Neoliberalizm işsizlikte ve yoksullukta istikrardır… (2)

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

"Ortak akıl, vicdan, izan" / Fotoğraf: Twitter

Dünkü makalemi şöyle bitirmiştim:

Ülke ekonomisine hâkim olan belirsizlik aşağıya çekilebilirse, hukuk ve demokrasi ortamı sağlanabilirse yabancı sermaye girişi artabilir, iç yatırımlar da başlayabilir.

Yatırımlardaki canlanma sonucunda ekonominin büyüme hızı artarsa orta vadede hükümetlerin eli bir ölçüde rahatlayabilir ve bunun sonucunda kamu harcamaları, özellikle de altyapı yatırımları artabilir.

Bu da işsizliği ve yoksulluğu nispi olarak azaltabilir, ülkenin ve ekonominin ihtiyacı olan altyapıyı sağlayabilir ve bazı durumlarda sermayenin yatırım yapmasını özendirebilir.


Peki, bu kadarla bitiyor mu, bitmiyor. 

Bu gelişmenin gerçekleşmesi için başka koşullarda bir değişikliğin olmayacağı varsayımı altında düşünüyorum.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Mesela dünya çapında ağır bir resesyon veya depresyonun olduğu koşullarda yatırımlar kaçınılmaz olarak durur ki böyle ihtimaller de var.

İşsizlik ve yoksullukla ilgili iki geleneksel kavram tam istihdam ve reel ücretlerdir. 

Tam istihdam zaten işsizliğin son bulmasıdır.

Bu durumda yoksulluğun reel ücretlerin istikrarlı artışına paralel olarak azalması beklenir.

Ancak sistemin işleyişi eskiden böyleydi.

Neoliberalizmin işleyişi ise, genel olarak, istikrarlı reel ücret artışlarının olmaması ve buna paralel işsizlikte de istikrarlı azalmanın olmayışıdır. 

Tek cümleyle, neoliberalizmin görünür gerçeği, işsizlikte ve yoksullukta istikrardır.


Temel Gelir veya Yurttaşlık Geliri            

Bu, dünyadaki herkesin, bu dünyanın bir üyesi olmasından hareketle temel gelir hakkı olduğu anlamına geliyor.

Temel gelir hakkı hızlı bir şekilde tartışma konusu oldu ve giderek geniş çevrelerce benimsendi. 

Temel gelirin bu denli benimsenmesinin önemli bir nedeni bir ölçüde de olsa kapitalist sistemin çelişkilerini törpüleyeceği ve artan talep sorununun çözümüne katkı sunacağı düşüncesi oldu. 

Sağ temel geliri benimsedi. Solun bir kesimi de benimsedi. Çünkü temel gelirin yoksulluğu hafifleteceği sanılıyor.

Aralarındaki fark genelde temel gelirin miktarına ilişkin. Sağ olabildiğince düşük tutarken, sol miktarı olabildiğince yukarıda tutuyor.

Son seçimlerden birinde CHP'nin her aileye 600 lira vaadinde bulunması sonuç getirmemiş olsa da aslında bu adı konmamış bir temel gelir önermesi idi. 

Kanaatim sol, sosyalist hareketin Türkiye koşullarında temel geliri programına alması, nasıl ve hangi düzeyde savunabileceğini güncelleştirmesinin gerekli olduğudur.  


Her şey bir derece meselesidir

Bu söylenenlerin işsizlikte ve yoksullukta ciddi bir azalma yaratacağını beklememeli. Türkiye'de işsizlik ve yoksulluğun ciddi boyutlarda azaltılabilmesi uzun vadede mümkündür.

Bu da teknolojik atılıma ve teknolojinin kimin kontrolünde olduğuna, yani halkçı/devrimci bir hükümetin varlığına bağlıdır.

Bu bir yana, mesele, bir başına belirsizliğin azaltılması, hukukun ve demokrasinin tesisi de değildir. 

Çünkü bunlar kendiliğinden gerçekleşecek şeyler de değildir. 

Hukukun ve demokrasinin sağlanması esprisini esasen insan haklarını, işçilerin ve köylülerin haklarını gözeten bir hukuk ve demokrasi bakış açısıyla okumak gerekiyor. 

Bunu da ancak halktan yana bir hükûmetin sağlayabileceğini her daim akılda tutmak gerekiyor. 

Buraya giden yolun işçilerin ve köylülerin meşru-demokratik hak taleplerini toplumsallaştırmaktan geçtiğini ise hiç unutmamak gerekiyor.

 
Halkın taleplerine karşı sermaye ve devletin tutumu

Bu noktada direnişlerin nedenleri konusuna değinmek ve bu konuya biraz yakından bakmak gerekiyor.

Genel olarak köylü direnişlerinin önemli bir kısmının enerji ve maden yatırımlarının yöresel çevre etkisine tepki olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Peki, HES vb. şeklinde ortaya çıkan enerji yatırımlarının Türkiye'nin enerji açığının zorunlu kıldığı yatırımlar olduğunu söyleyebilir miyiz?

Anlayabildiğim kadarıyla bunun ikna edici bir cevabı yok, en azından bu konuda bir net cevap yok, belirsizlik var.

İşçi direnişlerinin çoğunda ise, reel ücret talebinin yer almadığını görüyoruz. İşten atılmasınlar, ücretleri zamanında ödensin, sendika tercihlerini yapabilsinler ve benzeri ötesi 'beyaz ölüm' olan taleplerle sınırlıyorlar kendilerini…

Köylüler de paranın sermayeleşmesi için doğanın tahribine karşı çıkıyorlar.

Yakın dönemde öğrenci gençliğin taleplerinin en ileri ifadesi Boğaziçi Üniversitesi'nde seçimsiz rektör atamasına karşı, öğrencilerin ve öğretim üyelerinin, aynı üniversitenin mezunları ve çevre destek güçleriyle yürüttüğü birleşik itirazdır.  

Bu direnişler en azından öyle yaygın ve birbirini etkileyerek çoğalan direnişler de değil. Yani bu kadar sınırlı ve mütevazı istekleri olan sınırlı sayıdaki direniş bile devlete ve sermayeye fazla geliyor. 
 

 

Sözün özü:

Ne diyebiliriz ki, Damat Beyin 'Allah sonumuzu hayırlı getirsin' cümlesi eşliğinde, umarız ortak vicdan, ortak akıl, ortak izan ortaya çıkar da 'yağmur eken fırtına biçmez' demekten başka…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU