olduğu için bunu örnek verdim, zira her şey hafızanızda. 

Konjonktürel yaklaşımlar "reel politik" konusudur. 

Ancak bir siyasetçi pozisyonunu bir başat güce göre belirlediğini asla dile getiremez.

Bunu çok kişi de bilmek ve duymak istemez.

Mesela ABD'nin yaptıkları, atadığı elçilerin icraatları, askeri manevralar, vs. ortadadır, ama bunlar birer bilgiymişçesine dikkate alınır veya kullanılır.

Bu nedenle yerelde siyasetçiler kendi gerçekliklerinden dolayı olan temaları gündeme getirirler ki, bu onların çözümleri ve gelecek tasavvurları olsun. 

İyi siyasetçiler ile kötüleri işte bu noktalarda ayrışırlar.

Konjonktürel yaklaşıma göre bazı kesimler, ki ben görüyorum çok iyi biliyorum diyenler buradadır, erken siyasi hamleleri gerçekçilik olarak görürler.

Anlayacağınız, konjonktürel durum, yerine ve zamanına göre, ama daha çok bireysel bakışa göre bir tartışma konusudur. 

Sonuçta dünya dönüyor ve olanlar olur…

Sözcüklerin çok anlamı olmasa da dünyada bazı şeyler gelişir, gider…

Mesela, Osmanlı Devleti'nin sonlarına bakın, ister "kahrolsun emperyalizm", ister "bilmem kimi sevenler derneği" dersiniz…

Düyun-u Umumiye çalışır…

Rus'u da İngiliz'i de Alman'ı da Fransız'ı da kapınızda görürsünüz…

Hepsi konjonktür içindelerdir.


Algı

Bir haber sitesinden alıntı yapacağım.

Bunu yapmamın sebebi, dış politika, uluslararası ilişkiler, küresel medya, hâkim gücün etkisi, gibi bazı çıkarımları ve değerlendirmeleri kolayca görmek içindir.

Haber şöyle:

Terör Örgütü PKK'nın silah bırakması dış basının gündeminde:

  • Reuters: PKK'nın silahsızlanması Suriye'deki Kürtler için entegrasyon baskısını artırabilir. 
     
  • BBC: Örgütün silahsızlanmasının etkileri sadece Türkiye'de değil Irak, Suriye ve İran'da da hissedilecek. 
     
  • NYT: Sürecin başarıya ulaşması Erdoğan için büyük bir zafer olur. 
     
  • Al Jazeera: Yeni süreç Türkiye'nin iç siyasetinde yeni bir uzlaşma zemini yaratabilir.


Burada örnek biçimde "dış basın gündemi" şeklinde verilen güncel konuyu görüyoruz.

Başka nasıl söylenebilir?

Uluslararası medya organlarından (küresel çaplı medya da denebilir) "konjonktürel" açıklamalar…

İfadelere bakıldığında neyi görmektesiniz?

"-bilir/olur, -cek/cak…" gibi geleceğin tarifi veya belirginleştirilmesini veya çabasını. Sözcükler böylesine işe yararlar…

Peki burada öne sürülenler gerçekleşir mi? 

Politika burada öne çıkar.

Potansiyel, mücadele, hedef, pozisyon alma, vs. şekillenir.

Alternatifler nelerdir?

Olur, olmaz, bir kısmıyla olur, tarifler herkese göre farklı şekillerde algılanır veya algılanması için toplum ayrıca algı yönetimine tabi tutulur.

Soru şudur: Bütün bunlar nasıl şekillenebiliyor?

Başından beri açıkladığım manzumeye bakalım:

Bir başat güç var. Şartlar değişti.

Güç kayması oldu. Pozisyon alınmalı.

Normalleşmek gerekiyor… 

Kimler normalleşti, kimler sırada?

Bunların üzerine yerelden küresele doğru bakalım: Bir bölgesel düzen oluşumu!


Bilgelik

Liderlik başka, bilgelik başkadır.

Teori başka, pratik başkadır.

İdealler başka, gerçekler başkadır…

Konjonktürel diyeceğim, geç onu diyecekler çıkacak, bu normaldir.

Normalleşmeler diyeceğim, olmayacak, normal ne?

Politika diyeceğim, herkesin bir düşüncesi ve beklentisi var, sonuçta bu, "sen de haklısın" konusuna dönecek…

Bilgelik susmayı ve insanı insana bırakmayı gerektirecek!.. Yaşam bu!

Bu dünyayı mı bilmiyoruz?

Tarihi olayları, sebep ve sonuçları, sonrasında oluşanları, aktörleri ve fikirleri mi bilmiyoruz?

Zamanın ruhunu yakalamayı mı bilmiyoruz?

Bu ABD'yi, politikasını, Donald Trump'ı mı bilmiyoruz?

Neyi bilmiyoruz?

Normalleşme ne demek bunu mu bilmiyoruz?

Normalleşenlerin her birinin kat ettiği yolu ve yöntemi mi göremedik?

Güç mücadelesinde gelinen son noktayı mı ve politikada gelinen noktayı mı anlayamadık?

Sizce insanın olduğu yerlerde ve özellikle insana özgü konular olan ekonomi ve politika sahalarında durumu izleyenleri ve fırsatları kollayanları göremiyor muyuz?

İnsana ait bir husus: Tercihler!

Henry Kissinger, "Dünya Düzeni" ile çok şeyi açıklıyor.

Tablo ortada: Kabul et veya etme… 

"Ben onu geçtim, kendim tarih yazıyorum" diyen insanoğlu da çıkabilir bu dünyada ve hem bu zamanda.

Dinleriz elbette, bilgeyse, evrensel doğruları varsa…

Mesela Trump bile, "keşke Papa ben olsaydım" demedi mi?

Herkes her şeyi olabiliyor kendi bakışında ve inancında.

Ama insanlar nereye bakıyorlar?

Bir "alt küme" mi, bir "üst küme" mi söz konusu olan?..

Bu soruyu Kissinger sordu kabul edin, zira yazıya bu ve benzeri ifadelerle başlamıştım.

Trump'tan bir bilgelik bekleyen var mı aranızda?

Putin'den? Ya başka politikacılardan?..

Liderlik kolay.

Çünkü liderlik, gücü elde etme, üstlenme veya alıp muhafaza etme şekliyle alakalı ve bu bir dünyalık bir mesele, tarihte çok örneğinin görüldüğü biçimlerde…

İyi de geriye kalan ne?

Tarihin ilerlemiş bir medeniyeti mi, yoksa tarih düzlemindeki derzleri dolduran bir dönemsel iştigal mi? Kim bilir?..

En iyisi şöyle söyleyelim: Tarih bilecek, ama ileride…

 

 

1.  Henry Kissinger, Dünya Düzeni, Çev. Sinem Sultan Gül, Boyner Yayınları, 2014, İstanbul, s. 383, 390, 391.
2.  A.g.e: s. 19-20.
3.  A.g.e: s. 188-189

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU