İsrail'in 2097 stratejisi: Merkezde homojen Yahudi devleti ile Filistinli gettolar, etraftaki birinci halka peyk devletçikler ve ikinci halka makbul devletler

Prof. Dr. Ali Arslan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AFP

Yakın tarihimizde özellikle İsrail bağlamında tartışılan konuların en önemlileri; İsrail devletinin hedefinin ne olduğu ve buna nasıl ulaşabileceği, sınırlarını ne kadar genişleteceği ve İsrail'in nerede durabileceğidir.

Bu konular üzerinde zihinlerde gerçekten çok büyük bir kargaşa ve tartışma mevcuttur. 


İsrail'le esas problem nedir?

Evvela bizim bu kargaşa ve tartışmaları anlamamız için belli kriterleri ortaya koymamız gerekiyor. Öncelikle belirtelim ki, İsrail devleti, kendilerine vadedildiğini düşündükleri Fırat ile Nil nehri arsındaki bölgeyi kutsal topraklar olarak görmektedir.

Ayrıca bu bölgenin İsrail'in tarihi bir genişleme alanı olduğu anlayışı da bir ön kabuldür. Hatta öyle ki İsrail devletinin bayrağında bulunan iki çizginin de bu bölgeyi ifade ettiğine dair bol miktarda şey söylenebilir.

Fakat İsrail'in genişleme kapasitesi, realist olarak düşünüldüğünde şu sorular akla gelmektedir:

Dünyadaki Yahudilerin tamamı bahsedilen bölgeye toplandığında acaba bu kadar geniş alanı doldurabilecekler mi?

Ya da dünyadaki Yahudilerin tamamı bu bölgeye yerleşirler mi?

Ayrıca burada bulunan Arap nüfus nereye gidecektir? Bölgesel ve küresel güçler buna müsaade ederler mi?

Bütün bunlar bir arada düşünüldüğünde ve İsrail'in yaptığı uygulamalar da dikkate alındığında acaba İsrail'in gerçek hedefi nedir, hedefinin ne kadarını gerçekleştirmiştir ve kalın kısmını nasıl gerçekleştirmeye çalışacaktır? 


İlk Siyonist Kongre 29 Ağustos 1897'de Basel'de toplanmasından itibaren geçen yüz sene sonra İsrail hangi noktaya geldi?

İki yüz sene sonra yani 2097'de İsrail hangi noktaya varacaktır? Eğer başarılı olurlarsa İsrail nasıl bir konuma geleceklerdir? 


Öncelikli olarak belirteyim ki, ben Yahudileri iki gruba ayırıyorum: Birincisi tarihi topraklarına bağlı olan ve buraya bir muhabbet besleyen Yahudiler. İkincisi ise bu bölgedeki eski devletlerini ihya etmeyi hedefleyen Yahudiler.

Bu ikinci maddenin mensupları genel manada dünyada Siyonist düşünceli Yahudileri ifade etmektedir. Bu iki grubun Yahudilerin tarihi topraklara dönülmesi ve devlet kurulması hususunda çok farklı inanç ve düşünceleri mevcut olup, aralarında süre gelen çatışmalar da vardır.


Filistin'e Yahudi göçü ve devletlerin politikaları

Romalıların M.S 70'de Kudüs'teki Yahudileri sürgün etmesiyle başlayan süreç, Filistin topraklarından da çıkarılmaları ile yeni bir boyut kazanmıştı.

1700'lere kadar Yahudilerin Kudüs'e olan ilgileri bir özlem seviyesindeydi. Müslümanların Mekke ve Medine'ye Surre Alayları göndermesi gibi Yahudiler de Kudüs'e hediyeler gönderiyorlardı.

Sadaka usulü yöntemlerini kullanan dünyadaki Yahudiler, azınlıkta da olsa oradaki Yahudi nüfusuna yardım ederek onların Filistin bölgesinde kalmasını sağlamak istiyorlardı.

Küresel hâkimiyette Avrupalı ülkelerin tek belirleyici olduğu 1700'lere gelindiğinde, dünyanın farklı bölgelerindeki Yahudilerde; "biz neden anavatanımıza yerleşmiyoruz, oraya yerleşebiliriz ve orada yaşayabiliriz düşüncesi" oluşmaya başlamıştı.

Bu düşüncenin iki nedeni vardı: Birincisi Yahudilerin batılılarla ortak hareket etmeye başlamaları yani güçlü batılı devletleri arkalarına almalarıdır. İkincisi ise çoğu batılı devletlerin Yahudileri kendi topraklarında istememeleridir.

Şunu da unutmamak gerekir ki, bu dönem tam da Osmanlı Devleti'nin zayıflamasına denk geliyordu. 


Osmanlı Devleti'nin kendi topraklarında Yahudilerle bir problemi olmamasına rağmen, Yahudilerin "batı bizi dışlıyor" söylemi ile 1700'lerin sonundan itibaren yavaş yavaş Filistin topraklarına geldiklerini görüyoruz.

Tabii ki bölgede yoğun bir Arap ve Müslüman nüfusu mevcut olmasından dolayı bazı problemler yaşanmaya başlıyordu.

Fakat süreç içinde, ülkelerin politikaları zaman zaman değişse bile; İngiltere, Fransa ve ABD Ön Asya'da Yahudilerden faydalanmak, Almanya ve Rusya gibi ülkeler de kendi vatandaşı Yahudileri buraya göndererek bunlardan kurtulmak için Siyonist Yahudilere destek vermeye başlamışlardı.

Özellikle Süveyş Kilitmekanı'na hâkim olmada Yahudilerden faydalanmak isteyen İngiltere, hem kendisi hem de ticari ve finansal yolları kullanan İngiliz vatandaşı zengin Yahudilerin bölgedeki faaliyetlerine her türlü desteği sağlıyordu.

Tabiatıyla küresel rekabet yapan devletler zaman zaman Yahudiler ve Filistin konusunda da birbiri ile zıtlaşabiliyorlardı.

Mesela Filistin'i Suriye'nin bir parçası olarak gören ve burayı sömürgeleştirmek isteyen Fransa bir dönem Yahudilerin Filistin'e yerleşmesine karşı çıkabilmekteydi. 


Birinci Dünya Savaşı sonunda İngilizler mutlak üstünlüğü ile artık Yahudilerin Filistin topraklarına yerleşmelerinin önünü açmış oluyordu.

Şunu da belirtmekte fayda vardır ki, Osmanlı Devleti Yahudilerin Filistin'e yerleşmesini engellemek için II. Abdülhamid döneminde bölgeye ziyaret için giden Yahudilere kırmızı evrak verilerek, II. Meşrutiyet ise doğrudan pasaportlarına kayıt düşülerek onları Filistin'den tekrar çıkarmaya çalıştığını biliyoruz.

Yahudi düşmanı olmayan Osmanlılar; Yahudilerin Selanik, İzmir, Adana, Bursa ve hatta Doğu Anadolu bölgesine gidip yerleşmesinde bir sakınca görmüyorlardı.

Osmanlıların Yahudilerin Filistin'e yerleşmesini engellemek istemelerine rağmen, Yahudiler, Filistin'de 1878'den 1909'a kadar 32 ve 1909'dan 1914'e kadar da 9 yerleşim birimi kurmuşlardı.

O tarihte kurulan koloniler, bugün ki İsrail devletinin temellerini oluşturmuştur.   


Filistin'in Yahudileştirilmesi

Birinci Dünya Savaşı sonunda, İngilizlerin desteği ile Yahudilerin Filistin'e rahat bir şekilde yerleşmesi için bir zemin oluşmuştu.

Böylece İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda gelindiğinde Filistin'deki Yahudi nüfusu 80 binden 380 binden yükselmişti.

ABD'nin nüfuzundaki BM, İkinci Dünya Savaşı sonunda, 1947 tarihinde, kabaca Filistin'i Yahudiler ve Araplar arasında ikiye bölmüş ve Kudüs'e tarafsız bir statü tanımıştı.

Yahudiler, 14 Mayıs 1948'de İsrail Devleti'nin kuruluşunu ilan etmişlerdi. Yahudi devleti kurulurken, BM tarafından Filistinlilere ayrılan topraklar İsrail'in genişleme alanı olmuş ve günümüze kadar Filistin devleti kurulamamıştır.

1948-1949'daki Arap-İsrail ve 1967'deki Altı Gün Savaşları'ndan İsrail galip çıkmıştı. Hristiyanların da yaşadığı Filistin'in büyük bir bölümü ve Mısır'a ait Sina yarımadası İsrail'in kontrolüne geçmişti.

Böylece sahayı ele geçiren ve devletlerarası büyük desteğe sahip olan İsrail, bir taraftan Filistinlileri topraklarından çeşitli yollarla sürerken diğer taraftan da dünyanın çeşitli yerlerindeki Yahudileri de Filistin topraklarına iskân ederek Filistin'i hızlı bir şekilde Yahudileştirmeye başlamıştı.

Buna karşılık 1964'te kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü, İsrail'e karşı ciddi bir direnç göstermeye başlamıştı. Fakat Sovyet Rusya ve bazı ülkelerin sözde desteğine rağmen Filistin Kurtuluş Örgütü, bir devletin bütün aygıtlarına sahip stratejik İsrail Devleti karşısında başarı gösteremedi.


Homojen İsrail ve Filistinli gettoların oluşumu

Milyonlarca Arabı Filistin'den süren, kendisinden başkasını haklı görmeyen ve dinlemeyen İsrail yönetimi, sırf Yahudilerden oluşan bir devlet oluşturmaya büyük ölçüde yaklaşmıştı.

Ancak sürgün ederek bütün Filistinli Araplardan kurtulamayan İsrail yeni bir politika ortaya koymaya başlamış ve Arapları gettolar şeklinde bölmeyi uygulamaya koymuştu.  

Bu amaçla, İsrail homojen bir devlet kurmak için, Filistinlilerin her geçen gün daha dar alana hapsedilmesi dönemini başlamıştı. 

Oldukça avantajlı hale gelen İsrail, bu getto tarzını Filistinlilere kabul ettirmek için harekete geçmişti. Soğuk Savaş biterken, İsrail ilk adımı 17 Eylül 1978'de ABD'nin insiyatifi sayesinde Mısır ile Camp David Sözleşmesi'nin imzalanması ile atmıştı.

Sina yarımadasını İsrail'den geri alan Mısır, İsrail'i istediği gibi Gazze ve Batı Şeria'daki Filistinlilerin özerklik adı altında İsrail'e bağlanmasını da kabul etmişti.

Yani Filistinliler için iki büyük getto oluşturmanın önü açılmıştı. Bu gelişme dolayısıyla, kurulacak Filistin devletinin mevcudiyeti ciddi bir şekilde tartışmalı bir hale getirilmişti.

Filistinler, Birleşmiş Milletler nezdinde yapılan ve nedeyse ortak bir paylaşıma sahip olunan sınırlarını kaybetmişlerdi. 


İsrail devleti lehine sonuçlanan ve kurulacak Filistin devletinin ikinci büyük kaybı ise Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Amerika Birleşik Devletleri'nin mutlak surette İsrail devletinin yanında yer alması ile yaşanmıştı.

Oslo'da hazırlanan Geçici Yönetim Düzenleme İlkelerinin Bildirgesi, Filistin Kurtuluş Örgütü başkanı Yaser Arafat ile İsrail Başbakanı İzak Rabin tarafından ABD'nin gözetiminde 13 Eylül 1993'te Washington'da imzalanmıştı.

Bu uzlaşma daha doğrusu teslim olma neticesinde Filistin tarafı artık ayrı bir devlet kurma yani müstakil bir devlet kurma iddialarından vazgeçiyordu.

Diğer bir ifade ile İsrail devletinin gözetiminde özerk bir yapıda bir idarenin kurulması, o dönem Filistin'i temsil edenler tarafından kabul edilmişti.

Esasında bu sonuca göre; 1948'deki Filistin topraklarından Filistinliler vazgeçmiş ve 1967 tarihinde İsrailliler tarafından işgal edilen Filistin topraklarının da İsrail'in kontrolüne verildiği Filistinlilerce kabul edilmiş oldu.

Kısacası Filistinlilerin alanları daha da daralmış, Yahudi yerleşim yerleri sağlama alınarak daha fazla Filistin gettosu oluşturulmuştu. 


1993'teki bu gelişme neticesinde esas itibarıyla Filistin devleti resmi olarak bitmişti. Gayri resmi olarak Filistin devleti deniyor olsa da aslında sadece İsrail'e bağlı "Filistin otoritesi" mevcuttur.

Bunu da özerk yapı olarak bile adlandırmak mümkün değildir. Yani bazı federasyon niteliğinde olan devletlerdeki özerk cumhuriyetlerle kıyaslamak imkânsızdır.  

Zaten İsrail tarafından bakıldığında Filistinlilere verilen otorite statüsü bir nevi derebeyi konumudur. Bu statüyü, Filistinli Gettolar Birliği olarak adlandırmak bile mümkündür.

Zira II. Dünya Savaşı sonunda Filistin topraklarının yarısına bile razı olmayan Filistinliler, Gazze Şeridi'ndeki bir alan hariç, Doğu Kudüs ve Batı Şeria'daki alanlarının büyük çoğunluğu Yahudi yerleşimcilerin mekânları olmuştur.  

Neredeyse bütün bu topraklar Arapların elinden çıkarak Yahudi yerleşimine geçmiştir. İsrail'in birkaç sene önce yapmış olduğu icraatlar ve anayasa değişiklikleriyle sadece Yahudilerin yaşadığı bir devlete dönüşeceği de netlik kazanmıştır.

Vatanlarını terk etmeyen Filistinliler için ise Yahudi devletinin kenarlarında gettolar oluşturulmuş ve etrafları da duvarlarla örülmüştür.

İsterlerse bu büyükçe bir Gazze gettosu olsun ya da Batı Şeria bölgesinde küçük küçük gettolar olsun buralardaki Filistinliler yaşamlarını İsrail'in takdir ettiği şartlarda sürdürecek konuma düşmüşlerdir.

Bu yapılanların esas amacı ise homojen bir Yahudi alanı oluşturulmak istenmesidir. Araplar bu gettolarda varlıklarını sürdürebilir, Doğu Kudüs gibi bölgelerde yaşayabilir hatta oraya başkent de diyebilirler ama sonuç itibarıyla buraların hepsi birer Filistin gettosudur.

Bundan dolayı Filistinli gettolarında yaşayanlar İsrailliler için sadece birer tüketici veya ücretli kölelerdir. Böylece gettolardaki Filistinliler esas unsur sayılmadığı için "Filistin Yahudileştirilmiştir" demek yerinde bir tespit olacaktır.

Ayrıca İsrail, gettolarda yaşayan Filistinlilerden kurtulmak için çalışmalarına çeşitli vasıtalarla devam etmektedir. 


İsrail'in etrafında peyk devletçikler oluşturma stratejisi

İsrail bir taraftan Filistin'i Yahudileştirmeyi uygulamaya koyarken diğer taraftan da özellikle 1978 yılından itibaren homojenleştirilmiş İsrail'in etrafında peyk devletçikler oluşturma stratejisini uygulamaya başlamıştı.

Camp David Sözleşmesi ile Sina Yarımadası Mısır'a iade edilirken esasında Mısır'ın yarımadaya hâkim olmasına izin verilmemişti. Sina yarımadası Mısır'a ait olmuş ancak burada asker bulundurması sınırlandırılmıştı.

Böylece İsrail, Mısır'la arasında tampon bölge oluşturmayı başarmış ve istediği zaman kullanabileceği bir alan oluşturmuştu.

İleride burada bir Sina Peyk Devleti kurulması çalışmaları başlamıştır. Tabi ki, İsrail'in uygulamaları bununla sınırlı kalmamış ve Sina yarımadasının bitişiği konumundaki Gazze Şeridini denizden de izole edecek şekilde çevrelemişti.


İsrail'in etrafında peyk devletçikler oluşturmak için yöneldiği bir diğer ülke Lübnan olmuştur. Uzun süre Lübnan'a çeşitli yollarla nüfuz eden İsrail, 1980'li yıllarda stratejisine uygun çalışmalara başlamıştı.

1982'de Lübnan'ın güneyini Litanni Nehri'ne kadar işgal eden İsrail, bunu 2006'da da tekrarlamıştı. Lübnan'a çeşitli vasıtalarla müdahale eden İsrail, Lübnan'daki iç politikaların şekillenmesi doğrudan doğruya İsrail'e zarar verilmeyecek şekilde kurgulanmasına çalışmıştı.

Lübnan'daki devlet aygıtı tamamen yok edilerek yerine mezhepsel senaryolara dayalı bir denge oluşturulmuştu. Bu durum ise İsrail devletinin güvenlik stratejilerini son derece rahatlatan bir unsur olmuştu.  

Diğer bir ifade ile İsrail devletinin kuzeyinde onu güvenlik açısından tehdit edebilecek bir devlet yok olmuştu. Lübnan farklı bir üslupla peykleştirilmişti. 


İsrail'in kuzey doğusunda kendisi için bir tehdit olan Suriye ile arasına bir peyk alan oluşturma çerçevesinde, 1967'deki Altı Gün Savaşları sırasında Kuneytire dâhil Golan Tepelerini işgal etmiş ve bu toprakları 1981'de ilhak etmişti.

Böylece Suriye'yi bölgeden biraz uzaklaştıran İsrail'in hedefi, Lübnan ile Ürdün arasındaki Suriye topraklarında Nusayri ve Dürzi devletlerinin kurulmasıdır.

1911'de başlayan Suriye Krizi ile bölgedeki beşeri coğrafyanın değişmesi ile İsrail bu planlarında oldukça avantajlı hale gelmiştir.

Lazkiye'de kurulacak ve Lübnan'ın önemli bir kısmını da içine alacak Nusayri devletinin ileride İsrail'in peyki bir devlet olacağı kesin gibidir.

Golan Tepelerinin bitişiğinde, tasarlanan Nusayri devletine sınırından Ürdün'e kadar uzanacak şekilde düşünülen Dürzi Devleti de İsrail'in tam bir uydusu olarak kurgulanmaktadır.

İsrail'in doğusunda bulunan ve İngilizler tarafından kurulan Ürdün'ün toprakları zaten tarımsal alanda İsrail devleti tarafından kullanılmaktadır.

Filistinli muhacirlerin yerleştiği Ürdün, dünyadaki nüfuzlu Yahudilerin yardımının da büyük katkısı ile söylem hariç İsrail'e dost belki de peyk konumdadır.


Ürdün'e bitişik ve Akabe Körfezi üzerinde İsrail'le deniz komşusu olan Arabistan'ın kuzey batısı İsrail için hayati öneme sahiptir.

Bu bölgenin, Arabistan'dan bir şekilde ayrılarak farklı statüye kavuşturulması İsrail'in stratejik hedefidir. İsrail'in güneyinde peyk bir coğrafi mekân oluşturulması, İsrail'in güvenliği ve etrafındaki birinci peyk halkanın tamamlanmasını sağlayacaktır.

İsrail bu hedefine uygun bir proje Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman tarafından 24 Ekim 2017'de açıklanmıştır.

NEOM (Arapça NİYOM) adı verilen ve bir şehir projesi olarak takdim edilen projenin mevkii ve büyüklüğüne bakıldığında farklı bir mahiyeti olduğu anlaşılmaktadır.

Zira 2025 yılında tamamlanması tasarlanan bu projenin kapladığı alan 26 bin 500 kilometrekare olup İsrail'in yüzölçümünden (20.770 km2) daha fazladır.

Kapladığı coğrafya ise İsrail'e güney tarafında, Arabistan'ın Ürdün ve Mısır ile komşu olduğu Tebuk bölgesindedir. Ayrıca bu projenin Akabe Körfezi'ndeki Ürdün sınırından başlamak üzere Kızıldeniz'e 460 km kıyısı olacaktır.

Tabi Akabe Körfezi'nin çıkışında Arabistan ile Sina yarımadası arasındaki Tiran Boğazı da projeye dâhil edilmiştir. Teknoloji, turizm ve yatırım şehri olduğu söylenen NEOM, Kuzey Batı Arabistan'da İsrail'in etrafında oluşturulacak peyk devletin kurulmasının ilk adımı olduğu anlaşılmaktadır.

Zira Arabistan'ın kuzeybatısında İslami ve Arap unsurlardan büyük ölçüde temizlenerek, Arabistan'ın ana kimliğinden uzaklaştırılacak kurulacak yeni bir alan İsrail devletinin güvenliğine hizmet edeceğini söyleyebiliriz. 


İsrail'in Mısır'ı bu alandan uzaklaştırmak istemesine bir yardım da Mısır'dan yapıldığını görmekteyiz.

Akabe Körfezinin hemen önünde bulunan ve uzun yıllardır Mısır'ın kontrolünde bulunan Tiran ve Sanafir Adaları, Mısır ile Arabistan arasında 9 Haziran 2016 tarihinde yapılan anlaşma ile Arabistan'a devredilmesi kararlaştırılmıştı.

Ancak Mısır Yüksek Mahkemesi bu anlaşmayı iptal etmiştir. Arabistan'ın talep ettiği bu adaların geleceği hususu şimdilik dondurulmuştur.

Kısacası 1978'den itibaren İsrail'in etrafında peyk devletçikler ve yapılar oluşturma stratejisinde önemli adımlar attığını, başarılar elde ettiğini görmekteyiz.

Ancak İsrail'in yaptıkları fehmedildiğinde etrafında peyk devletçikler oluşturma stratejisini etrafında oluşturmak istediği tarafımızdan makbul devletler olarak isimlendirilen ikinci halka ile beraber yürüttüğünü görmekteyiz.


İsrail'in ikinci halka olarak makbul devletler oluşturma stratejisi

Filistinlilerin gettoları hapsedilerek oluşturulan Homojen Yahudi devletinin etrafında peyk devletçik ve yapılar oluşturulurken, İsrail'in bu birinci yani peyk halkasının etrafındaki devletleri; Irak, İran, Arabistan, Sudan, Mısır, Kıbrıs, Türkiye ve Suriye devletlerindeki bütün gelişmeleri yakından takip ettiğini hatta müdahaleler yaptığını görmekteyiz.

İsrail devletinin istikrarına tehlike oluşturabilecek bir yapıları etkisiz hale getirmek için farklı metotlar uyguladığı bazen komploya varacak şekilde anlatılmaktadır. 


İsrail'in etrafında ikinci halkadaki devletleri kendisince makbul devletler hale getirmek için bazı uygulamalarına örnek vermemiz gerekir. Tartışmasız örnek Irak'tır.

1980'lerde İsrail'e düşman ve gittikçe güçlenen ve nükleer çalışmalar yapmak isteyen Irak'ı iktidarsızlaştırmak ve makbul bir devlet haline getirmek İsrail'in önceliği haline gelmişti.

Bunun için İsrail, 1 Haziran 1981'de, 8 adet F-16 uçağıyla Opera Operasyonu adını verdiği bir saldırı ile Bağdat'taki Osirak Reaktörü'nü tamamen imha etmişti.

Bu saldırının gerekçesi İsrail Askerî İstihbaratının Irak yönetiminin bu reaktör ile gelecekte nükleer silah yapımında kullanılacak plütonyumu imal etmesi olarak ifade edilmişti.

Bu İsrail'in etrafındaki ikinci halkada kendisini tehdit edecek bir güç olmak isteyenlere karşı tavrını izah eden açık bir örnektir.


İsrail'in etrafındaki ikinci halkada kendisine düşman veya rakip olacak devletlerdeki faaliyetlerini tek tek anlatmak ayrı bir çalışmanın konusu olduğunu belirtmek gerekir.  

Sadece İsrail'in Sudan'ın güney-kuzey diye parçalanarak iktidarsızlaştırılması, Mısır'ın makbul devlet haline getirilmesi, Kıbrıs Rum kesimini bir peyk haline dönüştürerek Doğu Akdeniz'de büyük üstünlük sağlanması, Suriye Krizi'nde kendi stratejisine aykırı bir gelişme olduğunda askeri müdahale yapması çalışmalarına atıf yapmakla yetinelim.

Ayrıca İsrail, son yıllarda Arabistan başta olmak üzere Arap ülkeleri ile anlaşmalar yaparak onları da makbul devletler haline getirme çalışmalarına devam etmektedir.


Sonuç

1897'de bir devlet kurmak için hareket geçen Siyonist Yahudiler, bunu 50 yılda gerçekleştirdikleri malumdur. Filistinlilerin gettolara hapsederek homojen Yahudi devletinin kurulması da 50 yılda büyük ölçüde başarılmıştır.

Bu merkezi homojen Yahudi devletinin etraftaki birinci halkasında peyk devletçiklerin kurulması 2030-2050 arasında tamamlanması muhtemeldir.

Hem İsrail'in etrafındaki peyklerin hem de doğrudan İsrail'in güvenliği ancak ikinci halkadaki devletlerin İsrail için makbul hale getirilmeleri ise uzun bir sürede 2097'de gerçekleşmesi ihtimal dâhilindedir.

İsrail'in söylemeden gerçekleştirmeye çalıştığı bu üç kademeli stratejiyi ilk Siyonist Kongreye atfen "İsrail'in 2097 Stratejisi" olarak adlandırmaya uygun gördüğümüzü belirtmeliyim.


İsrail'in bu stratejisini gerçekleştirmesi için kesin bir tarih belirlemek elbette imkânsızdır. Ancak İsrail'in tepki, taktik ve siyasi uygulamalarıyla bu stratejisini gerçekleştirmek için çalışmaktadır.

Tabii ki bir devletin strateji üretmesi veya stratejisini ortaya koyması, onun mutlaka gerçekleşebileceği anlamına da gelmez. Çünkü karşısındaki devletlerin de stratejiler geliştirmeleri mümkündür.

Eğer İsrail'in karşısında nitelikleri itibarıyla gerçek devletler oluşur, birer strateji geliştirir ve bunu gerçekleştirmek için çalışırlarsa İsrail'in bütün stratejileri tersine de dönebilir.

Ancak tarih laboratuvarında sağlanan testle daimi küresel stratejilere istinaden söyleyebiliriz ki; tepkisel, taktiksel ve siyasi devletlerin stratejik devletler karşısında başarı şansı yoktur. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU